Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Oray Eğin , Adorno’nun ve benzeri düşünürlerin kitaplarını durmadan okuduğumdan yakında tamamen delireceğimden emin olduğunu söyledi. Haklı olabilir ona çaktırmadım ama onun yakında olacağını söylediği şey çoktan olmuş bile olabilir.

        O iyi bir New York'lu olarak bana biraz 'shallow' şeyler okuyup düşünmem gerektiğini tavsiye etti. Yani daha hafif konular düşünmem gerekiyor ona göre, ben de katılıyorum ona.

        Biliyorsunuz basınımızda daha iyi seviyeli magazin yazma konusunda bir iddia da var. Seviyeli magazin kavramını Tuğrul Eryılmaz başlattı. Daha sonra Ertuğrul Özkök iddialı girdi bu işe. Ama sonunda Oray bir süreliğine Türkiye’ye gelir gelmez bence en güzel seviyeli magazini yazmaya başladı. Bu yüzden bir yazısından sonra ona magazinin Tolstoy'u diye mesaj atmamın nedeni budur.

        Dedim ki madem tedavi olmam için hafif konuları düşünmeliyim bu seviyeli magazin yazma furyasına ben de bir yazıyla katılayım bari bakalım ne olacak, bakalım Oray’ın korktuğu gibi tamamen delirmekten bu tarihi magazin yazısı sayesinde kurtulabilecek miyim?

        Sartre’nin New York seyahatini daha önce yazdım. Onu şehre muhabir olarak gönderen Paris’te yayınlanan Combat dergisinin yayın yönetmeni Albert Camus’tu.

        Camus da Sartre şehre geldikten iki yıl sonra New York’a ziyaret için geldi.

        Sartre’nin ziyaretinden çok daha büyük olay oldu onun New York maceraları. Çünkü Camus ağır felsefesine, düşüncelerine rağmen eğlenmeyi seven bir magazin figürüydü aslında. Bu yüzden onun New York macerası ile ilgili birçok kitap yazılmıştır. Hatta 2016 yılında New York’ta Camus’un şehirdeki deneyiminin yıldönümünü kutlamak için bir ay süren bir festival bile yapıldı. Şimdi diğer seviyeli magazin yazarlarını kıskandıracak bir şey söyleyeceğim o festival kapsamında Patti Smith’in Camus üzerine yaptığı bir konuşma da vardı. Ben de New York Kütüphanesi'nin o salonundaydım.

        Sartre daha önceki yazımda da belirttiğim gibi New York’ta ilk gün sokağa çıkar çıkmaz bir dizi varoluşsal kriz yaşamaya başladı.

        Oysa tek bir kelime İngilizce bilmemesine rağmen Camus, Sartre’nin kafaya taktığı hiçbir şeye, kafayı takmadan şehrin keyfini çıkarmaya başladı.

        Camus, Humphrey Bogart’a hayrandı. Onun gibi pardösü giyer ve yakasını da sürekli kaldırırdı. Kendisinin de Bogart, Fransız aktör ve şarkıcı Fernandel ve bir Samuray karışımı bir karakter olduğunu söylerdi. Yani hayatta absürdün yeri ve intihar gibi ağır konuları düşünmesinin yanı sıra Camus aslında kendini bir film karakteri gibi görüyordu.

        Bir editörüne "Biliyor musun ben şimdi istersem her filmde bir başrol kapabilirim" diye de yazmıştır.

        Aslında haklı olabilirdi çünkü çok yakışıklıydı, çok da çapkındı. Fiziksel çekiciliği pek olmayan Sartre de büyük ihtimalle ağzı laf yaptığından çapkınlıktan ondan geri kalmıyordu ama Camus hem partileri çok seviyor hem de sık eş değiştirmekten oldukça hoşlanıyordu.

        BUGÜN OLSA BAŞI KESİN DERDE GİRERDİ

        Vassar Üniversitesi'nde ‘İnsanlığın krizi’ başlıklı bir konferans vermeye gittiğinde daha sonra kendisinin anlattığına göre aklı devamlı üniversite bahçesinde gördüğü güzel bacaklı kızlardaymış. Kızları "Uzun bacaklı genç yıldız adayları çimenler üzerinde yayılıyorlardı" diye anlattı Camus daha sonra. Ne diyeyim, iyi ki ‘Me Too’ hareketi o günlerde yoktu, yoksa bu lafın bedelini ona fena ödetirlerdi.

        Vogue dergisinde de staj yapan 19 yaşındaki Patricia Blake ile sıkı bir aşk da yaşadı.

