Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İşyerim Taksim’de…

        Yeni taşındığım evim de.

        Dolayısıyla protestocuların değişmez bu lokasyonunda yaşananlara el mahkum şahitlik ediyorum çoğu zaman.

        Son günlerde Suriyeliler tarafından Fransa’yı, Macron’u protesto eden o eylemlere denk geldim.

        Açık söyleyeyim; Ürktüm!

        Elbette ki bunlar demokratik bir haktır.

        Ancak kendi vatandaşının üç kişi olup herhangi bir konuda üç kelime edilmesine izin verilmeyen ülkemde Suriyelilerin başlarında tek bir polis dahi olmadan sokaklarda tekbir atarak ve de üstelik kendi dillerinde yani Arapça bağırıp çağırmasını, ortalığı ayağa kaldırmasını anlamlandıramıyorum.

        Hatırlatırım yetkililere…

        Burası Taksim ve İstanbul’daki Avrupalıların çoğu bu lokasyonda yaşıyor.

        Oteller, konsolosluklar, yabancı okulların çoğu burada mesela.

        Çoluk, çocuk aileleri ile yaşayan Fransız öğretmenler var mesela bu bölgede ve ben de birkaçını çok yakından tanıyorum.

        Bu son günlerdeki gösterilerin, tamamını endişelendirdiğine dikkat çekiyorum.

        Allah korusun ama bir tanesinin burnu kanasa böyle bir sebepten dolayı biz bunun izahını dünyaya yapamayız!

        Ayrıca nedir bu Suriyelilerdeki rahatlık arkadaş?

        Nasıl oluyor da çıkıyorlar otelin tepesine bayrak indiriyorlar ya da sokaklarda dolaşarak istedikleri gibi hareket ediyorlar?

        REKLAM

        Pardon ama protesto veya gösteri, yürüyüş için izin gerekmiyor mu bu ülkede?

        Benim bildiğim gerekiyor.

        Peki binlerce turistin olduğu ve bu ülkede ekmeklerini kazanan binlerce yabancının yaşadığı bir mahallede bu insanlar elini kolunu sallayarak nasıl yapabiliyorlar bu eylemleri?

        Ne özellikleri var da biz bunların bu fütürsuzluklarına göz yumuyoruz?

        Ölür müsünüz yani yapmasanız Mösyö Macron?

        Ölür müsünüz yani yapmasanız Mösyö Macron?
        0:00 / 0:00

        Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta Fransa’da, Samuel Paty adlı bir öğretmen sınıfta Peygamberimizin karikatürlerini göstermesi sonrası başı kesilerek öldürülmüştü.

        Biz çok fark etmedik belki ama cinayet sonrası Fransa ayağa kalktı.

        Ülkesinde milyonlarca Müslüman yaşayan Cumhurbaşkanı Macron olayları yatıştıracak bir politik dil kullanmak yerine yangına körükle gitmeyi tercih etti ve Hz. Muhammed’in karikatürlerini ifade özgürlüğü kapsamında ele alıp; "Samuel Paty, Cumhuriyeti özümsediği için, İslamcıların geleceğimizi istemesi nedeniyle öldürüldü. Çünkü biliyorlar ki onun gibi sessiz kahramanlar olduğu sürece asla geleceğimize sahip olamayacaklar. Fransa karikatürlerden asla vazgeçmeyecek!" açıklaması yaptı.

        Şimdi tam bu noktada şunun altını çizmek istiyorum.

        Cinayet korkunç!

        Kimden gelirse gelsin ve her ne sebeple olursa olsun böyle bir cinayete onay vermem asla mümkün değildir.

        Ancak batı entelektüellerinin ya da aydınlarının da artık bir şeyi idrak etmesi lazım.

        Macron ya da onun dünya görüşüne sahip olanlara Hz. Muhammed’in karikatürize edilmesi demokratik bir görüş, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği için çok normal gelebilir ama onların bu normali, milyarlarca inananı olan bir dine de saygısızlıktır. Bu saygısızlığa da hakları yoktur!

        REKLAM

        Değil Hz. Muhammed, herhangi bir semavi dinin temsilcisi olan bir peygamberi aşağılama amaçlı resmetmek onlara inananların duygu ve hislerine açıkça ateş etmek, saldırmaktır.

        Hani sonucun sorunlu olduğunu bile bile inatla bir şeyin üzerine gidenlere dair kullanılan güzel bir deyim vardır…

        Deriz ki; ”Ölür müsün yani bunu yapmasan!”

        Peygamberlerin karikatürize edilmesi konusunda ısrarcı ve inatçı olan Macron ve onun gibi düşünenlere de denilecek tek şey budur bence!

        “Ölür müsünüz yani o karikatürleri yapmasanız!”

        Nedir bu inat, niye bu ısrarcılık?

