Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Design Week Turkey ismiyle Türkiye Tasarım Haftası’nın üçüncüsü dün başladı. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı İsmail Gülle ev sahibi. 16-18 Kasım tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi’nde devam edecek olan bu üç günde Türkiye’de bir tasarım kültürü oluşturmak, tasarımın ekonomideki rolü, sağladığı katma değer, Türk tasarım ihracatının cari açığı azaltmada sağlayacağı fayda gibi konular konuşulacak ve tabii asıl amaç, Türk tasarımına dikkat çekmek. Ana tema “Tasarım Ekosistemi”. Yani bir ülkenin tasarım ihraç edebilmesi için nasıl bir iklim oluşturmak gerekir?

        REKLAM

        UNITED COLORS OF BENETTON’UN YARATICI DİREKTÖRÜ

        Design Week Turkey, tasarım etinliğine dünyaca ünlü isimleri davet etti TİM. Bunlar arasında United Colors of Benetton’un kışkırtıcı kampanya yaratıcısı Oliviero Toscani, BMW, Nike, Pepsi, Samsung gibi markaların endüstriyel tasarımcısı Benjamin Hubert, LUMIUM’un CEO’su Srini Srinivasan, ürünleri sınır dışına taşmış Autoban Mimarlık’ın kurucu ortağı Seyhan Özdemir ve Rihanna, Lady Gaga ve Madonna’nın favori moda tasarımcısı 25 yaşındaki Dilara Fındıkoğlu da var. 22 panel ve konferans, 50’den fazla konuşmacı, 19 sergi hep bu üç gün içine sığdırılacak.

        Oliviero Toscani
        Oliviero Toscani

        Geçtiğimiz perşembe gecesi Benneton’un Türkiye, Ortadoğu ve Afrika CEO’su İdris Onay’ın ev sahipliğinde, İtalya’nın İstanbul Başkonsolosu Elena Sgarbi’nin de katılımıyla, Oliviero Toscani onuruna Çırağan Sarayı’nda verilen bir akşam yemeğine davetliydim. Oliviero Toscani, Benneton markasına kimlik kazandıran kışkırtıcı, tabuları yıkan ve tartışmalı reklam kampanyalarıyla hep kendisinden bahsettiren iletişimci ve reklam fotoğrafçısı. Şehvetle öpüşen rahip ve rahibe, beyaz bebeğini emziren siyah bir kadın, ölüm yatağında yatan bir AIDS hastası, ölüm hücresinde idama gitmeyi bekleyen bir mahkum, göbek bağı bile henuz kesilmemiş annesinin karnından alınmış yeni doğan bir bebek, biri bir beyaza, biri bir siyaha biri de bir sarı ırka ait üç kalp. Bütün bunlar ve daha nicelerinin yaratıcısı bir iletişimci Oliviero Toscani. 1982 yılından 2000’e kadar Benetton’un kampanyalarını yürütüyor, genç giyim markasının her kampanyasının üzerinde konuşulmasını sağlıyordu. Sonra ne olduysa ayrıldı ama 2017’nin Kasım aynında yani tam bir yıl önce tekrar döndü Benetton’a. Toscani, aşk, ırkçılık, savaş, din gibi kouları bolca, sıkça ve korkusuzca kullanan bir reklamcı. Sadece Benetton değil, Esprit, Valentino, Chanel gibi diğer dev markalarla da çalıştı ve onlara da katkıda bulundu. Reklamcılarla konuşuyordum; “Reklam tarihine geçmiş bir isimdir, şu anda da reklam kampanyaları diyince akla gelen ilk isimdir” dediler. Bir Milano’lu ve şu anda 76 yaşında Toscani.

        Serfiraz Ergun: Nasıl 17 yıl sonra Benetton’a geri döndünüz?

        Oliviero Toscani: Tabii ki eşsiz bir mücadele ve bir meydan okuma arzusu ile. Onlar benim nasıl iş çıkardığımı biliyorlardı. Bu yaşımda kabul ettim.

        SE: Bu sefer Benetton’da ne kadar kalacağınızı düşünüyorsunuz?

        OT: Luciano Benetton yakın arkadaşımdır. Biz burada deneysel birşey yapıyoruz.

