Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN, hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de genel başkanı olduğu partisi AK Parti için mühim bir gündü. İstanbul İl Kongresi öncesi Sinan Erdem Spor Salonu’nda 24 Haziran için resmen start verildi. Günlerdir konuşulan ancak tam içeriği bilinmeyen manifestoyu açıklayan Erdoğan, önce “Ahdim olsun” diyerek “Faiz, cari açık ve enflasyon düşecek” ifadesini kullandı, sonra da “daha çok özgürlük, daha çok demokrasi ve güçlü adalet” konularına vurgu yaptı.

        Tesadüf oldu, Erdoğan’ın dünkü uzun konuşmasını kendisine muhalif liberal/sosyal demokrat bir grup arkadaşımla beraber izledim. Ve şunu gördüm ki muhalif olan o arkadaşlarımın Erdoğan’ın ekonomi konusunda vaat ettiklerine öyle keskin bir itirazları filan yok. Hatta aralarında tartıştılar bir ara ve bankacı olanlardan biri mırıldanarak da olsa şöyle dedi değerli okurlarım: “Ya abartmayın, bu doğru işte. Ekonomiyi yine de düzeltecek bir iktidar varsa o da AK Parti’dir!”

        Ancak ekonomide her şeye rağmen dümenin AK Parti’de olması gerektiğini savunan o bankacı arkadaşım dahil tamamının keskin bir biçimde itiraz ettikleri şey, Erdoğan’ın “daha çok demokrasi, özgürlük ve güçlü adalet” vurguları oldu. O kadar enteresan bir münazara döndü ki o an orada, ben de hiç ses etmeden, gıkımı çıkarmadan bir üçüncü göz gibi sadece aralarında yaptıkları tartışmaları dinledim. Ve yine şunu gördüm ki sevgili okurlarım; hemen hepsinde Erdoğan’ın geçmişine bir özlem var! 2002’lerinden 2007’lerine kadar olan o zamanlara... Şunu da belirteyim, tamamı değil ama liberal demokrat olan bu arkadaşlarımdan bazıları geçmişte birçok seçimde Erdoğan’a, AK Parti’ye oy vermiş insanlar. Bu defa kafalarının karışık olmasının tek nedeni Erdoğan’ın bu manifestoda özellikle vurgu yaptığı demokrasi, özgürlük ve adalet konusunda birçok yanlışın yapılmış olmasına dair düşünceleri. Ben moderatör gibi arada bir girip muhabbetlerine sordum tabii neden, hangi konular sebebiyle böyle düşündüklerini. Çok şey saydılar... Geçmiş birkaç yıl içerisinde hem demokrasi hem özgürlük hem de adalet duygularının sarsılmasına neden olan çok örnek verdiler. Bilmiyorum bu sarsılan duyguları nasıl tamir edilir bu insanların? Nasıl yeniden kazanılır bu insanlar? Ama bence Erdoğan da bu konular nedeniyle kayıp verdiğinin farkında ve bunun düzeltilmesi için çabalıyor, çabalayacak...

        ***********

        HANGİSİ GİDER? İNCE Mİ, KILIÇDAROĞLU MU?

        BEKLENMİYOR muydu, şaşkınlık mı yarattı bilemiyorum ama Muharrem İnce’nin adaylığının açıklanmasının ardından AK Parti cephesinden birbirinden ilginç yorumlar yapılmaya başlandı. Ve ne tuhaf, bu yorumların ana eksenine hep Kemal Kılıçdaroğlu oturtuluyor. Mesela Grup Başkanvekili Bülent Turan dedi ki: “Kılıçdaroğlu, İnce’ye oy vermeyecek!” Diğer bir garip yorum da Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’dan geldi. 7 seçimde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan karşısında kaybeden Kılıçdaroğlu için “8’inci defa kaybı göze alamadığı için adaylıktan vazgeçtiğini, yerine kaybı fazla üzmeyecek birini aday yaptığını düşünüyorum. 24 Haziran’dan sonra ya Kılıçdaroğlu ya da İnce veda edecek!” ifadesini kullandı.

