Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Virüs öncesinde zaten değişmeye başlamış olan medya yazarı tercihlerim ve yazı okuma keyfim şimdi yaşamak zorunda olduğumuz hayat tarzımızda daha da güçlenip yerli yerine oturdu.

        Dünyamızda genelde çok fazla mutsuzluk olduğundan mıdır yoksa 65 yaşında olduğumdan bana sanki 100 yaşıma ulaşmışım gibi davranıldığından mıdır nedir bilemem ama artık ben bana mutsuzluk veren, kavgacı olan, ağırlıkla siyaset yazan yazarları -iyi yazsalar da- okuyamıyorum artık.

        Eve kapanmış olmak bana mutsuzluk veren, illa da kavgalar çıkarmak isteyen ve siyaseti çok önemli gören düşüncelerden uzak durmam gerektiğini bana iyice gösterdi.

        Bu yeni tarzım beni daha iyi bir insan yapacak mı bilemiyorum ama bu tarz okumaların beni daha mutlu yapacağına inanıyorum.

        Bugün 22’ncisini yazmakta olduğum notlarımda görmekte olduğunuz mizahçı kimliğim benim gerçek yazarlık kimliğimdir. Mizahçının yazabilmek için illa da mutlu olması gerektiğine de inanmıyorum. Yani yeni verdiğim yazarları okuma kararımın benimle ilgisi yok. Gerekirse aslında acı çekmekte olduğu zaman işini yapan palyaçolar gibi de olabilirim yani hayatımda gerginlikten, siyasetten mutsuzluk veren düşüncelerden uzak durmak kararım benim kendi mizah yazı dünyama destek verebilmek için değil.

        Sadece bugünkü şartlar nedeniyle alınmış bir karar da değil bu. Virüs etkisi daha azalınca, yani hayat şartlarımız daha normalleşmeye başladığında da sürecek bu yeni yaklaşımım.

        *

        Sadece bu nedenle düzenli, kaçırmadan okuduğum köşe yazarı sayısı üçe düşmüş durumda. Kendimi de dahil edersem günde sadece dört yazar okuyorum. Hayattan beklentilerimi tamamen karşılamam için bu kadarı bana yetip artıyor bile.

        *

        Twitter CEO’su Jack Dorsey’in nasıl yaşamakta olduğunu Ertuğrul Özkök’ün yazısından öğrendim. Açıkça söylemek gerekiyorsa bana göre onunki pek de ‘yaşamak’ sayılmamalı.

        Çünkü adam sabah uyanır uyanmaz parmağındaki uyku takip yüzüğüne bakıyormuş.

        Bazen ben bu dünyayı anlamakta zorlanıyorum. Bu dünyada bir insanın ne kadar uyumuş olduğunu anlaması için çalar saate bakmak ne zamandan beri artık yeterli olmamaya başladı, bunu bilemiyorum.

        Benim uyku takip yüzüğüne ihtiyacım yok ben olsa olsa uykusuzluk takip yüzüğüne ihtiyaç duyabilirim. Kaç saat uykum kaçtığına sadece masamın üstünde durmakta olan saate bakarak karar verebiliyorum hala daha.

        *

        Adam yüzüğüne baktıktan sonra vücudunu soğutmak için buz banyosu yapıyormuş.

        Kaliforniya’da yaşamakta olduğundan bunu belki yapılabilir de.

        Eğer benim gibi NewYork’ kış aylarında eğer sıkıyorsa yapsın bakalım o buz banyosunu.

        Burada kışın bazen hava öyle soğuk oluyor ki evden dışarıya çıkabildiğim eski günlerde bir defasında köpek gezdirmeye çıkarken bizim küçük Minika evin kapısında soğuğundüzeyinden birden bire ağlamaya başladı ve tasmayı ne kadar çekersem çekeyim bir adım dışarıya çıkmadı. Şimdi gel de bu ortamda sabah rutin biçimde buz banyosu yap bakalım kolaysa.

        Ayrıca itiraf etmeliyim ki insanın kendi vücudunun ısısını sabah vakti illa da neden düşürmesi gerekiyor bunu da anlamıyorum.

        *

        Bu aşamaya kadar aktardıklarım nedeniyle aklını iyice kaçırmış olduğuna inandığım JackDorsey sonra da ılık bir sauna da meditasyon yapıyormuş. Adamın hayat tarzının bana en çok uyan bölümü bu oldu. İleride bir saunam olursa belki bunu ama sadece bunu deneyebilirim.