        SE: Şimdiye kadarki kampanyalarınızdan taviz verir misiniz, mesleğinizde bir U dönüş yaşar mısınız?

        OT: Ne demek? Hiç bir şeyden geri dönmem. Hayatta U dönüş yapmam.

        SE: Peki bir idam mahkumunun fotoğrafını hücresinde çekip kampanya yaptığınız için ayrılmamış mıydınız? Provokatif kampanyalara devam mı yani?

        OT: Hepsi medyanın uydurması. Ben başka tecrübeler için ayrılmıştım oradan 18 yıl önce. Kimse inanamıyor insanların özgürlük ihtiyaçlarına. Hiç bir neden yoktu ayrılmam için. Sadece New York’ta bir kız arkadaş buldum kendime, onunla yaşamaya gittim.

        SE: Orada ne yaptınız? Moda dünyasına mı girdiniz?

        OT: Hayır, Tina Brown’un dergisinin kreatif direktörlüğünü yaptım (Vanity Fair ve The New Yorker’ın efsanevi kadın yayın yönetmeninden bahsediyor)

        SE: Ne kadar kaldınız New York’ta böyle radikal bir karar sonrası?

        OT: Bir yıl.

        SE: İtalya’ya geri mi döndünüz?

        OT: Hayır, benim her yerde evim var. Paris’te dairem, New York’ta stüdyom, Toskanya’da zeytin ürettiğim şarap yaptığım bir çiftliğim, Alpler’de Megeve’de bir dağ evim var.

        SE: Kayak da yapıyorsunuz. Güzel... Zevklisiniz.

        OT: Evet bir yere takılıp kalmayı sevmiyorum, dolaşıyorum.

        SE: Mutlu birisi misiniz?

        OT: Şanslıyım. İmtiyazlıyım. Doğa bana karşı çok bonkör davrandı. Bunu kabul ediyorum. Liberal bir aileye doğdum. Babadan, anneden, eğitimden baskı görmedim. Çok genç yaşlarımda bol seyahat ettim. Tabii ben çok şanslı bir kuşağa aitim. Bob Dylan’la aynı yaştayım, Beatles’la, Rolling Stones’la, Muhammed Ali’yle de. Ben o gruba aitim. Hepimiz şanslıydık. Özgür ifade, rock and roll, içki, uyuşturucu...

        SE: Hepsini yaptınız.

        OT: Yeeah (evet).

        SE: Sizi en çok mutlu eden ne? Reklam kampanyaları mı yoksa onun sanatsal kısmı, fotoğrafçılık mı?

        OT: Hepsi işimin bir parçası. Ben fotoğraf çektiğim için bir fotoğrafçı değilim. Bir author’üm (yaratıcı, müellif) ben. Gördüğünü fotoğrafla ifade eden bir author’üm. Sadece fotoğraf çekmek sizi çağdaş bir fotoğrafçı yapmaz. Fotoğrafçılık yeterli değil.

        SE: Irk ayrımcılığı ve savaş karşıtlığı, din karşıtlığı sizin sadece reklam kampanyalarınızda vurguladığınız konular mı yoksa bunları içselleştirdiniz mi? Sizin gerçek düşünceleriniz de böyle mi? Yoksa kariyerinizde ilerlemek için mi bunları aracı kullanıyorsunuz?

        OT: Kariyer (hafif kızgın), ne demek kariyer? Ben içimden ne geçiyorsa onu yapıyorum. Ben özgür bir insanım. Böyle olduğum için de bana para ödüyorlar.

        SE: Kendi özel yaşamınızda da bu prensipleri uyguluyor musunuz? O yüzden soruyorum.

        OT: Irkçılık karşıtlığı ırkçılıktan daha kolay. Irkçılık çok aptalca birşey.

        SE: Yani sadece daha kolay olduğu için mi ırkçılığın karşısındasınız?

        OT: Bir insan nasıl ırkçı olabilir?

        SE: Çok kendine güvenli gibi hissettiriyorsunuz. Öyle misiniz?

        OT: 3 eşim, altı çocuğum, 15, tam 15 torunum var. İtalyan pasaportu taşıyan sadece benim. Ben nasıl ırkçı olabilirim? Diğerleri Fransız, Amerikalı, Norveçli hepsi yabancı. Evde hiç bir şekilde savaş çıkartamazsınız.

