Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        "Tarih boyunca sana kalan mirası bir düşünsene” diye başlayan bir mini belgesel…

        Ama şahane…

        İslamiyet'te adil olmasıyla sembolleşmiş halife Hz. Ömer’in yolunda gidildiğini anlatırken Fatih Sultan Mehmet’ten, Mustafa Kemal Atatürk’ten, Alparslan Türkeş, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Turgut Özal’dan kareler..

        İzleyenin tüylerini diken diken eden ve; “Kalıbımı basarım ki… Bu çok ama çok profesyonel bir elden çıkmış” dedirten kısa bir film…

        Nitekim öyleymiş meğer …

        Haliç’teki o kısa filmi hazırlayan da tüm organizasyonu düzenleyen de kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanlığı görevinden ayrılan siyasi analist/araştırmacı Faruk Acar’mış.

        Yalan yok ben çok beğendim.

        İrdeleten değil sadece coşturan bir tarafı da vardı filmin.

        Öyle ki…

        Barkovizyonda Alparslan Türkeş görselleri geldiğinde bir kesim ayağa fırladı heyecanla...

        Demirel, Turgut Özal gösterildiğinde bir kesim.

        Bülent Ecevit yansıtıldığında da başka bir kesim…

        Salondakilerin tamamını hep beraber hoplatan görüntüler ise; “Mustafa Kemal Atatürk” ile ilgili olanlardı.

        İşte o an bir kez daha anladım ki…

        Bin yıllar geçse de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu üzerinden…

        REKLAM

        Atatürk bu ülkeye, bu topraklara “aidiyet” hisseden herkesin ortak değeri…

        Hülasa değerli okurlarım…

        Dün Meral Akşener’in Genel Başkanlığında kurulan İYİ Parti’nin 4. kuruluş yıldönümü kutlamasını izlemek üzere İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde olan gazetecilerdendim…

        Aşırı yağmur ve soğuğa rağmen inanılmaz bir ilgi vardı törene.

        Çok insan içeride yer bulamadığı için dışarıda, yağmur altında kaldı.

        Akşener torunu “Pars” ile birlikte dışarıda kalanlarla buluştu en önce.

        Prompter falan olmadan evvela onlara hitap etti.

        Ve sanki orada tüm heyecanını harcadığı için içerdeki konuşmasında beklenilen heyecanı sergileyemedi.

        Naçizane tavsiyem…

        Akşener’in prompter’a bağlı kalmaması lazım.

        Çünkü doğal, doğaçlama…

        Ne derseniz deyin.

        Çok daha başarılı oluyor Meral Hanım.

        Sanki aklına geleni, eseni söyleyince daha farklı bir karşılık buluyor seslendiklerinden.

        Bunu kendisini izlemek üzere gittiğim Artvin, Ardahan, Iğdır, Kars ve Ağrı seyahatlerinde de görmüş ve gözlemlemiştim.

        Son notum dünkü organizasyona dair şu;

        İYİ Parti kuruluş noktasından çok çok farklı bir noktada artık…

        Parti üyelerindeki iktidara gelme arzusu inanılmaz heyecan veriyor ortama.

        Bir de tabii bir yanda ülkücülerin; “Başbuğ Türkeş” sloganları…

        Diğer yanda sosyal demokratların sol kolları havada iki parmaklı zafer işaretleri ve muhafazakârların da kendilerini gösterme gayretleri filan…

        REKLAM

        Anlayacağınız bayağı değişik bir ortamdı dünkü ortam.

        Hoşuma da gitti.

        Çünkü Türkiye’nin tam bir orijinal fotoğrafı gibiydi.

        Bakalım devamı nasıl gelecek İYİ Parti’nin…

        Ülkenin tüm bu farklılıklarını kucaklayarak mı yoksa bir şeyleri eleyip de öyle mi devam edecek yoluna…

        Bekleyip göreceğiz...

        İki nöronlu solucanın bile gerisinde kalmak!

