Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önceki gece Habertürk TV’de sevgili Didem Arslan Yılmaz’ın hazırlayıp sunduğu Türkiye’nin Nabzı programının konuklarındandım… İzleyen okurlarım bilir tansiyonu epeyce yüksek, hararetli bir programdı.

        Başta CHP, Türkiye Ekonomisi, ABD yaptırımlarının konuşulduğu programdan sonra inanılmaz geri dönüşler aldım. Üstelik de bir değil, birçok konu ile alakalı oldu bu geri dönüşler. Kuşkusuz hepsi birbirinden kıymetliydi ama bir tanesi çok çok özeldi benim açımdan.

        Bir okurum Elazığ Milletvekili Gürsel Erol ile aramızda geçen “ADAM” sıfatı tartışması ile ilgili öyle güzel bir anektod aktarmış ki; o an, yani hararetin tavan yaptığı tartışmamız sırasında böyle bir anektodu kendim hatırlayamadığım için çok kızdım.

        Tartışmamız CHP'deki değişim ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu bırakmamasındaki ısrar ile ilgiliydi.

        Bilindiği gibi Gürsel Bey, 24 Haziran sonrası parti genel merkezinin başarısız olduğunu söyleyip ilk başkaldıran isimdi. Seçimin ertesi günü yönetimin derhal istifa etmesi gerektiğini söyleyip, bunun da olması için parti genel merkezi önünde oturma eylemi yapacağını kamuoyuna ilan edendi.

        Ancak Gürsel Bey, bu eylem kararından bir gün sonra vazgeçti. Ve ardından da Disiplin Kurulu’na sevk edildiği açıklaması yapıldı CHP tarafından. Ne oldu, hangi gerekçelerle bu eylem kararından vazgeçti Sayın Erol bilmiyorum. Çok inandırıcı bulmamakla beraber; “Partimin kamuoyunda daha fazla yıpranmasını istemediğim için vazgeçtim” açıklamasını kabul ediyorum.

        Uzatmayayım… Türkiye’nin Nabzı’nda Erol ile karşılıklı tartışırken, ilk fikrinden yani Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu bırakması yönündeki görüşünden sanki vazgeçmiş bir edaya bürünmesi üzerine itiraz ediyordum.

        Ve ederken de şöyle bir ifade çıktı ağzımdan; “Gürsel Bey siz de biliyorsunuz ki sokak artık bu adamı istemiyor!”

        Dedim ya tartışmanın harareti yüksekti ben de o an paralize oldum ve Gürsel Erol’un birkaç kez ısrarla; “Sevilay Hanım… Genel Başkanımız için ‘adam’ sıfatını kullanamazsınız. Lütfen adam değil, Sayın Genel Başkan deyin!” çıkışı üzerine; “O benim Genel Başkanım değil ama sonuçta özür. Sehven oldu. Ve diyorum ki; Sokak Sayın Kılıçdaroğlu’nu istemiyor” diyerek düzelttim.

        İşte bir izleyenim… Bu konuda bir hatırlatma yaparak güzel bir uyarıda bulunmuş.

        Demiş ki; “Sevilay Hanım… Kılıçdaroğlu’ndan bahsederken adam dediniz diye özür diliyorsunuz? ‘Adam’ demek hakaretse, o zaman Muharrem İnce’nin, gazeteci İsmail Küçükkaya’ya seçim gecesi attığı; “Adam kazandı!” mesajı üzerine niye delirdi CHP’ye oy verenler! Sırf bunu dedi diye İnce’yi neden yerden yere vurdular!”

        Hani derler ya! Tokat gibi çarptı suratıma bu söylenen. Benim de aynen öyle oldu. İzleyicimizin bu mesajı şamar gibi indi yüzüme ve kendi kendime bunu neden hatırlamadım ve neden bu argümanı Gürsel Erol’a karşı ben o anda kullanmadım ve sanki hakaret etmiş gibi uyarılınca panikle boşu boşuna özür dilediğim için hayıflandım!

        Hülasa efendim… “Adam kazandı” demek yüceltmek manasına geliyorsa ve pozitif bir betimleme ise, “Adam kaybetti! Ya da sokaklar adamı istemiyor!” demek de kötü bir betimleme sayılamayacağı için programda dilediğim özrü geri aldığımı sizlerle, yani kamuoyuyla paylaşmak istedim…

        Saygılarımla…

        **********

        NE YAPALIM ABD’YE SAVAŞ MI AÇALIM!

        Rahip Brunson sebebi ile ABD ile yaşanan gerginlik, sonrasında Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile ilgili yaşananlar üzerine Ekonomi ve Hazine Bakanı Berat Albayrak, bu gerginliğin azaltılması niyetiyle şöyle bir açıklama yaptı; “ABD ile dünden daha iyi bir noktadayız. İlişkiler hiçbir zaman kopmaz. Yapıcı bir iletişimin devam etmesi için güçlü bir irade ortaya konmuş. 40 yıllık karı koca eşler bile her konuda anlaşamıyor. Kavga ediyor, tartışıyorlar. "

        Ve bu sözler üzerine yaylım ateşine tutuldu Albayrak.

        Çoğunluğu muhaliflerden gelen eleştirenlerin içinde AK Partililer de vardı.

        Amerika’nın iki bakanımız ile ilgili aldığı yaptırım kararını sanki onaylar, sanki olumlar gibi Albayrak’a haksızca yüklenen güruh neyin peşinde bilmiyorum ama şunu söyleyeyim; “Bu kafa kafa değil!”

        Daha önce de birçok kez kriz yaşadık bazı ülkelerle. Bunlardan biri de Rusya idi. Hava sahamızı 20 saniyeliğine ihlal etti diye uçağını düşürdüğümüz Rusya ile o dönem yaşanan gerginliklerde de bu yangına körükle giden tayfa iş başındaydı yine.

        Ellerinden gelse iktidarı gazlayıp, Rusya’yla savaşa sokacak kadar şuurunu kaybetmiş bu insanlara; “Allah size akıl fikir versin!” demekten başka bir şey gelmiyor aklıma.

        O zamanda; “Sakin olun! Durun! Yapmayın!” diyerek insanları sukünete davet etmiştim. Allah'tan sağduyu galip geldi ve Rusya ile ilişkilerimiz normale döndü bir şekilde.

        Demiyorum, ABD’nin küstahlığını, şımarıklığını top yekün görmezden duymazdan gelip salağa yatalım. Elbette karşı bir tavır alınmalıdır ama bu karşılıkta aşırıya gidilmemesi bence bizim daha hayrımıza olur. “Dişe diş, kana kan” diyerek hiçbir şey elde edemeyeceğimiz gibi daha fazla kayıp vermemize yol açacak bu anlayıştan biran evvel kurtulmamız gerekiyor.

        Temennim tıpkı Rusya ile ilişkilerimizi normale döndüren arka kapı diplomasisi ile ABD ile de gerilen ilişkilerimizin bir an evvel yumuşatılması ve normale döndürülmesi.

        Diplomasi, dış politika çok farklı uzmanlık isteyen konular fazla söz söylemem doğru değil, ama ülkenin geçmiş tarihinde yaşadıklarından hareketle bu konuda diyebileceğim tek şey; “Siyasilerimiz, bakanlarımız, bu konunun sorumluluğunu üzerinde taşıyanlara; 'Vatan, millet, Sakarya' deyip gaz vermekten vazgeçsin herkes."

        Bizim yapmamız gereken tek şey bu konuda işin uzmanlarına güvenip sadece olanı biteni izlemek olmalı.

        Haksız mıyım?

        Diğer Yazılar