        Kılıçdaroğlu, İnce’ye oy verir mi, vermez mi bilemem... Onu ancak Allah bilir ama şunu biliyorum: Bu nedenle de Bozdağ’ın yorumunun yanlış olduğunu çok net söyleyebiliyorum. Çünkü bu seçimi kazanması halinde İnce’nin Kılıçdaroğlu’nun koltuğuyla uğraşmayacağını ancak kaybetmesi halinde Kılıçdaroğlu’na rahat vermeyeceğini düşünüyorum.

        Neden mi?

        Çünkü İnce öyle ya da böyle büyük risk aldı. Kılıçdaroğlu’nun alamadığı bir risk! Bir bakıma ateşten gömlek giydi Cumhurbaşkanı adaylığına soyunarak. Kazanırsa şayet, yani Cumhurbaşkanı seçilirse onu oraya taşıyan Kılıçdaroğlu’na vefasızlık yapacağını düşünmüyorum ben. Tabii eğer egosuna yenik düşmezse, benim tanıdığım İnce, “Sayın genel başkan, siz partinin başında durmaya devam edin... Ben yeni sistem gereği hükümeti kurup işime odaklanayım” der.

        Kaybederse ama... O İnce Yalova’ya dönüp de sıradan bir insan gibi yaşamaya devam etmez. “Ben Cumhurbaşkanı adayı olmuş bir kişiyim. Kaybetmiş de olsam ben bu milletin tercihine birinci sıradan sunulmuş bir ismim! Genel başkanlık artık benim hakkımdır” der ve Kılıçdaroğlu’na o koltukta rahat vermez.

        Bu durumda da tabii Kılıçdaroğlu’nun İnce’ye oy vermesi bir zorunluluk gibi görünüyor. Dolayısıyla AK Partili Turan’ın da Bozdağ’ın da yaptığı yorumlar boşa çıkıyor.

        Haksız mıyım?

        ***********

        ‘MÜZİK EVRENSELDİR’ LAFI ÇÖP ARTIK!

        BÜTÜN bir hafta pazar günleri Habertürk TV’de yayınlanan “Sevilay Soruyor”a odaklandığım için geçtiğimiz hafta Orhan Baba’yla geçti. Çok güzel bir program yaptık ve dün yayından sonra da bu güzel programla ilgili olağanüstü dönüşler aldım. Tabii insanın yaptığı bir işin görülmesi, hissedilmesi, yankı bulması kadar mutluluk veren başka bir şey yoktur. Gerçekten Orhan Gencebay gibi bir efsaneyle bu programı yaptığım ve çarpıcı bir yığın açıklamayı yaptığı bu programı arşivlere kaydettiğim için çok mutluyum. Ancak bu mutluluğumun yanı sıra ufak tefek üzüntüler de yaşadım. Bir kez daha gördüm ki biz bayağı ama bayağı kutuplaşmışız! “Müzik evrenseldir... Müzisyen herkesindir” mottosu resmen çöp olmuş. Ömrünün neredeyse tamamını müzikle geçirmiş, binin üzerinde besteye sahip, milyonların duygularına tercüman olmuş Gencebay gibi bir duayenle ilgili çok garip, anlamsız, zaman zaman da çirkin tepkiler aldım. Ve şundan emin oldum ki şarkıya değil, o şarkıyı söyleyene göre konum alıyoruz. Bugün Orhan Gencebay’ı konuk aldığım için aldığım tepkilerin aynısını yarın, örnek veriyorum Sezen Aksu’yu, Selda Bağcan’ı ya da Arif Sağ’ı aldığımda da bire bir alacağımdan şüphem kalmadı artık!

        Yazık!

        Diğer Yazılar