Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bilindiği gibi aktivist/gazeteci Cemal Kaşıkçı geçtiğimiz yılın 2 Ekim günü saat tam 13.14’ü gösterdiğinde girdiği İstanbul’daki Suudi Konsolosluk binasından bir daha çıkmadı.

        Prens Selman’ın emriyle Kaşıkçı’yı ortadan kaldırmak için özel uçakla İstanbul’a gelip verilen emri yerine getiren 15 kişilik tim ellerini kollarını sallayarak ülkelerine dönerken rahatlardı.

        Çünkü planlarını cinayetin asla kendileri tarafından işlenmiş olduğunun ortaya çıkarılamayacağı şekilde kurgulamışlardı.

        Cemal Kaşıkçı konsolosluk binasına girecekti ancak onun üzerindeki kıyafetleri giyen ve gözlüğü saati dahil aksesuarlarını da takan ona benzeyen dublör konsolosluğun arka kapısından çıkıp İstanbul’da, kameraların onu görebileceği yerlerde tur atacaktı ve hal böyle olunca da Kaşıkçı’nın akıbetinden konsolosluk asla sorumlu tutulamayacaktı.

        Ama cani Suudilerin evde yaptığı hesap çarşıya uymadı.

        Türkiye Milli İstihbaratı, özellikle İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı polis ekipleri inanılmaz hızlı refleks gösterdiler ve Kaşıkçı’nın cinayete kurban gittiğini anladılar ve bunun ortaya çıkması için de özverili bir çalışma ortaya koydular!

        Ve tüm dünya Türkiye istihbaratından ve polisinden medyaya sızdırılanlar aracılığı ile Kaşıkçı’nın o binada ve Suudi Arabistan’dan gelen 15 kişilik ekip tarafından yok edildiğini bütün ayrıntıları ile öğrendi.

        Suudi tarafı başta cinayette kendilerinin bir dahli olmadığını savunsa da Türkiye’nin dirayetli duruşu ve sunduğu kanıtlar nedeniyle sonunda cinayeti kendi adamlarının işlediklerini eli mahkum kabul etmek zorunda kaldılar.

        Ama azmettiricisinin Prens Selman olduğunu da birinci ağızdan hiç itiraf etmediler.

        Tabii biz öyle biliyorduk.

        Meğerse etmişler...

        Hem de bizzat Selman’ın kendisi yapmış bunu...

        Hem de tam 9 ay önce...

        2018 yılının Aralık ayında...

        Riyad’daki bir elektrikli otomobil yarışları sırasında...

        Evet biliyorum inanılır gibi değil ama Prens Selman, Amerikan PBS televizyon kanalının; “Frontline” haber programının yapımcısı, gazeteci Martin Smith’e o gün o yarışta verdiği röportajda açık açık; “Tüm sorumluluğu üstleniyorum çünkü o cinayet benim sorumluluğum altına oldu” itirafında bulunmuş!

        Ama işe bakınız ki, cinayetten hepi topu 3 ay sonra yapılan bu korkunç itirafı dünya kamuoyu iki gün önce duyabildi.

        Çünkü o itirafın yapıldığı o program iki gün önce yayına verildi.

        Üşenmedim söz konusu programı Youtube’dan başından sonuna kadar izledim.

        Daha çok belgesel tadında.

        2 saate yakın sürüyor. Bayağı bir emek verilmiş. Uğraşılmış.

        Size de izlemenizi salık veririm...

        Güzel bir program...

        Sağ olsunlar, cinayet İstanbul’da işlendiği için söz konusu programda İstanbul’dan da güzel görüntüler paylaşmışlar...

        Ancak şunu anlayamadım.

        O günlerde tüm dünyanın gözü kulağı merakı Cemal Kaşıkçı cinayetinde iken ve bu cinayetin azmettiricisinin Prens Selman olduğu iddiaları ortalığı ayağa kaldırır iken...

        Selman ve babası Kral ve tüm Suudi Arabistan yetkilileri bu konuda hiçbir açıklama yapmaz iken!

        Nasıl olur da bir gazeteci (tesadüf ya da bilerek) bizzat cinayetin azmettiricisi Prens Selman’dan cinayetin kendi sorumluluğunda olduğunun itirafını almışken bunu kamuoyuyla hemen paylaşmaz!

        Tamam... Programı çok özel bir program ve konsepti gereği bazı şeyleri biriktirmesi ve sonunda elde ettiği her şeyi harmanlayıp öyle yayına vermesi gerekiyor...

        Ancak bu sıradan bir konu mu ki böyle kritik bir bilgi kamuoyundan aylarca saklanıyor!

        Bilmiyorum meslek büyüklerim, ağabeylerim, ablalarım ne düşünür bu konuda ama bence bir insanın canice öldürülmesinin sorumluluğunu alan bir adamın caniliğinin itirafının programının reytingi için saklayan gazeteci sadece gazetecilik etiğini yerle bir etmiş sayılmaz aynı zamanda da büyük suç işlemiş sayılır!

        Mutlaka Amerikalı gazeteci Martin Smith bu aymazlığını; “Ben bir gazeteciyim! Ve profesyonelim! O itiraf benim programıma özeldi. Bundan dolayı da kamuoyuyla paylaşamazdım” şeklinde açıklayacaktır.

        Ancak o zaman da ister istemez kendisine; ”Gazetecisin anladık da insanlığın nerede kaldı!” diye sorulacaktır...

