Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Oscar Wilde yazarları düşünürken "Doğal olduğunu iddia etmek poz kesmekten başka bir şey değildir" demişti.

        Wilde yazıda yazarın kendi hakkında bir şeyler anlatmasının doğal olamayacağını ve bunu yazmanın doğru olmadığını düşünüyordu.

        O bu düşüncelerinde yanız değildi çünkü 16’ncı yüzyılın ortalarına kadar yazarlar yazılarında ‘Ben’ diyemiyorlardı. Kafalarındaki kurallara göre bu yapılmaması gereken bir şeydi.

        Çok kısa zaman öncesinde bizde de bazı yazarlar bu nedenle ‘biz’ kavramını kullanıyorlardı. Yazılarında "Bizim görüşümüz böyle" "Biz buna katılmıyoruz" türünden cümleler onların yazılarında sıkça görülürdü.

        Ben onların bu duyarlılığına katılmamakla birlikte en azından ruh hallerini anladığımı sanıyorum.

        Oysa yazın dünyasına ‘Ben’in sokulmasıyla ve yazarların yazılarında bir benliğin yaratılmasıyla yazının ufku açılmış ve deneme türünde, hikaye ve romanda çok değişik eserlerin önünde engel kalmamış ve belki de bu şekilde yazabilen yazarlar sayesinde dergi dünyası da yaratılmıştır.

        Yazıda bu devrimi yapan kişi elbette Michel de Montaigne’dir (1533-1592).

        REKLAM

        Montaigne deneme denilen yazı türünün modern tanımını yapmış yazardır.

        Denemelerinde kendisine özgün bir benlik yaratmış ve bu ’Ben’i her yazısına konusu ne olursa olsun daima aktif olarak sokmuş ve sonunda tüm denemeleri bir arada tutan konunun kendisi olabilmesini sağlamıştır.

        Montaigne yazıda o benliği yaratırken utanma ve duygularını gizleme adetinden kendini tamamen arıtmış ve kendisini büyük bir coşkuyla yazılarının içine katmıştır.

        Montaigne’nin yazıda bu devrimi yapabilmesi tesadüf değildi. Elbette çok yetenekliydi ama koşullarının onu yarattığını söyleyebiliriz.

        Ailesinin parası vardı yani geçinme sorunu olmadan yazı düşünme gibi bir avantajı vardı. Babası Fransa’da yaşadıkları bölgede iyi bilinen, sözü geçen bir adamdı. Oğlunun iyi eğitilmesine de çok önem veriyordu.

        Montaigne bu yüzden ana dili olan Fransızca’dan önce Latince okuyup yazmaya başladı. Avrupa düşünce birikiminin lisanı olan Latince, Montaigne’ye ileride çok birikimli bir yazar olabilmesinin yolunu açtı.

        Arada bir kamusal alanda çalışsa da Montaigne genç sayılabilecek bir yaşta kütüphaneye çekilip kitaplar arasında ’kaybolmak’ lüksüne sahipti.

        Yeni bir yazı türü denemekte ailesi tarafından da aktif destekleniyordu. O da tüm birikimini, tüm eğitimini bu yeni yazı türünü icat etmeye yöneltti.

        Olayları yorumlarken daima kendisini işin içine katarak yarattığı bu yeni yazı türü Fransızca’da ‘essayer’den (deneme) gelen 'Essays’ (deneme) türü olarak bilinmeye başladı.

        Birçok eleştirmen deneme yazarlarının yazıda kendilerini anlatırken dürüst olamayacaklarını ileri sürseler de Montaigne arkadaşı La Boetie ile arasında eşcinsel ilişki olabileceğini bile açıkça ima etmiştir yazısında hatta "Yunanlıların aksine bizim toplumumuzda eşcinsel ilişki uygun görülmüyor" da demiştir.

        REKLAM

        Sohbetlerde yazısı sorulduğunda ‘kendisi hakkında casusluk yapmakta olduğunu' ifade etmişti.

        Montaigne ve ondan sonra gelen onun gibi olan yazarların başlıca özelliği bildiklerini sandıkları konularda daima şüphe duymak, yazıda bilmediklerini de anlatmak ve daha önemlisi öğrenirken başlarına neler geldiğini okuyucuyla paylaşmaktır.

        Hayatın en rutin olabilecek olayını anlatırken bile deneme yazarının bu tavrı görülebilir. Örneğin Montaigne’in "Kedimle oynarken ben mi onunla oynuyorum yoksa o mu benle oynuyor bilemiyorum" cümlesi çok meşhur olmuştur.

        Onun için her konu hakkında deneme yapılabilmeye açıktı.

        Örneğin ‘Yamyamlık Üzerine’ başlıklı denemesinde zaten ölmüş bir insanın pişirilip yenilebileceğini ama canlı bir insanın pişirilmesinin doğru olmayacağını yazabilmişti. Sosyal medyada buna benzer düşüncelerin hemen her gün görülebildiği bu günlerde bu tür fikir bize çok orijinal gelmeyebilir ama yazıldığı günlerdeki hakim yazı ideolojisi hatırlandığında o zaman bu tür denemelerin devrimci etki yaptığı anlaşılacaktır.

        Shakespeare dahi Florio’nun çevirisinden okuduğu bu yazıdan daha sonra The Tempest adlı eserinin bir bölümünde esinlenmişti.

        MONTAIGNE OLMASAYDI

        Bu yazının girişinde dediğim gibi Montaigne deneme türünü yaratmasaydı belki de dünyada dergicilik diye bir yayın türü de olamayacaktı. Tatler dergisi (1709-1711) ve The Spectator dergisi (1711-12) Montaigne’nin denemelerinin ekolündeki yazılarla oluşturulmuş yayınlardı.

        Gazetelerde yazan muhabirlerin de yazılarını deneme türünden esinlenerek kendilerini de işin içine sokarak kaleme almalarının doğru olduğu fikrinin kökeni de Montaigne’dir.

        REKLAM

        Benim yıllar önce türün ustası Hunter Thompson’u anlatmak çerçevesinde hakkında yazdığım gonzo gazetecilikte yazar sadece kendini anlattığı olayın içine kendini sokmakla kalmaz olayı da kendi yaratır onu sonra yazar. Bunun da kökenini Montaigne’e bağlamak mümkün.

        İngiliz denemeci Francis Bacon da (1561-1626) yazı üslubunu Montaigne’e borçluydu.

        Thomas Mann’da özgür ifade edilen duygu yoğunluğu, George Orwell’in fantezi dünyası varlıklarını bence Montaigne’in yarattığı ekole borçluydular.

        Hatta birbirlerine zıt karakterler de olsalar Jean Jacques Rousseau (1712-1778) ve Benjamin Franklin’in (1706-17909) yazılarında kendilerinden bahsederken Montaigne’i örnek aldıklarını Daniel J. Boorstin ‘The Creators: A History of Heroes of the Imagination’ adlı çalışmasının ‘The art of being truthful, confessions' başlıklı bölümünde s.567 bu konuya detayıyla giriyor. Bu yazara göre daha sonra gelişen otobiyografi ve biyografi türü de ortaya çıkabilmelerini Montaigne'e borçlular. Bunun üzerinde henüz detaylı olarak düşünmedim ama şimdilik ben de aynı fikirdeyim.

        Diğer Yazılar