Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        19 yıl önceki o günü sanki dünmüş gibi hatırlıyorum. Çünkü eşim 2 gün sonra doğum için Brooklyn’deki hastaneye yatacaktı. Ve bu yüzden o günler benim için her anı hafızama kazınması gereken günlerdi.

        Ağustos ayında olduğumuz için boğucu bir gündü. Plaja gitmek fikri nedense birdenbire ortaya çıktı ve ben ne kadar bu fikre karşı çıktıysam, 2 gün sonra doğum yapacak bir kadının plaja gitmesine ilke olarak karşı olduğumu söylediysem, Akdeniz gibi tabiatı olmayan hiçbir yerde denizin var olduğunu, okyanusun kıyısında olsak dahi, kabul edemeyeceğimi anlatsam da, hatta özellikle okyanus kıyısında olduğumuzdan o görülenin aslında deniz olamayacağını, Akdeniz'e alışık bir kişinin Coney Island’dakine deniz demesinin felsefi açıdan yanlış olduğunu ne kadar söylemeye çalışsam da, o gün o plajdaki kalabalığın arasında denize girmeye çalışmak yerine evde kalıp daha sakin bir intihar yolunu seçmenin daha makul olacağını eklesem de, zaten asabi durumda olan eşimin daha da kızmaya başladığını gördüğümden yola çıktık.

        Trene atladık ve stresimi artıran bir yolcuktan sonra bölgeye vardık ama hatırladığımı sandığım istasyonumuzu kaçırıp yanlış bir istasyonda indik. Bu da eşime "Buraları tanıdığını iddia ediyorsun şu basit işi bile beceremiyorsun" demek fırsatını tanıdı. Daha ağır bir şeyler söylese dahi cevap verecek halim yoktu çünkü dediğim gibi neredeyse doğurmak üzereydi.

        REKLAM

        GÖRÜNCE İNANAMIYORUM DEDİM

        İyi ki de yanlış istasyonda inmişiz. Çünkü ben trenden çıkar çıkmaz gördüğüm manzara karşısında 1937 yılında Death Valley’deki çölün fotoğrafını çekme için hazırlanan sanatçı Edward Weston’un gördüğü muhteşem manzara üzerine dediği gibi "Aman Tanrım bu olamaz" lafını aynen o Brooklyn sokağı için dedim elimde olmadan. Romanlarda anlatılan, filmlerde gösterilen, dizilerde anlatılan bütün tipik Brooklyn sokaklarından alınan görüntüler sanki üst üste bindirilmiş ve sanki sanatçı İdris Han’ın yaptığı gibi tüm fotoğraflar üst üste dijital olarak birbiri içine yedirilip tek bir ideal Brooklyn sokağı ortaya çıkarılmış gibiydi sokağın görüntüsü (İdris Han bazı kitapların tüm sayfalarının tek tek fotoğrafını çekip onları dijital olarak tek bir sayfada gösterme tekniğiyle meşhur olan sanatçıdır).

        İki yanında Brooklyn’e özgü tipik dükkanların bulundu sokağın üstünden yükseltilmiş platformda tren geçiyordu. ‘Once Upon A Time in Amerika’ filminin yönetmeni Sergio Leone bu sokağı çektirip "Brooklyn denilince anlaşılması gereken şey işte budur" diye filmine koysa harika olurdu bence.

        Plaja zaten baştan gitmek istemediğimden o sokakta durup saatlerimi geçirebilirdim ama bu olamadı tabii ki. Bana Sartre’nin ‘Cehennem diğer insanlardır’ lafını hatırlatan plajda yerimi alıp mutsuzluğumu eşime belli etmemeye çalışarak yaşamaya başladım. Fakat küçük bir zafer de kazandığımı söyleyebilirim çünkü üç saat buyunca denize girmemeyi başardım onca saati sadece çevredeki nedense abartılı mutlu olabilen insanlardan nefret etmekle geçirdim.

        REKLAM

        SOKAĞIN FOTOĞRAFINI BULDUM

        O sokağın görüntüsü hafızama o gün hatıra olarak kazınmıştı. Bir daha göremem herhalde derken geçen hafta sonu büyük boylu fotoğraf kitaplarımı karıştırırken fotoğraf sanatçısı William Gedney’in sokak fotoğraflarını görünce içim sıcak duygularla doldu.

        Dünyayla bağı objektifinden gördüğü dünyayla sınırlı olan ve inzivaya çekilmiş olup insanlardan uzak ve onlara sadece fotoğraflarını çekerken yaklaşan bu sanatçının o caddede yaşadığını öğrendim. Evinin penceresinden sokağın görünümünü takıntılı biçimde çekmiş. Her mevsimde aynı noktaları çektiğinden mevsim değişimlerinin sokaklara nasıl farklı anlamlar verebildiğini de görebiliyorsunuz. Kar yağarken çekilmiş olan sokak fotoğrafı beni en çok etkiledi çünkü yoğun kar insana hapis kalmış duygusu verebiliyor. Açık pencereden çekilen sokak görüntüsü ise bu yüzden sanki özgürlükmüş gibi gelebiliyor. Zaten açık kapı veya pencerelerinin fotoğraflarının aslında umudun fotoğrafları olduğu William Henry Fox Talbot’un, Paul Strand’ın, Dorothea Lange’in ,Walker Evans’ın kapı fotoğraflarını yorumlayan Geoff Dyer tarafından ‘The Ongoing Moment’ adlı çalışmasının 213’üncü sayfasından itibaren söylenmiştir.

        HATIRALARA DÖNMEK

        Nasıl ki Proust çayına kurabiyesini bandırıp tek bir lokma ısırdığında geçmişin hatıralarına dönüyorsa ben de sokağın fotoğrafını görünce geçmişime döndüm. Ama sadece 19 yıl öncesine değil 55 küsur yıl öncesine kendi çocukluğuma döndüm. Ve içimde inanılmaz bir pişmanlık duygusu oluştu. Bizim ülkemizde çocukluğumuzu yaşadığımız sokakları bugün gördüğümüzde tanımamız vahşi ‘gelişme’ nedeniyle imkansız olduğundan keşke ben de 10 yaşımdayken evimizin penceresinden William Gedney’in yaptığı gibi sokağımızın fotoğraflarını çekmiş olsaydım diye düşündüm. Annemin pazardan dönerken bir karesi şimdi elimde olsaydı veya babamın sabaha karşı eve dönerken bir görüntüsü elimde bulunsaydı. Sokakta buluşan arkadaşlarımın benim yerimi boş bırakarak bahçenin duvarında yan yana oturma anları şimdi fotoğraf olarak bulunsaydı yitirdiğim, sevdiğim bütün insanları çok daha güzel düşünmek imkanım olurdu diye hüzünlendim açıkçası. Bu aynı zamanda o fotoğraflar bugün elimde olmadığından yazmayı çok istediğim fotoğraf kitabının fırsatını da elimden kaçırmanın acısını da yaşattı bana.

        Diğer Yazılar