Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ORGANİK yumurta ile doğal ortamda serbest gezen tavuğun yumurtasının aynı şey olmadığını öğrendiğimde beynimden vurulmuş gibi oldum.

        Bu, Kierkegaard’ın “Ya/Ya da” adlı çalışmasını bitirdiğim anda duyduğum şaşkınlık kadar olmasa bile ona yaklaşan bir kültürel şoktu.

        Bizim ailemiz Türk milliyetçiliğine hiç katkı yapmamış görünse de karım Rana organik ürün seçme ve satın alma konusunda dünyanın önde gelen otoritelerinden biridir. Organik ürün satın alma dünyasının Semih Sancar’ıdır o.

        BAYRAĞIMIZI DİKTİM

        Kendimizle bu konuda o kadar çok övünüyoruz ki, bu konuda Türkiye’nin ezici üstünlüğünü tüm dünyaya gösterdiğimiz için o kadar kıvançlıyız ki, bazen organik ürün alışverişine giderken üzerinde ay yıldızlı bayrağımız olan tişörtleri giyiyoruz.

        Ben Türkiye’ye gelmeden önce Washington’da az daha tutuklanıyordum. Kendini bilmezler beni bir Whole Foods süpermarketinin kapısına dev Türk bayrağı açmakla suçladılar. Ben de “Bu size göre suçsa suç, evet astım ve gerekirse organik hammaddeyle diktireceğim bayrağımızı Beyaz Saray’ın bile önüne asarım” dedim. Hâkim sadece asayişi bozan gösteri suçundan ceza kesti bana ve kelepçelerimi çıkardılar.

        Ailemizin bu ruhsal travmatik hali nedeniyle ben de serbest gezen tavuklar sorunumu Rana’ya sordum gayet tabii ki.

        AGRESİF BİR KONUŞMAYDI

        Açılışı şöyle yaptım: “Ya kardeşim, bir tavuk doğada istediği gibi gezip takılıyorsa, arada bir de atıştırıyorsa bundan daha organik nasıl olunabilir Allah aşkına.” O da “Şunu düşün çekirge, ya o tavuklar suni olarak beslendikten sonra gezintiye çıkmışlarsa” cevabını verdi.

        O anda kendimi gerçekten tutamadım: “Saçmalama ya, hangi aklı başında tavuk (bu arada hayatta böyle bir kategorinin gerçekten olup olmadığına emin değilim) karnını doyurduktan sonra şekerleme yapmak yerine gezmeye çıkar ki.”

        Yemekten sonra egzersiz olsun, eti de daha lezzetli olsun diye yapıyorlarmış bunu. Tavuk çiftliği yöneticilerine hayret ediyorum, nasıl bu kadar bilinçsiz, banal olabiliyorlar.

        Örneğin, bazen spor yapacağım diyerek evden çıktığımda, salonun yanındaki kahvehaneye takılıyorum. Bir saat kahve ve purodan sonra eve döndüğümde Rana, “İlk defa bir sözümü tuttun, sıhhatin için güzel bir şey yaptın, aferin” diye karşılıyor beni.

        Egzersiz yorgunluğunu atmak için viskimi koyduktan sonra o andaki sıcak duygularının daha ileri aşamalara taşınacağını umsam da bu pek olmuyor. Bundan sonraki aşamalarda o bana sinirlenmeye başlıyor, ben de alttan almaya. Yani evliliğimiz doğal haline dönüyor. Hatta buna organik evlilik bile diyebilirsiniz.

        TAVUĞA MI GÜVENECEĞİZ

        Şimdi özetle demek istediğim şu: Diyelim ki Rana’nın dediği doğru; tavuklar fabrikada beslendikten sonra tabiata salındılar. Bana tavukların yürümek yerine ağaçların altına yatıp uymadıklarını veya terbiyesiz bir şeyler yapmadıklarını kim garanti edecek.

        Hangi yumurta daha sağlıklı; serbest gezen tavuk yumurtası mı, üzerinde organik yazan yumurta mı?

        Ben böylesine çözümsüz, insana bunaltı veren bir problemle en son 45 yıl önce üniversitede “Kant’ın felsefesi” dersinde karşı karşıya kalmıştım. Biliyorsunuz Kant, bütün kitaplarını okusanız dahi tek bir cümlesini bile anlayamayacağınız bir filozoftur. Hatta Jean Paul Sartre ile sevgilisi Simone de Beauvoir birlikte aylarca Kant’ı okuduktan sonra anlamadıklarını görünce sadece sevişmeye karar verdiler.

        Bu serbest gezen tavuk ya da organik sorunsalı benim için böylesine bir buhran haline dönüştü. Buhran haline dönüştüğü için psikiyatrıma konuyu açtım. Tabii her psikiyatr gibi soruma cevap vermek yerine soru sorarak başladı konuşmaya. “Peki sen serbest gezen tavuklar konusuna neden taktığını düşünüyorsun” dedi.

        “Elinin körü, ben bu soruya cevap verirsem sana neden seans parası ödeyeyim” cümlesi dilimin ucuna geldi ama demedim

        ANKARA’DAKİ TRAVMA

        “Ben çocukluğumda Ankara’da bir parkta serbest gezmekte olan bir kaz tarafından kovalanmıştım, sebebi bu olabilir” dedim.

        “Ankara’nın göbeğinde neden serbest gezmekte olan bir kaz vardı?” diye sordu.

        “Bilmiyorum, 45 yıldır bu soruya cevap arıyorum. Babam da oradaydı ama o alkol yüzünden Nietzsche gibi kafayı yemişti ve başka bir kazı bilmediğim nedenlerle boğmaya çalışıyordu.

        Babamın Hacettepeli serseri arkadaşları olaya müdahale ettiler ve o akşam meyhanede harika bir kaz eşliğinde rakı içildiğini hatırlıyorum. Galiba tüm bu travmalar nedeniyle serbest gezen tavuklara takmış olmalıyım” dedim.

        Psikiyatrım “Ama kaz ile tavuk aynı şey değil ki” dedi. “Bence aynılar, bu arada pate hangisinden yapılıyordu?” diye sordum.

        “Ördek olabilir mi?” deyince o gün beni kovalayanın kaz değil ördek olabileceğini ve babamın verdiği yemekte neden patenin olmadığını da sorun olarak yaşamaya başladım.

        Diğer Yazılar