Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son yazımı okuduysanız eğer şu anda nerede ve ne yaptığımı biliyorsunuzdur…

        Bodrum’dayım… Anacığımla beraberim… Onu yazlık evine yerleştirmek üzere emrindeyim.

        Daha önce bu işi küçük ağabeyim yapardı. Ben de genellikle hazıra konduğum için yazlık evi açıp da yerleştirme işinin ne kadar meşakkatli olduğunu bilmezdim.

        Öğrendim tabii bu yıl ama ne yalan söyleyeyim bayağı bir yorucu oldu.

        Hiç bitmiyor annemin ve evinin ihtiyaçları.

        Mütemadiyen her gün Bodrum merkeze gidip alışveriş yapmak sonra dönüp onu annemin arzuları doğrultusunda yerleştirmek, onları sitedeki görevlilere monte ettirmek falan... Anlayacağınız iş çok.

        Ama enteresan olan ben mutluyum.

        Hani çalışmak zorunluluğum olmasa…

        Para kazanmak gibi bir derdim olmasa…

        Vallahi billahi annemin emir eri olup onun bahçesi, badanası, sinekliği filan uğraşmaya razıyım.

        Hele şu su ile haşır neşir olma durumları...

        Hakikaten acayip bir şey!

        Elimden hortum düşmüyor.

        Kâh bahçeyi suluyorum onunla, kâh balkonu, terası yıkıyorum…

        Elimdeki hortum değil sanki hayatımın biricik aşkı!

        Nasıl bir mutluluk yaşıyorum o hortumla anlatamam sizlere.

        Toprakla muhabbetimi hiç demeyeyim zaten.

        Seriliyorum bazen üzerine…

        Güneş tepemde ben toprağın üzerinde dakikalarca kalıyorum o durumda.

        Bir de annemin biberini, salatalığını, domatesini, maydanozunu sulama saatlerim var.

        O çile işte! Çünkü beceremiyorum ona göre ve o zaman da tıpkı çocukken yediğim azarlar gibi bir ton azar işitiyorum hanımefendiden.

        Ha bu arada her gün bahçemizdeki ağaçlardan, “yeni dünya” ve “karadut” toplama seanslarımız ve onları sitede şu anda olan komşularımıza dağıtma görevim var.

        Aksatırsam var ya!

        Bittim ben o gün.

        Annemin tüm gece tepemde; “Tembellik ettin bak kızım! Çürüyeceklerine insanlar nasiplensin!” deyip uyuyana kadar söylenmesi beni benden alıyor.

        Uzun lafın kısası…

        Huzurluyum…

        Ve uzun lafın kısası…

        Dönmek istemiyorum İstanbul’a!

        Hatta uzun lafın kısası…

        Yazı da yazmak istemiyorum.

        Hatta şu anda bulunduğum ortamın gerektirdiğinin dışında hiçbir şey konuşmak da istemiyorum.

        Elmahkum tabii bakıyorum ara sıra "Ülkede neler oluyor"u öğrenmek için ama baktığım anda da gerilim yükleniyorum.

        Malumunuz şu aralar Türkiye demek, İstanbul seçiminin 23 Haziran'da tekrarı demek olduğu için.

        Orası öne çıkıyor.

        İstanbul polemikleri yani…

        Özellikle de oyların çalındığına dair yaşanan polemik.

        Bazen hortumla bir ağacın dibine su verirken ister istemez cebimdeki şu lanet olası akıllı telefonuma bakıyorum ve 31 Mart ile 23 Haziran ile ilgili yazılanları, çizilenleri okuyorum. Hatta bazı konuşmaları seyrediyorum.

        Çok üzülüyorum… Kahroluyorum adeta!

        Birileri oyları çaldı mı 31 Mart’ta, bilmiyorum!

        Ama bildiğim bir şey var o da; siyasetin biz sıradan vatandaşların yaşamından, yaşayacaklarından, yaşaması gerekli olan her şeyden çaldığı ve çalmaya da devam ettiğidir!

        Düşünün… Şu anda özellikle İstanbul'da yaşayanlar…

        “Yeniden seçim” nedeniyle yaşayacaklarını erteliyor.

        Bodrum'daki turizm işletmecileri ile konuşuyorum…

        Bizim sitenin yönetimi ve restoran sahipleri ile.

        Hepsi bedbaht!

        Çünkü İstanbullu için 23 Haziran’a kadar hayat durmuş adeta.

        O tarihlere kadarki tüm otel ve uçak rezervasyonları iptal edilmiş.

        Her sene Mayıs ayı içinde evine gelen İstanbullunun yüzde 80’i 23 Haziran sonrasına ertelemiş geliş tarihini…

        Her neyse…

        Ben de kalıcı değilim burada tabii.

        Allah nasip ederse yarından sonra mecburen İstanbul’dayım ama şu kısacık deneyimimden hareketle şunu anladım ki değerli okurlarım; hayat hiçbir siyaset uğruna heba edilmeyecek kadar çok değerli ve çok güzelllll!!!

        REKLAM

        ***

        Babam mezardan çıksa da tavrım aynı olur!

        8 Mayıs tarihinde Profesör Doktor Adem Sözüer, Profesör Ersan Şen, Profesör Doktor Osman Can, Profesör Doktor Bertil Emrah Oder, Profesör Doktor İzzet Özgenç’in ve yine bir hukukçu olan AK Parti İstanbul Mlletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun YSK’nın 6 Mayıs’ta İstanbul’la ilgili verdiği karara ilişkin tepkilerinden derlediğim bir yazı kaleme aldım.

        Ve nedense kamuoyu tarafından saygın, hukuk bilgisine, tecrübesine ve ahlakına güvenilen bu hukuk duayenlerinin görüşlerine yer verdiğim o yazım bazılarını bir hayli rahatsız etmiş.

        Abuk subuk şeyler yazmışlar.

        O insanların yani bu abuk subuk şeyleri yazanların kim ve ne oldukları mühim değil.

        Onlar istediğini, dilediğini yazabilir ve söyleyebilir.

        Haberleri olsun ama benim için zerre-i miskal bir değeri yok!

        Benim için değeri olan ne idiği belirsiz tiplerin değil, ülkemin bağımsız ve de saygın hukukçularının YSK’nın 6 Mayıs kararını nasıl karşıladığı, nasıl yorumladığı ve ne tepki gösterdikleridir.

        Eğer yazının girişinde adını yazdığım hukukçulardan herhangi biri YSK’nın İstanbul kararı ile ilgili başka bir görüş ortaya koymuş olsaydı öyle bir yazı yazmazdım.

        Ancak ülkenin tüm bağımsız ve de saygın hukukçuları YSK’nın 6 Mayıs kararını; “hukuksuzluk” olarak niteliyorsa benim değil itiraz etme, üzerine laf söyleme hakkım bile yoktur böyle biline!

        Benim için aslolan hukuktur ve bir hukuk devleti olan Türkiye için doğru olan ne ise ondan taraf olmaktır.

        Değil hakikaten değeri olan bir siyasinin hatırına…

        Babamın hatırına bile bir hukuksuzluk var ise ona boyun eğmem!

        O bile mezardan çıkıp; ”Hatırıma kızım oportünistlik yap! Ya da sus! ” dese bile; “Baba ayıp ediyorsun ama!” deyip başımı alıp giderim!

        Anlatabildim mi?

        Diğer Yazılar