Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bir süredir ekonomi biliminin tüm araçlarını devreye sokmama ve iktisat tarihinin çeşitli teorilerini çözüme ulaşmak için denememe rağmen bir muammaya cevap bulamıyorum.

        Var olduğu söylenen ve benim de rakamlara baktığımda olması gerektiğini düşündüğüm ağır ekonomik krizin gündelik yaşamdaki mutlaka olması gereken davranışsal sonuçlarını, bunu aktif biçimde aramama rağmen, bir türlü göremiyorum. Üstelik ülkenin göstergelerini iyi okumayı bilmesi gereken eski ekonomi bakanı Ali Babacan, "Uyarıyorum. Türkiye Cumhuriyeti iflasın eşiğindedir" diye tweet de atmıştı.

        Bu konuda üst üste birkaç yazı yazdığımdan bu konudaki ısrarım nedeniyle belki sıkıcı olmaya başlamışımdır ama bu krizin sokağa yansımaması muamması çözülemeden bu ülkede ne iktidarı ne de muhalefeti doğru dürüst siyaset yapamaz. Çünkü ikisi de, özellikle muhalefet gerçeklikten kopmuş demektir.

        Krizin sonuçlarını bulmak için çalışmaya kendi yaşadığım ortamlardan başladım.

        Kendi var olabildiğim ortamlar orta sınıfların düşük ve orta kesimleri olduğundan ve hemen her iktisadi kriz bu sınıfı ilk önce fena vurduğundan krizin sonucunu onların gündelik davranış biçimlerinden hemen göreceğimi sanıyordum.

        Ne tür kriterlere baktığımı anlayabilmeniz için bir örnek vermeliyim; 2001 krizi başlamadan önce eşim ve ben Bodrum’a yerleşmiştik. Kriz başladıktan sonra İstanbul'a arabayla bir iş için geldiğimizde daha yoldayken ekonomik krizin en somut göstergesiyle kaşı karşıya kaldık.

        REKLAM

        İstanbul'a yaklaştıkça trafik azalmaya başladı. Şehir içi yollara girdiğimizde trafik İstanbul standartlarına göre yok düzeye bile inmişti. Ne yazık ki yeni işsiz kalanlar ve paraları artık benzin almaya yetmeyenler arabalarını kullanmayı bırakmışlardı.

        Bu hemen her ülkede ekonomik krizin sokağa ilk somut yansıma işaretidir.

        Sonra şehir içinde ara sokaklara girdiğimizde daha önce içi müşteri ile dolu olmasına alışık olduğumuz birçok mekanın bomboş olduğunu da görmüştük. Bunları gördükçe arabayı kullanmakta olan Rana’ya "Şimdiye kadar teorik düzeyde olan kriz şimdi pratik düzeye de indi" demiştim.

        Şimdi ise İstanbul trafiğinde bir rahatlama gören oldu mu bileniyorum ama ben trafiğin son zamanlarda daha da artmaya başladığını düşünme başladım. Keza içi boş olan mekan da ortada pek yok. İnsanlar maşallah benim fiyatlarından çekinerek gitmeyi düşünmeyeceğim yerlerde yiyip içiyor ve eğleniyorlar.

        Orta sınıf mekanlarında durum böyleyken bir de bu sınıfın üst kesimi ve diğer yüksek sınıflar açısından da bakalım meseleye….

        Vur patlasın çal oynasın

        Vur patlasın çal oynasın
        0:00 / 0:00

        Polemiğe yol açmak amacım kesin değil. Sadece Ali Babacan’a samimi bir soru sormak arzusundayım. 'Türkiye Cumhuriyeti iflasın eşeğine geldi’ lafı bir siyasi tarafından öyle kolay söylenecek bir laf değil. İngilizcesi de yazılmış olan bu görüşün hem ülke açısından hem de lafı eden siyasi açısından maliyeti yüksek olabilir.

        Kendisi kadar iyi bir iktisatçı olduğumu katiyen düşünmemekle birlikte bu işin eğitimini almış bir yazar olarak onun bakmış olduğu göstergelere ben de baktığımda onun vardığı sonuca maalesef ben de teori düzeyinde varıyorum.