        REKLAM

        ***

        TBMM açılış resepsiyonundan notlar, kulisler...

        Aslında başka bir programım vardı.

        Galatasaray-Paris Sainte Germain arasında oynanacak maçta çok da güzel bir tribünden biletim olmasına rağmen daha heyecan verici ve mesleki açıdan daha verimli bulduğum için maçı yakıp TBMM’nin yeni dönem açılış resepsiyonu için Ankara’ya gittim.

        Gittim ama yalan söylemeyeceğim beklediğim heyecanı da bulamadım.

        Mesleki olarak o verimi elde edemedim.

        Çünkü biz gazeteciler neredeyse topyekun oradaydık ama o Meclis’in üyelerinden yoğun bir katılım olmadı.

        (Bu arada bir noktanın altını önemle ve özenle çizmek istiyorum... TBMM Başkanı Mustafa Şentop’u takdir ve tebrik ediyorum. Çünkü hiçbir ayrım yapmadan tüm gazetelerden gazeteci arkadaşlara davet yapılmıştı. İktidara en muhalif yayın organını temsilen meslektaşlarımız da vardı. En yakın olan da! Çok güzel bir karmaydı. Medya adına bundan çok mutlu olduğumu ve bu mutluluğun daim olmasını temenni ettiğimi belirtmek istiyorum)

        Öğrendim ki, HDP’li vekiller zaten katılmıyormuş bu tür resepsiyonlara.

        Ama genel başkanları Kemal Kılıçdaroğlu dahil CHP’li milletvekillerinden de kimse yoktu!

        İşin ilginç yanı ise genel başkanları da olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geldiği ve epeyce de bir süre vakit geçirdiği resepsiyonda AK Partili vekillerden de çok az sayıda katılım olmasıydı.

        MHP ve İYİ Parti’nin genel başkanları hasta oldukları için gelememişti resepsiyona ama diğer partilere kıyaslandığında katılımları nispeten iyiydi.

        Geçtiğimiz Pazar günü Hadi Özışık’ın İstanbul Pendik’te yapılan oğlunun düğününde daha çok vekil, siyasi gördüm dersem inanın abartı olmaz.

        Allahtan Taner Yıldız, Recep Akdağ, Şeref Malkoç gibi eski milletvekillerinden gelenler olmuştu da siyaseten iki lafın belini kırabildik.

        Gelelim kulislere...

        Bir kere peşin peşin şunu söyleyeyim...

        Resepsiyonun yapıldığı salon hem çok küçük, hem de çok ama çok sıcaktı.

        “Klimalı ama kalabalık olduğu için etkisi yok” denildi ama ben bunu pek inandırıcı bulamadım. Zira biz öyle kalabalık ve öyle büyük salonlarda yapılan toplantılara iştirak ettik ki... Sıcaktan ya da soğuktan dolayı en ufacık bir sıkıntı yaşamadık.

        Bence klima ya yok o salonda... Ya da var ama kapasitesi çok çok düşük olduğu için yeterli değil.

        Şimdi dersiniz ki; “O resepsiyondan kala kala aklında salonun sıcaklığı mı kaldı!”

        Tabi ki değil!

        Çok güzel kulisler döndü.

        Mesela bunlardan biri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 50 artı 1’den geri dönüşe dair tartışma ile ilgiliydi.

        Resepsiyondaki herkesin dilinde bu vardı neredeyse.

        Ve enteresan yorumlar da benzeşikti.

        İktidara yakın olsun olmasın gazetecisi de siyasetçisi de bu tartışmanın AK Parti’ye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a zarar verdiği yönde görüş belirtiyordu.

        İsim yazmam mümkün olmadığı için kusura bakmayın ama mesela Erdoğan’a çok yakın bir milletvekili... Hem de partide kritik bir görevde olan bir siyasi...

        Aynen şunu dedi; “Bu tartışmanın fitilini kim ateşledi ve kim Sayın Cumhurbaşkanımıza bu konuda açıklama yaptırdı ise kesinlikle dostumuz değil! Çünkü sanki AK Parti ve dahası Cumhurbaşkanımız gücünü kaybetmiş ve bundan ürkmüşüz de bunun için % 40 formülü arayışına girmişiz gibi bir algının oluşmasına hizmet etti. Yanlış oldu!”

        Uzatmayayım daha fazla...

        Dedim ya başında... Beklediğimden daha az verimli oldu bu resepsiyon mesleki açıdan ama yine iyiydi.

        Hiç değilse Ankaralı ve İstanbullu gazeteciler bir araya geldik ve hasret giderdik.

        Bir de tabii resepsiyona davet edilmiş ilginç isimlerle tanışma, karşılaşma fırsatımız oldu.

        Mesela bunlardan biri de 92 yaşında ki Sarıkamış Gazimizdi.

        O kadar hoş sohbet ettik ki kendisiyle... Çok etkilendim.

        Aksatmadan her yıl geliyormuş TBMM’nin açılışına.

        “Sağlığım elverdikçe de geleceğim... Çünkü biz bugünümüzü bu Meclis’in kuruluşuna, bu Meclis’i kuranlara borçluyuz! Onlara saygımızdan mutlaka her Meclis’in açılışında bu çatının altında buluşmamız gerektiğine inanıyorum” diyor.

        92 yaşında ki Gazi bunu derken de umarım bu laf taş niyetiyle birilerinin kafasına değiyordur!

        Diğer Yazılar