        İfade özgürlüğüne sonuna kadar saygılıyım tamam ama bu ifade özgürlüğü başkalarının duygu ve düşüncelerine aleni tahrik silahına dönüşüyorsa da... İşte o noktada “Bir saniye ama” derim…

        Leş kargaları üzülecek ama…

        Leş kargaları üzülecek ama…
        0:00 / 0:00

        İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Anayasa Mahkemesi’nin oy birliği ile aldığı Enis Berberoğlu’nun yeniden yargılanması kararına karşın; “Tanımıyorum” dedi.

        O gün gündem buydu.

        Gün boyu bu konuydu meselemiz.

        İşte o akşam gezinirken Twiter’da hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım ve sadece AYM üyesi olarak bildiğim Engin Yıldırım’ın tweet'i düştü önüme.

        Yıldırım; “Işıklar yanıyor” mesajının altında mahkeme binasının gece görüntüsünün fotoğrafını paylaşmıştı.

        Ben AYM Üyesi’nin o mesajını; “İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne, ‘Siz ne kadar reddetseniz, tanımasanız da Anayasa Mahkemesi en yüksek mahkemedir. Ve öyle de olmaya devam edecektir" subliminal ya da derin bir ifade kullanarak vermeye çalışıyor olarak algıladım.

        Demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, Anayasa Mahkemesi kararlarının nihai karar olduğuna inanan bir birey olarak da AYM Üyesi’nin yerel mahkemelere derinden bir mesaj vermeye çalıştığına olan inançla alıntılayıp; “Mesaj derin… Bu ışıklar hiç sönmesin” yorumunu yaptım.

        Fakat aradan 5 dakika geçti geçmedi AYM Üyesi’nin tweet'ine İçişleri Bakanlığı’ndan yanıt geldi.

        REKLAM

        Ve tabii olayın seyri değişti ve Engin Yıldırım’ın darbe imasında bulunduğu filan konuşulmaya başlandı.

        Anayasa Mahkemesi nasıl darbe yapar bilmiyorum ayrı konu ama baktım ki iş saçma sapan bir noktaya doğru gidiyor ve daha da gidecek…

        Sildim yazdığım tweet'i.

        Ve nedenini de samimiyetle şu şekilde açıkladım Twiter’da…

        Ama tabii sotada bekleyen akbabalar mal bulmuş mağrip misali sildiğim tweet üzerinden başladılar; “Darbe mesajına destek verdin” diyerek linç etmeye…

        Benim ne olduğumu, kim olduğumu başta bu ülkenin Cumhurbaşkanı olmak üzere bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olanlar çok iyi bilir.

        7 Şubat MİT krizi başta olmak üzere FETÖ denilen alçakların ülkenin altını üstüne getirmeye gayret ettikleri dönemlerde nerede durduğumu da çok iyi hatırlarlar.

        Şu satırları yazmak, açıklama yapıp kendini ifade etmeye çalışmak bile zul benim için.

        Çünkü AYM Üyesi Engin Yıldırım’ın yazmış olduğu tweet'ten benim anladığım tek şey; “Kabul edilsin edilmesin Anayasa Mahkemesi bu ülkenin en yüksek mahkemesidir. Ve öyle de olmaya devam edecektir” mesajı.

        Bunun ötesinde, dışında bir anlam çıkarmadım o yazılan tweet'ten.

        (Sonradan düşündüğümde Anayasa Mahkemesi üyesi bir yüksek yargıcın AYM kararlarının yerel mahkemede tanınmaması konusundaki itirazını her anlama çekilebilecek subliminal görseller, mesajlar yerine her ne söyleyecekse açık hukuksal ifadelerle ve metinlerle kamuoyuyla paylaşmasının daha doğru ve Anayasa Mahkemesi'nin saygınlığına yakışır bir davranış olacağını değerlendirdim.)

        REKLAM

        Hülasa… O kadar canım sıkıldı ki yapılan haksızlığa…

        Hele bir de FETÖ’cülerin muktedir oldukları dönemde… Yazdıklarımdan rahatsız olduğu için Pensilvanya’dan gelen telefon üzerine yayınlarımı durdurmamı isteyecek kadar o alçakların etekleri altında dolaşan bazılarının yazdıklarını görünce…

        Midem bulandı ve kısa bir süre ara vermek istedim her şeye.

        Kafa iznine ayrıldım yani.

        Dün sabah o kafayı dinlendirirken işte gelen telefonlar, mesajlar sonrası hakkımda; “Patronajı yazılarına son verdi” haberlerinin yapıldığını öğrendim.

        Ve geçtim el mahkum klavyemin başına.

        Özetle sevgili okurlarım…

        Birkaç gün daha dinlenme planım varken…

        Çıkan asparagas, hayal mahsulü haberler nedeniyle bugün yazmaya başladım.

        Leş kargaları… Asparagasçılıkta usta bazıları üzülecek ama buradayım hala…

        Ve Allah izin verirse daha da olmaya devam edeceğim.

        Diğer Yazılar