Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        O gizemi belki de çözebilmek mümkün değildir. Çünkü aşk ve cinsellik denilince genellemeler yapmak imkansız hale geliyor olabilir.

        Bir ilişki içinde olan kadın ve erkeğin birbirleri hakkında nasıl hayaller kurabildiklerini ve birbirleri hakkında kendilerine anlatmakta oldukları, irrasyonallik de içeren, hikayeleri hiç kimsenin dışardan bakıp tam anlayabilmesi mümkün olmadığına göre, bir ilişki içindeki insanların beyninin içine girilmedikçe onların aşk ve cinselliği hakkında laf etmek hem doğru değildir hem de imkansız olanı çözümlemeye çalışmaya girişmek gibi bir şey olur bu. Aşk ve cinsellik insan beyninin alacakaranlık bölgesidir dışardan hiçbir insanın o bölgeye girebilmesi imkansızdır. Girse bile orada kaybolur.

        Yani sizin "Bu ikisi nasıl da birlikte oluyorlar" diye dışardan bakınca düşünebildiğiniz bir çift o anda dünyanın en uyumlu cinselliğini, aşkını yaşıyor olabilirler. Bu yüzden hiçbir ilişki hakkında dışardan hüküm bildirmek doğru değildir.

        Ben bu yazıda bir çözüm anahtarı önermek gibi sadece benim değil ne kadar güçlü düşünür olursa olsunlar tüm insanların haddini aşan bir işe girişmeyeceğim.

        REKLAM

        Bunun yerine Schopenhauer’dan girip, ressam Pierre Bonnard’dan çıkarak arada şair çift Ted Hughes ve Sylvia Plath’a da uğrayarak aşk ve cinselliğin neden çözülmesi belki de imkansız olan bir gizem içermekte olduğunu anlatmaya çalışacağım.

        SCHOPENHAUER VE CİNSELLİK

        Babam hayatı boyunca Schopenhauer okudu, onu iyi anlamaya çalıştı. Bendeki filozofa yönelik saygı ve sevgi babamdan kalmış olan bir mirastır.

        Şimdi size filozofun çeşitli düşünürler üzerine etkisini anlattığımda bu kadar güçlü ve farklı düşünürü etkileyebilmiş bir filozofun iş aşk ve cinselliğe gelince nasıl bu kadar vasatlaşabildiğini, adeta çocuklaştığını anlamakta benim gibi zorlanacaksınız .

        İlk önce filozofun müthiş etki dünyasını biraz anlatayım da sonra onun aşk ve cinsellik üzerine vasat görüşlerine geliriz.

        Richard Wagner’ın, 'Tristan und Isolde' adlı büyük operasını Schopenhauer’in yazılarını okuduktan sonra onunla bir diyalog olsun diye yazdığı söylenir. Sigmund Freud, psikanaliz sisteminin belli başlı noktalarını Schopenhauer’dan öğrendikleriyle kurmuştur. Daha sonra Jung da eserlerinde sıkça Schopenhauer’in adını geçirmiştir. Schopenhauer’in en yaratıcı, en büyük yazarlar üzerinde etkisi de büyüktür. Tolstoy, Turgenyev, Proust, Zola, Thomas Mann, Thomas Hardy, Joseph Conrad ünlü filozoftan etkilendiklerini açıkça söylemişlerdir.

        Hatta Tolstoy’un Anna Karenina’sında ve Thomas Hardy’nin Tess adlı büyük romanında Schopenhauer karakterleri yer almaktadır. Ayrıca Luis Borges, Anton Çehov, Guy de Maupassant, Somerset Maugham’ın çalışmalarında Schopenhauer’in etkisi vardır. Hatta Anton Çehov’un oyunlarında büyük filozofun adı geçer ve ayrıca diğer büyük oyun yazarları olan Luigi Pirandello ve Bernard Shaw’un eserlerinde de onun etkisi hissedilmektedir. Şiirde ise 20’nci yüzyılın büyük şairleri olan Maria Rilke ve T.S. Eliot’un şiirlerinde Schopenhauer’in düşüncelerinin yarattığı fırtınanın etkileri hissedilmektedir. Tabii onun yazdıkları olmasaydı bir Nietzsche’nin ve bir Wittgenstein’ın da olabilecekleri şüpheliydi.

        REKLAM

        Bu kadar farklı ve güçlü düşünür ve sanatçıyı etkileyebilmiş ve kendi felsefi sistemini de sağlam temellerle kurmuş olan Schopenhauer’in iş aşk ve cinselliğe gelince düşüncelerine bir bakar mısınız lütfen:

        Schopenhauer bu konuda özetle, “Sevilen, arzulanan ve sevişilen kadın farklıdır; evlenilip çocuk yapılıp neslin devamını sağlayacak kadın daima farklı olmuştur” demektedir. Bu ikisinin neredeyse hiçbir zaman çakışmaması, bu dünyada yaşanan birçok acı ve trajedinin nedenidir Schopenhauer’e göre.