        Veriler böyle diyor ama benim anlayamadığım çok tuhaf bir şeyler de oluyor. Ağır krizin etkileri ne birinci yazımda anlatmaya çalıştığım orta sınıflarda ne de şimdi anlatacağım durumu daha iyi olması gereken kesimlerde görülmüyor bir türlü.

        Sayın Babacan'a ricam şimdi benim bakmakta olduğum İstanbul'un yaz sezonu aktivitelerine bir baksın lütfen.

        Ben başlarda bu yaz magazin yazarlarının işinin çok zor olacağını düşünmekteydim. Çünkü onların yazı için beslendiği dünyaların bu yazın söneceğini sanıyordum. Öyle ya ağır bir krizin olduğu ve bunun daha kötü sonuçların olacağı söylendiği bir ülkede eğlenmenin, keyfin bu kadar olması mümkün ve mantıki değil. Bu sonuca varmak için ekonomi eğitimi almak da gerekmiyor sadece rasyonel çıkarım yapma yeteceğinin bulunması yetebilir.

        İstanbul’un yaz sezonu programına baktığımda sayıları sezonun sonuna kadar nerdeyse 100’ü aşan etkinliğin var olduğunu görüyorum.

        Salgın döneminde işsizlikten haklı olarak şikayet eden müzisyenler bazen bir günde iki ayrı festivale katılmak için kendilerini zorlar hale gelmişler.

        Bu konserlerin her birisinde bilet fiyatları hayli yüksek. Aralarında ayakta izlemek için bile en az 300 lira ödenenleri bile var. Öğrenebildiğim kadarıyla bu konserlerin çoğuna bilet bulabilmek oldukça zormuş.

        Bunun dışında tatil yörelerinden de doluluk oranlarının yüzde 85 ile 90’a yaklaşmakta olduğu haberleri de geliyor. Devlet Opera ve Balesi yaz programında Bodrum’da vereceği konserleri de ilan etti.

        Benim gibi orta sınıftan arkadaşlarım daha önce çıkabildikleri tatillere bu defa pahalılık gerekçesiyle çıkmazken konserlerde, tatil yörelerinde bu doluluğu sağlayan halk kesimi kimlerdir ve onlar parayı bu ortamda nereden bulmaktadırlar.

        Şimdi akla gelen mantıki soru şu; bu görünüm çok ağır bir kriz yaşamakta olan ve hatta iflasa gidildiği söylenen bir ülkeye uygun mudur? Cevap eğer 'evet'se birisi bana bunun gerekçesini açıklayabilir mi? Batan bir gemide ölüme giderken olabilecek psikolojik tepki coşkusu mudur bu?

        Bugüne kadar bu Türkiye’ye özgü bu muammanın mantıki bir açıklamasını yapabilen çıkmadı.

        Tekrar ediyorum neler olduğu tam anlaşılmadan bu ülkede özellikle muhalefetin tutarlı bir siyaseti başarılı bir biçimde yapabilmesine imkan, ihtimal yok.

        Titanik mi yoksa Neron sendromu mu?

        Titanik mi yoksa Neron sendromu mu?
        0:00 / 0:00

        Benim eğitimim iktisadi düşünce tarihi üzerine. Kriz dönemlerindeki insani davranış biçimlerini analiz etmeye bu tarihi bakış belki yetmiyordur diye geçmişte sadece seçmeli ders olarak almış olduğum davranışsal iktisat kitaplarına da tekrardan bakmaya başladım.

        Maalesef kriz dönemindeki Türkiye insanının davranışlarını açıklayacak bilimsel teoriye ben rastlayamadım.

        Bunun üzerine yaşananlara acaba Titanik sendromu mu desemyoksa Neron sendromu mu diye de düşünme başladım.

        Malum Titanik batarken bile balo salonundaki çalgıcılar müzik çalmayı sürdürüyorlardı.

        Eğer bu sendromun bugün Türkiye’de var olabileceğini söylersek ülke batarken bile eğlencenin sürdürüldüğü gibi acımasız ve rahatsız edici bir sonuca varmamız gerekebilir. Bunu da hiçbirimiz istemeyiz herhalde.