        Bundan sonra da sıra kahvaltısına geliyormuş. Ben kahvaltı denilince üzerine yumurta kırılmış sucuğu tercih ederim ama o adamın kahvaltı diye anladığı şey sadece tuz, limon ve sudan oluşan bir sıvıyı içmekten ibaretmiş. Sonra da akşama kadar hiç bir şey yemiyormuş.

        *

        Bu durumda olan bir insanın gayet tabii ki bu hayatta fazla kilo sorunu katiyen olamaz ama onun hakkındaki bu raporu verenlerin yazılarında büyük bir eksiklik de vardı. Gün boyu böylesine aç kalan bir adamın akşam yemeğinde neler yediğini yazmamışlar. Ben sadece sabah içtiğim tuz suyu ile gün boyu kalmış olsaydım akşam geldiğinde herhalde iki büyük pizzayı yer ve "Daha yok mu" der ve üstüne tatlı da isterdim.

        *

        Bir de ayrıntı sayılamayacak bir detay da var adam hakkında.

        Sadece bu tuhaflıklarla yetinmeyip bir de 104 derece olan bir varilde sauna da yapıyormuş.

        Şu ana kadar kendim hakkında verdiğim ipuçlarından bunu da katiyen denemeyeceğimi herhalde anlamış olmalısınız. Rana’nın hep dediği gibi delirmiş olabilirim ama bu kadar da değil

        Ama bana biraz zaman tanırsanız o aşamaya yakında gelince belki denerim böyle şeyleri.

        *

        Benim yakında geleceğime inandığım o aşamaya çoktan gelmiş olduğuna inandığım Özkök’ü uyarmak için hemen aradım.

        Bunları kesin denemeye girişeceğini biliyordum çünkü.

        Bana, 104 derece varil saunasına takmış olduğunu ve ona gireceğini söyledikten sonra şunları da ekledi: "İki dünya sauna şampiyonu 5 derece fazlasında (109 derecede) 6 dakika kalmış. Biri ölmüş öteki de ağır yaralı hastanedeymiş..."

        Ben bunları duyar duymaz açıkça söyleyeyim ilk önce yakında Özkök’ün de bunu denediğinde kesin öleceğine değil ama bu hayatta acaba neden dünya sauna şampiyonası türünde bir şey var, bu neden gerekiyor, işte buna taktım çünkü bunun mantıki bir cevabı yok. Bir insan saunada kalma dalında dünya şampiyonu olsa bu kimin umurunda olabilir ki acaba.

        Öleceğini söylemem üzerine galiba Özkök saunaya girmemeye ikna oldu gibi ama ‘kahvaltıda tuz suyu’ içecekmiş.

        Buna itirazım yok. Bunu arada bir ben bile yapabilirim.

        Meditasyon yapmayacakmış çünkü ne zaman meditasyona girişse aklına kadınlar geliyormuş.

        *

        Ben ne zaman meditasyona girişsem aklıma kadınlar yerine uyumak geliyor ve de uyuyorum.

        Eh ikimizin arasında o kadarcık da fark tabii ki olacak.

        Onun testosterondüzeyi benimkinin bin misli filan, yani meditasyon yapmaya çalışırken o kadınları düşünmesin de başka kim düşünsün bunu değil mi ama, yani ortada bilimsel bir zorunluluk durumu var, bir tür kader kurbanlığı gibi bir şey bu.

        Bu konuşmamızı yazabilir miyim diye sorunca da bana bugüne kadar duymuş olduğum en anormal cümleyi kurdu. Ki ben çok fazla anormal cümle duymaya alışık bir insanım buna rağmen şaşırdım. Şöyle dedi:

        "Yazman koşuluyla off the record konuşurum."

        Bence sadece bu cümlesi bile onun düşündüğüm gibi artık tamamen delirmiş olduğunu bir ispatıydı ancak o bunun kendi 'yeni normalini’ temsil etiğini düşünüyor.

        Bunun ‘normal’ tanımının hayli zorlanması olduğunu düşünsem ve bu konuda bir şeyler söylemeyi çok istesem de bu konuda yorum yapmıyorum.

        Diğer Yazılar