        Vasat değil mi bu. Schopenhauer’a katiyen yakışmayan derecede basit ve vasat bence bu yaklaşım. Yaşadığı günlerde her herhangi bir kafede boş oturmakta olan eğitimsiz bir kişinin ortaya atabileceği türde bir fikri koskoca filozof adeta derin bir çözümlemeymiş gibi ortaya atabiliyor.

        Bu belki yazının başında dediğim gibi bu konunun dışardan düşünmek ile çözülmeyecek kadar karmaşık ve gizemli olmasından kaynaklanıyor olabilir. Yani Schopenhauer bu durumda bize ne kadar güçlü bir düşünür olursanız olun, benim gibi konu aşk ve cinselliğe geldiğinde belki de sıradan olanı tekrarlamaktan başka çare kalmayabilir, bu konu felsefi açıdan çözümsüzdür demek istiyor dolabilir.

        PIERRE BONNARD'IN AŞK HAYATI

        Diğer her konuda güçlü filozofun bile karşısında çözümsüz kalabildiği aşk ve cinseliğin gizemi ve karmaşıklığı hakkında bir fikir vermesi açısından Fransız ressam Pierre Bonnard’ın hayatını biraz incelemek gerekiyor.

        Bonnard bir gün sokakta yürürken Marthe’nin tramvaydan indiğini gördü. Aşk ve tesadüfler arasındaki bağlantıyı anlatmak için büyük ressam o gün o noktada olmasaydı, başka mahalleye sapmış olsaydı, hatta Marthe’yi ilk kez görmeden önce eğilip ayakkabılarını bağlamaya başlasaydı o tutkulu aşk yaşanmayacaktı. Buyurun hayatta tesadüflerin rolüne inanmayın bakalım.

        Marthe ile tanışmadan önce Bonnard, Renee adlı bir kadınla aşk yaşıyordu. Marthe ile tanışınca Renee bir gün evinin banyosunda intihar etmiş bulundu.

        Marthe ile evlendikten sonra Bonnard tutkuyla, neredeyse cinsel bir haz duyarak, hiç durmadan eşi Marthe’yi çizmeye başladı. Resimlerin hemen tamamında Marthe bir poz verirmiş gibi durmuyordu. Aksine kocasının oradaki varlığından haberi hiç yokmuş gibi görünüyordu resimlerin tümünde. Sonunda Marthe’nin çoraplarını giyerken, tuvalette otururken, banyonun önündeki aynanın karşısında dururken resimleri elimizde ve bu resimlerin tümünde Marthe kocası evde yokmuş gibi davranıyordu. Kadının kendisine tutkuyla bağlı bir erkeğe karşı bu umursamazlığı ve ona aldırmazlığı bende "Acaba aralarında fetişistik bir bağımlılık ilişkisi var mıydı" sorusunu da doğurdu. Ama cinselliğe, tutkulara dair hiçbir şeyin teorisini yapmamaya kararlı olduğumdan bu konuyu düşünmemeye ve ilişkiyi olduğu gibi kabul etmeye başladım.

        Bonnard'ın 'Young Women in the Garden' adlı resmini burada görebilirsiniz...

        Bonnard eşinin resimlerini çizdiği tablolarına bir ucundan adeta kendi varlığını da ispat etmek istermiş gibi kendiyle ilgili bir detayı da koyardı. Örneğin Marthe’nin banyo aynası önünde duran resminde banyo aynasında Bonnard’ın da bir silüeti görünür.

        Veya resmin bi köşesinde resimin tuvali tutar gibi olan baş parmak da yer alır. Bu küçük dokunuşlarla Bonnard "Marthe ben yokmuşum gibi davransa da bakın ben de oradaydım" demek istiyordu herhalde.

        Bence evden hiç çıkılmadığı ve resimlerin konusu sadece tek bir kadın olduğundan oldukça klastrofobik olması gereken bu hayat bir gün yıllar sonra sarsıldı. O güne kadar çizilmiş hiçbir resminde yaşlandığı görülemeyen ve ressamın kafasında daima genç kalan Marthe öldü. Ressam yıllar boyunca devamlı hayalindeki kadının görüntüsünü çiziyordu aslında.

        Bir süre sonra Bonnard başka genç bir kadınla tanıştı ama Marthe’yi kafasından katiyen atamadı.

        Kadına nasıl da takıntılı olduğunu anlatabilmek için ayrıldıktan sonra çizidği bir resimden bahsetmek istiyorum.