        Roma İmparatoru Neron’un Roma şehri yanarken odasının penceresinden yangını seyrederken lir çaldığı hikayesi büyük olasılıkla doğru değildir ama bu da Roma İmparatorluğu hakkındaki söylemlerden bir tanesi olmuştur. Bu sendromu eğer Türkiye’ye uyarlayacak olsak, Neron Roma’nın bir kısmının yanarak yıkılmasını bu daha sonra kendisine Roma’yı istediği gibi inşa etme imkanını vereceği için zevkle seyrettiği de söylenir. Bu sendrom varsayımı Türkiye’ye uyarlamak bazı muhaliflerin onayını alabilse de bu sendromun da oldukça acımasız ve insana keşke böyle şeyler hiç düşünmesek dedirten derecede olumsuz bir görüş olduğunu söylemeliyim.

        Anlayacağınız ben ne davranışsal iktisat bilimiyle ne de tarihten aldığım bazı örneklerle Türkiye’ye özgü davranış sendromunuaçıklayabilme imkanına sahip değilim.

        Orhan Bursalı, İlhan Kesici, Yıldıray Oğur

        Orhan Bursalı, İlhan Kesici, Yıldıray Oğur
        0:00 / 0:00

        Muammayı açıklamaya cesaret edebilecek fazla düşünür çıkmadı ancak Orhan Bursalı Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde 19 Haziran günü ‘Lokantalar neden dolu, konut zenginleri ne kadar’ başlığı attığı yazısında konuya cesur biçime girdi ve Türkiye’ye özgü muammaya kendi içinde tutarlı olan bir cevap oluşturmaya girişti. Orhan Bursalı şunları yazdı:

        "Bir tartışma var: Ekonomik kriz bu kadar derinken lokantalar boş değil. Hayır, öğle yemeklerinin yendiği sıradan halk lokantalarından bahsetmiyorum. Orta hal ve üzerindeki lokantalardan, meyhanelerden, iyi kebapçılardan... Genel kanaat, böyle bir kriz yaşanıyorsa, buralarda etkisini görmek gerek.

        Bazı gazeteciler gözlemlerini yazdı ve krizle müşteri doluluğu arasındaki ilişkinin tersliğini anlamaya çalıştı.

        Ekonomistler tartışmaya el attı. Dediler ki: 1) Enflasyon azdığı ve para sürekli değer yitirdiği için eldeki parayı harcamak en iyisi... 2) Ertelenmiş harcamalar gündeme geldi, pandemiden tüm kısıtlamalar kaldırılınca lokantalar dolmaya başladı…"

        Orhan Bey gibi düşünüyorum bu açıklamalar saygın bir girişim ama olan biteni açıklamak açısından yeterli değiller. O yüzden başka bir açıklama bulmak gerekiyor, Orhan Bey de bazı kesimin kira gelirlerine durumu bağlayarak yapıyor bunu ve şöyle devam etmiş:

        "Ülke, bir azınlık mı yoksa epey bir çoğunluk mu, konut ve kira zengini ile dolu. Hele konut ve kira fiyatlarının tepe yaptığı son bir yıldır, bu kesimin harcamaları da rahat.. Dolayısıyla krize rağmen iyi lokantaları dolduran da bu kesim. Ve tabii ki üst kesim beyaz yakalılar…"

        Bu da saygın ve iç tutarlığı olan bir açıklama girişimi ama bu durumdaki insan sayısı hem lokantaları hem konserleri hem de tatil yörelerinin tümünü dolduracak kadar fazla sayıda olamayacağından bu açıklama da bence maalesef yeterli olamıyor.

        Bir de CHP Milletvekili ilhan Kesici’nin açıklaması da var o da bana dedi ki "Bu ülkede AKP döneminde toplumun yüzde 10’u zengin oldu. Bu yüzde 10 her şehirde var ve onlar şehirlerdeki lokantaları doldurmaya yetebilir."

        Yıldıray Oğur da Karar gazetesindeki köşesinde "'Nasıl kriz var, her yer dolu diyenler' o genişleyen ve zenginleşen yüzde 20’lik üst sınıfı görüyorlar." diye yazdı 'Bu yaz tatile nereye gidemesek' başlıklı yazısında.

        İlhan Kesici zenginleşen insan oranını yüzde 10 olarak tespit etmişti Yıldıray Bey ise yüzde 20 oranını veriyor. Hangi oranı alırsanız alın benim sokakta gördüğüm insanlar zengin, değildi zengin semtlerde bile yaşamayan orta halli mütevazı insanlardı ama onlar da bir şekilde para harcamayı sürdürüyorlardı.

        Diğer Yazılar