        Camus’un ölüm konusunda düşündüğünü ve yazdığını anlayan kız ona Amerika’da cenaze işleri yapanlar için çıkarılan Sunnyside, Casket ve Embalmer’s Monthly gibi meslek dergilerini arayıp buldu. Camus bu dergileri ciddi biçimde incelemiş ve bazı yazıların çevrilmesini bile istemiş. Bir dergide gördüğü ’Siz ölün. Biz gerisini yaparız’ sloganlı reklam ise çok dikkatini çekmiş Camus’un.

        ABSÜRT VE İNTİHAR

        İntihar ve ölüm kavramları üzerine çok düşünmesine ve hayatı anlamsız bulmasına rağmen Camus intihar fikrini reddetmiştir. Camus anlamsız bir varoluşu devam ettirip ettirmemekle ilgili düşünüyordu. Ateist ve materyalist bir paradigmadan konuya girmesine rağmen Camus, tüm anlamsızlığına rağmen yaşamaya devam etmek ve intiharı reddetmek gerektiğini savundu. Peki ama nihai amaçtan yoksun ve ölümlü, yok olup gidecek bir varoluş nasıl kabul edilebilir? Camus, varoluşun önündeki en büyük engel olan ölüme karşı direnmek ve anlamsız olmasına rağmen hayata sarılmak gerektiğini söyledi. Bu Camus’a göre absürttür işte. İnsan absürde sahip çıkıp yaşamını sürdürmek zorundadır. Camus, absürt kavramını bir antik Yunan miti olan Sisifos mitini düşünürken buldu. Her gün tepeye zorla çıkardığı kayanın tekrar aşağıya yuvarlanmasına rağmen bu işlemi devamlı tekrar eden Sisifos’un da bu yaşamına rağmen mutluluğu bulduğunu çünkü hayatın o anına sahip çıkmakla absürdü kucakladığını söylemektedir.

        VE CAZ

        Hayatın o anına sahip çıkmak ve absürdün farkında olup onu kucaklama fikirlerinin Camus’u caz sanatına en yakınlaştıran düşünür olduğu daha önce değindiğim New York Camus Festivali'nde yapılan bir konuşmada da dile getirildi.

        REKLAM

        Şarkıcı ve besteci Ben Sidran, Camus’un ’Sisifos miti’ başlıklı metininden esinlenerek bestelediği 'The Blue Camus’ şarkısını sunduğu festivalde yaptığı konuşmada caz ile varoluşçuluğun kesiştiği birçok nokta olduğunu söylemiştir. Harlem’in bütün caz kulüplerinde müzik dinleyen Camus gerçi kendisinin varoluşçu olmadığını her yerde anlatıyordu ama caz ve varoluşçu düşüncenin ortak kesişme noktaları hakkındaki bu düşünceye katılır mıydı bilemiyorum.

        Sigara adı verdiği bir kedisi de olan Camus arabasını nedense hiç kilitlemezdi, yazılarını hep ayakta yazardı ve kötümser olarak nitelendirilebilecek kitaplarına rağmen çok neşeli bir insandı. Hannah Arendt bu yüzden New York Herald Tribune gazetesine yazdığı ‘What is this Philosophy They Called Existentialism’ başlıklı yazısında kötümser düşüncesine rağmen Camus’un bu neşeli karakterine dikkat çekmiştir.

        Camus ise bir insanın kötümser düşünceleri olması kendisinin de kötümser olmasını gerektirmediğini söylemiş ve "Hayatı yaşamalıyız Don Juan’a bakın o nasıl yaşadı" diye de eklemiştir.

        Camus canlı, hayatı dolu dolu yaşayan bir insandı ve bu yüzden seviyeli bir magazin yazısını da hak etti bence bu arada New York’tan aklında kalan en önemli hatıra da Times Square’da gördüğü ağzından duman çıkan reklam figürüydü.

        *

        Yararlanılan kaynaklar:

        1-A Life Worth Living: Albert Camus and the Quest for Meaning yazar Robert Zaretsky

        2- The Boxer and the Goalkeeper:Sartre vs. Camus’ yazarı Andy Martin

        3- Albert Camus in New York yazarı herbert R: Lottman.

        4- ‘Albert camus. Stranger in a Strange land. New York’ yazarı Jennifer Shuessler, New York Times march 24 ,2016

        5- The History of Continental Philosophy General Editor: Alan D. Schrift özellikle volume 6 ,poststructuralism and Critical Theory’s Second Generation, Edited by Alan D. Strive ‘French Nietzscheanism ‘ başlıklı ilk bölümü.

        6-'Sisifos Miti ve Bir HEmenötiğin Hermenötiği' yazarı Ramazan Adıbelli

        Diğer Yazılar