        Resim yeni sevgilisini bahçedeki masada oturmuş olarak gösteriyor. Resimde yeni kadın Marthe’nin hiç yapmadığı şekilde ressama sevgiyle bakmaktadır.

        Ressam "Marthe bana hiç bakmadı varlığımı hiç umursamadı ama bakın yeni sevgilim bunları yapıyor" demek istiyordu bu resimle.

        REKLAM

        Ancak resimin sağ altına baktığınızda bir kadının masada oturmakta olan diğer kadına bakmakta olduğunu görürsünüz. Bu kadın tabii ki Marthe’ydi. Ressam aşkını içinden atamıyordu ve sevdiği kadın orada artık olmasa da ressamın tutkulu beyninin içindeydi.

        SYLVIA PLATH

        Artık orada olmasa da sevdiğimizin beynimizin içinde var olmaya devam edeceğini gösteren bir başka örnek büyük şairler Ted Hughes ile Sylvia Plath’ın fırtınalı evliliklerinde yaşandı.

        Evliklerinde birçok problem vardı ve Sylvia Plath oldukça mutsuzdu.

        Bir gece zehirli gaz çocukların odasına da girmesin diye Sylvia çocuk odasının kapısının altını ıslak havlularla kaplayarak gazını açmış olduğu fırının içine başını sokup intihar etti.

        Kocası büyük şair Ted Hughes’in o intiharın sabahında yazmış olduğu ‘Son Mektup’ adlı şiiri yıllar sonra ortaya çıktı. Ted Hughes yine önemli bir şair olan Sylvia Plath'ın intihar ettiği gecenin sabahında yazdığı şiirinde Sylvia Plath’ı kaybetmenin kendisi için nasıl da cehenneme dönüştüğünü ve fiziksel olarak kopmuş da olsa onu kafasından, kalbinden çıkaramadığını anlatıyor ve eşinin intihar ettiği gece neler olduğunu kendi kendine konuşarak anlamaya çalışıyor. Çok güçlü etkisi olan, duygu yoğun bir şiir olmuş bu. Adam zaten istese de kötü tek bir cümle bile yazamazdı..

        El yazısıyla kaleme almış olduğu şiirin sayfalarında birçok düzeltmenin olduğu ve bazı cümlenin üstü çizilerek yeniden yazıldığı görülebiliyordu. Artık orada olmayan sevdiği kadının ardından şair duygularını kaleme almakta zorlanıyor gibiydi.

        REKLAM

        Peki Marthe, Schopanhauer’in dediği gibi acaba Bonnard için sevişilecek ve evlenip çocuk yapılacak kadın özelliklerini birleştiren insan mıydı? Peki Slyvia, Ted için öyle miydi? Bunları kimse bilmez çünkü bütün bu duygular o erkek ve kadın için özel ve başka hiç bir insanın bilemeyeceği türde gizemli duygular.

        Bir çoğu irrasyonel olabilen bu karşılıklı duygularla oluşan aşk ve cinsel tutkuların bireyi nasıl tutsak alabildiğini John Berger ‘Pierre Bonnard’ başlıklı denemesinde ('Selected Essays of John Berger’ içinde sayfa 151) ressamın "L’ındolente: Femme Assoupie Sur Un Lit" adını verdiği resimi analiz ederek anlatıyor. Resimde dağınık bir yatakta bir ayağı yere değerek uzanmakta olan bir kadının silüeti görünüyor. Kadının kim olduğu önemi değildir çünkü o figür dağınık yatakta ressamın hayalinde var olan bir kadındır. Siz bir süre resime baktığınız takdirde figürün nerdeyse ortadan kaybolup onun yerini sadece boş dağınık yatağın almaya başladığını hissetmeye başlayacaksınız.

        Bonnard'ın 'L’ındolente: Femme Assoupie Sur Un Lit' adlı resmini burada görebilirsiniz.

        Belki de her aşk ilişkisinde cinsel tutkularının ağındaki insanların karşısında sadece boş dağınık yataklar vardır ve onu onların hayallerin nasıl ve kiminle doldurduğu sadece önemli olabilir. Bunu da onlar dışında kimse anlayamayacağından Schopenhauer gibi bir büyük düşünür bile aşk ve cinselik konusunda laf etmeye çalışırken vasatlaşıyor olabilir.

        (Dağınık yataktan bahsedince geçmişte çok sayıda üzerinde düşünmüş olduğum bu konuya yeniden o yazılardan yola çıkarak dönmek istiyorum. Önümüzdeki günlerde dağınık yatak ve onun karşıtı konusunu ele alacağım.)

        Diğer Yazılar