        SE: Bu kadar özgüven içinde özgüvensiz olduğunuz zaman yok mu?

        OT: Var tabii, her kampanyayı hazırlarken çok özgüvensiz ve tedirginim.

        SE: Şimdi biraz geriye gidelim. Sizin fotoğrafa merak sarmanız ne zaman başladı? Genç bir delikanlıyken ne olmak isterdiniz? Babanız yüzünden mi fotoğraf hayatınıza girdi?

        OT: Babam fotoğrafçıydı.

        SE: Evet, Mussolini’nin fotoğraflarını çekiyordu. Faşist miydi kendisi?

        OT: Ne faşisti? Corriera della Sera gazetesi için fotoğraf çekiyordu. Bu arada da tabii Mussolini’nin birçok fotoğrafını çekti. Hatta ona sen de siyah gömlek giysene derlerdi, o da yok benim cilt rengime siyah yakışmaz derdi. (Benito Mussolini döneminde faşistlerin bir üniforma olarak siyah gömlek giymelerinden bahsediyor) Fotoğraf çekmeye gelirsek, benim kuşağıma önemli gelen şeyleri çekerek başladım. Rock and roll, mini etek... Dergiler fotoğraflarımı basmaya başladılar, devam etti, etti, modaya girdim. Patladı. 26 yaşımda zengin olmuştum bile. Ne yaptığın önemli değil, nasıl yaptığın önemli.

        SE: Benetton ile yine bir yol kazası olursa, ceketinizi alır çıkar mısınız?

        OT: Ne gibi? Örnek verin, ne olabilir?

        SE: Fikir ayrılıkları, Luciano Benetton ile bir sürtüşme gibi. Arkadaşlığınızın bozulmasına üzülmez misiniz?

        OT: Bu noktada arkadaşlığın bir anlamı yok. Otururuz en iyisi ne diye karar veririz. Biz gayet direkt konuşuruz birbirimizle. No problem.

        SE: Benetton’un bordrosunda mısınız? Yani kadrolu musunuz?

        OT: Hayır tam tersine ben iştirakçiyim. Hayatımda maaş almadım. Hiç bir mukavelem de olmadı hayatımda. Sağlık sigortam da özel.

        SE: Çocuklarınıza nafaka ödüyor musunuz?

        OT: Hayatımda hiç elektrik faturası ödemedim, hiç bir bankaya gitmedim.

        SE: Kim yapıyor bütün bunları sizin için?

        OT: Eşim, asistanım, sekreterim...

        SE: Evli misiniz şu anda? Hangisiyle?

        OT: Norveçli olanla.

        SE: Norveçte eviniz yok mu?

        OT: Hayır.

        SE: Defalarca Türkiye’ye geldiniz çeşitli vesilelerle, nasıl görüyorsunuz oradan bakınca burayı?

        OT: İnsan hakları çok feci gözüküyor oradan bakınca. Hapisteki insanlara bakın sadece düşünce suçlarından dolayı. Türk olsam çok mahcup hissederdim kendimi. İtalyan olduğum için de mahcubum bu aralar.

        SE: Peki bu tasarım haftasının da vesilesiyle, Türkiye’deki sanatsal faaliyetlere, yaratıcılığa, tasarıma nasıl bakıyorsunuz?

        OT: Böyle bir sistem içersinde yaratıcılık ve sanat ilerleyemez. İkisi (fikir özgürlüğü ve sanat) birbirleriyle bağlantılı. O yüzden Türkiye Tasarım Haftası’na geldim. Tasarımın Türkiye’de bir geleceği olamaz. Umarım uyanır ve cesaretinizi toparlarsınız. Benim gibi düşünen birisini hapise tıkmak bir zayıflık işaretidir. Güç kullanarak birisinin sizden farklı düşünmesini sağlayamazsınız. Bu benim prensiplerime aykırıdır. Sizden farklı düşüneni hapse atamazsınız. Çok ilkel ve feci.

        SE: Peki tasarım haftası hakkında ne düşünüyorsunuz?

        OT: Türkiye’de gördüğüm, sadece Anglo-Amerikan stil tasarımı taklit etmek.

        Serfiraz Ergun, Oliviero Toscani
        Serfiraz Ergun, Oliviero Toscani

        Diğer Yazılar