Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Jean-Luc Godard’ın 91 yaşında tıbbi yardımla intihar ederek hayatına son vermesi beni hiç şaşırtmadı. Onun hayatını ve teorilerini biraz biliyorsanız sizin de benim gibi şaşırmamanız lazımdı.

        Godard’ın bence en güzel yanı kural tanımazlığı ve hangi işe el atarsa verili kuralları kabul etmeden onu kendi koyduğu kurallar çerçevesinde yaşamasıydı.

        İlk filmini çekmeye giriştiğinde de amacı o zamana kadar oluşmuş tüm film çekme kuralarını yıkarak yerine yenilerini getirmekti.

        Ve bir dizi filmiyle bu amacını muhteşem biçimde gerçekleştirdi.

        Bunu yapmakla kalmadı yaptığının teorisini de oluşturdu. Sadece Fransa’da değil tüm dünyada (Amerika'da etkisi olağanüstü olmuştu bunu ayrı yazıda daha çok açacağım) sinema tekniği ve film teorisi üzerine Truffaut gibi yönetmenlerle birlikte devrimci değişimi başlatmıştı.

        Döneminde çıkarılan Cahiers du Cinema dergisinde daha sonra New York’tan Moskova’ya film derslerinde ders kitabı niyetine okutulan yoğun ve zengin içerikli devrimci yazılar yayınlandı.

        Bunların başlattığı ve Amerika’daki sinemayı etkileyen Auteur Theory (Yazar Teorisi) filmlerde yönetmenin rolünün aynen bir büyük romanı yazan yazarı gibi olduğunu ve filmi sadece yönetmeninin vizyonu ve tekniğinin belirlediğini söylüyordu.

        Nasıl ki çekimi yapılmakta olan filmde yönetmen bir ulu güç gibi her şeyi kontrol ediyorsa Godard da bu teorisine benzer biçimde kendi hayatını da hep kendi yazdığı şekilde, kendine uyan kurallar çerçevesine yaşadı.

        Ve 91 yaşına geldiğinde yine yaşadığı gibi hayatına da kendi yazdığı biçimde uygun son verdi. yine kendi kurallarını koydu ve kendi yönettiği bir süreç ile veda etti.

        Yönetmene biraz ayıp olacak ama

        Yönetmene biraz ayıp olacak ama
        0:00 / 0:00

        İtiraf etmeliyim ki ben 1970’li yıllarda Godard’ı bir yönetmen olarak filmlerini seyrederek değil, başta yazılarını ve onun hakkında yazılanları okuyarak öğrenip sevmiştim. Büyük filmler yaptığını biliyordum ama onu uzun zaman boyunca filmlerini seyretmeden sevmeyi sürdürdüm.

        Bu konudaki tavrım caz konusundaki tavrıma benziyor. Örneğin şu anda yayına hazırlanmakta olan temelde caz hakkında olan bir kitabım da var. O çalışmanın tümü benim bir caz parçasından haberdar olmam ile başlamıştı. Bakın yine dinlemek değil haberdar olmaktan bahsediyorum. Çünkü John Coltrane’in o parçasını hakkında çok sayıda yazı okuyup tarihini öğrendikten sonra dinlemeye başlamıştım.

        Belki inanmayacaksınız ama ben Godard’ı anlamlı biçimde seyretmeye ancak şimdi başlayabileceğimi düşünüyorum. Resim olsun, klasik müzik, caz olsun hangi sanat olursa olsun oradaki eseri benim tam anlayabilmem eserin kendini deneyimlemekten değil ancak onun hakkında yoğun okumamdan sonra olabiliyor.

        Bu yüzden de beğendiğim sanat türleri listemde edebiyatı bir sanat düzeyine yükselten yazarlar hep en başta yer alıyor.

        Yazılar aracılığıyla Godard’a nasıl vardığımı da bir sonraki yazıda açmayı planlıyorum.

        Auteur Teorisi New York'ta

        Auteur Teorisi New York'ta
        0:00 / 0:00

        Godard'ın film teorilerini öncelikle Cahiers du Cinema dergisinde yazdığını ilk yazıda söylemiştim. Bu dergi içeriği 1970’li yıllarda, 50’li yıllardan itibaren sadece Avrupa’da değil New York’ta da çok ilgiyle ve ateşli taraftar kitlesi tarafından izleniyordu. Derginin bayrağını taşıdığı ve Godard’’ın da katkısı olan ‘Auteur Teorisi’ filmde tek belirleyicinin filmini bir yazarın romanı yazdığı gibi 'yazan' yönetmen olduğunu ve onun sanki klasik büyük roman yazarları gibi filmini yarattığı anlatılıyordu.

        Bu teorinin New York’taki en büyük savunucusu haftalık Village Voice gazetesinin film eleştirmeni Andrew Sarris’ti . Auteur Teorisi'ne en ateşli karşı olan etkin yazar ise New Yorker dergisinin film eleştirmeni Pauline Kael’di.

        O yıllarda kendisini kısıtlı dinleyicinin bulunduğu oturumlarda dinleme şansını bulduğum Kael müthiş ateşli ve saldırgan, polemiksel üslupla yazar ve her filmi akademik açıdan değil duygularıyla eleştirirdi. Ona göre filmlerde sadece yönetmen değil bir kolektif çalışma önemliydi ve bazen senarist veya görüntü yönetmeni yönetmenden daha önemli olabiliyordu.

        Üniversite yıllarımda bir grup arkadaşla birlikte en büyük keyfimiz her hafta yeni gösterime çıkan filmi ‘sanat filmleri’ gösteren sinemalarda seyrettikten sonra iki eleştirmenin film hakkında farklı görüşlerini ve kavgalarını okumaktı. Bu entelektüel açıdan son derece doyurucu bir süreçti ve ben bu süreç sonucunda Godard’ın filmlerini ve önemini daha iyi öğrenmeye başladım.

        Jerry Lewis

        Jerry Lewis
        0:00 / 0:00

        Son zamanlarda beni hayli üzen konulardan bir tanesi de seçimde ilk kez oy verecek gençlerimizin oy vermeye hayatlarında hiçbir Jerry Lewis filmi seyretmeden bırakın seyretmeyi Jerry Lewis adını bile duymadan gidecek olmalarıydı. Ben işte bu yüzden onların oylarından çok olumlu bir sonuç bekleyemiyorum.

        1960’lı 70’li yıllarda filmleri Türkiye’de büyük beğeniyle seyredilen ve tek kanalı siyah-beyaz ekranda da gösterilen Jerry Lewis büyük komedyen ve büyük bir oyuncuydu.

        Onun filmleri neden yeniden yeni kuşaklara gösterilmez ve onlara da tanıtılmaz bilemiyorum. Kötü diziler ve kötü filmler ile tekrarlar yapılacağına birkaç Jerry Lewis filmi seyretmek yeni kuşakların da beynini açar diye düşünüyorum.

        Ölümünden sonra Godard hakkında yeniden okurken onun Jerry Lewis’e özel önem verdiğini gördüm. Godard, Lewis’in bizzat yönettiği filmlerin usta işi olduklarını ve onların Auteur Teorisi'ne uygun filmler olduğunu söylerdi. Uzmanlar onun özellikle 'Bellboy' adlı filminin bu düzeyde bir film olduğunu söylüyorlar. Bence Türkiye’de gençleri Jerry Lewis sanatıyla tanıştırmanın zamanı çoktan geldi.

        Diğer Yazılar