Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bende mi bir tuhaflık var yoksa ortamda mı bilmiyorum ama memleket adına bu günlerde söylediklerine, sözlerine tek dikkat kesildiğim isim Cumhurbaşkanı Erdoğan!

        “Ağzının içine bakıyorum” derler ya! Aynen öyle bir durumdayım.

        Hani sanki o güzel iki çift laf edince memleket bir rehavete erecek, sevdiği ya da sevmediği pek bir mutlu olacak gibi bir ruh halindeyim.

        Nitekim öyle de oluyor.

        Ne zaman ülkenin tamamını kapsayan, kucaklayan bir şeyler söylese Sayın Cumhurbaşkanı acayip bir hava geliyor…

        O süreler zarfında sadece kendime değil, etrafımdaki herkese zıplayarak; “Biz buyuz işte abi! Buyuz! Buyuz!” diyerek haykırmak istiyorum.

        Neden?

        Çünkü biliyorum ki birlik, bütünlük içeren bu tür mesajlara sadece benim değil herkesin ihtiyacı var...

        Görüyorum temennileri…

        O nedenle de işte 82 milyonun Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın tamamımızı kucaklayan, kendini seven ya da sevmeyen, oylayan ya da oylamayan herkese kol kanat geren o mesajlarını başka bir türlü okuyorum…

        Ve okutuyorum…

        Mesela epeyce bir gergin geçen 31 Mart seçimleri sonrası yaptığı açıklamada; “Seçimler geride kaldı… Artık önümüze bakmamız gerekiyor… Gün öfkeyle, kızgınlıkla hareket etme günü değil, kızgın demiri soğutma günü…" demişti ya!

        Yemin ediyorum o sözler üzerine sol kolumu havaya kaldırıp; “İşte bu! Budur!” deyip havalara zıplamış ve özellikle iktidara mesafesi olanlara havamı basmıştım.

        Ancak ne yazık ki sonrasında başta CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu linç etme girişimi olmak üzere bir sürü, bir sürü bir şeyler oldu ve “Kızgın demiri soğutma” işinde pek mahir olmadığımız anlaşıldı.

        Ama ben yine de ümidimi kaybetmedim…

        Bir biçimde bu ülkeye büyük ama çok büyük katkıları, emekleri olan Recep Tayyip Erdoğan’ın alanında uzman bir doktor gibi memleketin bu sorununu görüp ve tek alternatifi olan o antibiyotikle müdahale edeceğine inanıyordum.

        Yanılmadım…

        Sayın Cumhurbaşkanı, 19 Mayıs 1919’un 100. yılında Türkiye’ye yakışan fotoğrafın öncülüğünü yaptı…

        Önce Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu için yola çıktıkları günde ve yerde yani Samsun’da müthiş bir birlik ve bütünlük mesajı verilmesi için gayret gösterdi.

        Sonra da katıldığı bir iftar davetinde; “82 milyon vatandaşımızın her birini Türkiye ortak paydası altında bir araya gelmeye davet ediyoruz. Demokrasinin ve hukukun kuralları içinde yürüttüğümüz siyasi rekabet bu büyük birlikteliğin engeli değil tam tersi zenginliği olmalıdır. Seçimler yapılır, kararlar alınır, hepsi gelip geçer geriye sadece Türkiye kalır. Hepimiz 82 milyonluk Türkiye gemisinin yolcularıyız…” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ülkemin huzuru ve iç barışı için bir kez daha düğmeye bastığını gördüm.

        Umarım o düğmeye bastığı yerde kalır Sayın Cumhurbaşkanı…

        Hiç elini çekmez hatta o bastığı düğmeden!

        Zira hakikaten ihtiyacımız olan tek şey, aynı gemide olduğumuzun ciddiyetle farkına varmamızdır!

        Haksız mıyım?

        REKLAM

        ***

        Savcı değilsin arkadaşım, moderatörsün!

        Tartışma programlarını yönetmek yani modere etmek çok kolay bir iş değildir iyi bilirim.

        Hele de sadece moderatör değil, bir gazetede köşeniz var ve yorumcu iseniz işiniz iki kat daha zor olur.

        Çünkü köşede atış serbesttir.

        Bir yazar bir konu hakkında müstesna değerleri zedelememek kaydıyla istediği düşünceyi, istediği gibi paylaşabilir.

        Ancak siz eğer televizyonda bir programın moderatörlüğünü yapıyor iseniz… İşte orada başka tam zıddı bir ruh haline sahip olmanız gerekiyor.

        Zor, bilirim ama hele hele de karşınızda mühim bir siyasi isim var ise sergilediğiniz tavra on kat daha fazla dikkat etmelisiniz.

        Ne yapıp edip o an diğer tarafınızdan, yani köşe yazarlığı ruhunuzdan yüzde yüz arınmış olmalısınız.

        Köşenizde savcı gibi de sual sorabilirsiniz gerektiğinde… Polis gibi hafiyelik de yapabilirsiniz… Hatta hakim olup yargıda da bulunabilirsiniz ama eğer göreviniz TV'de moderatörlük ise işte bunu orada yapamazsınız!

        Eğer o anki sorumluluğunuz moderasyon ise yapacağınız şey olabildiğince tarafsız ve objektif duruş sergilemektir.

        Ötesi yani savcı gibi, polis gibi hal ve hareketlere meyletmek ve bu hallere rağmen bir de başarılı bir iş çıkaramadığınız için programı olağan süresinden erken bitirmek mesleki açıdan en hafif deyimle ilkesizliktir.

        Ve ne yazık ki Ahmet Hakan önceki gün programında büyük bir ilkesizliğe imza atarak basın tarihimize adını bambaşka yazdırmıştır.

        Naçizane fikrim… Ahmet Hakan eğer bu tarz programlarda bulunmak istiyorsa moderatör olarak bir daha ekrana çıkmasın. Çıkıyor ise de bizim yaptığımız gibi konuk yorumcu olarak yayınlara gidip görüşlerini paylaşmalı ve var ise karşısında başkaları, görüşleri doğrultusunda onlarla tartışmalıdır.

        Ama kusura bakmasın bundan böyle gazetecilik etiğini yerle bir eden, kuralları yok sayan o son programdaki hal ve hareketleri sergileyemez.

        Sergilerse de o zaman işte benim gibi birileri de mesleğin namusu adına çıkıp; “Bu ilkesizliktir! Ayıptır!” der ve yüzüne çarpar bu ayıbını!

        Diğer Yazılar