        İki nöronlu solucanın bile gerisinde kalmak!
        0:00 / 0:00

        Aşı karşıtlığına karşı elimden geldiğince mücadele ettim ve etmeye de devam ediyorum…

        “Ölseler dahi umurumda olmaz” mealinde çok ağır, tepki çeken bir yazı da kaleme aldım hatta.

        Ancak…

        Gördüm ki…

        Öyle olmuyor.

        Karşı da olsa aşıya... Maalesef yakınınız olduğunda yine de kahroluyorsunuz koronavirüsün garabetine uğrayınca…

        Önceki gün aradı çocukluk arkadaşım Çiğdem ve 34 yaşındaki yeğeni Görkem’in Covid’e yakalandığını söyledi.

        Rahmetli annesini ben de tanırdım Görkem’in.

        “Aşı karşıtı olmasının garabetini yaşıyor olsa da annesinin bize emanetidir sonuçta” deyip iyi olması adına elimden geleni yapmaya çalıştım/çalışıyorum…

        İnşallah atlatır…

        Ama tekrar etmek istiyorum…

        Aşı karşıtlığı, aşıya direnme bilimsellikle alakası olmayan bir tavır.

        Bu durumu çok sevdiğim, saydığım ve bilim adamlığına, bilgisine çok güvendiğim arkadaşım, hemşerim Malatya Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi Bölüm Başkanı Profesör Doktor Gökhan Söğütlü ile istişare ederken…

        REKLAM

        Daha doğrusu ben; “Hocam nasıl çıkacağız bu aşı karşıtları ile başa?” diye dert yanarken…

        Meseleyi öyle güzel metaforlarla filan özetledi ki...

        Dedim ki; ”Keşke bunları kendi diliniz ve üslubunuz ile kaleme alıp makaleye dönüştürseniz!”

        Kırmadı beni ve yaptı…

        Aşıya karşıtlığın psikolojisini ve sonuçlarını aktaran bir yazı kaleme aldı.

        Söğütlü'nün o yazısını aynen paylaşıyorum…

        İŞTE İNSAN CİNSİ

        Covid-19 hastalığı, koronavirüs, aşılar, ilaçlar, çöken ekonomiler, kaybolan hayatlar, yeniden yapılanan toplumsal işleyişler, globalizmin çıkmazlarına tuz biber ekleyen mikro bir doğa formu... Bir virüs.

        Virüsler yapı olarak çözülmüş olsa bile doğadaki biyolojik silsiledeki yeri ve bunun yanında bir anlamda felsefi olarak nedenselliği çözülememiş organizmalardır.

        Hatta bu yapılar, genel bilimsel uzlaşma perspektifinden baktığımızda, organizma olarak bile kabul edilmiyor.

        Evrimsel süreç ve gelişim, doğal seleksiyon anlamında virüs bir yere konulabilir mi?

        REKLAM

        Cevap hayır olmalıdır çünkü hücre değiller.

        Virüslerin mutasyona uğrayabilse de yeni bir form oluşturamayacağını söyleyebiliriz.

        O halde oluşumu evrimsel sürecin ya da ilksel protein çorbasından oluşan ilksel bakterilerin (ki bu canlılığın temel hücreleridir) mutasyon ve gelişimiyle giden uzun yolun dışında oluşumlardır.

        Hal böyle iken, organizma bile olmayan, canlı olup olmadığı tartışmalı bu yapılar, milyonlarca yıldır, insan da dahil çok hücreli organizmaların ve hatta tek hücreli canlılar olan bakterilerin geleneksel düşmanıdırlar.

        Adeta onların genetik yapıları ile beslenip çoğalırlar. Sanki bizim türümüzü ve dünyadaki tüm diğer yaşam formlarını yok etmeye odaklanmışlardır.

        Türümüzü gerçekten bir son bekliyor mu, bu yakın mı ya da nasıl bir son bekliyor? Bu virüslerle mi olacak bunu bilemiyoruz.

        REKLAM

        İnsanlar olarak kendi gerçekliğimizin 'Sisyphean' çabası içinde debelendiğimiz ise bir gerçek. Charlie Chaplin’in dediği gibi: Makineleşmeyle geliştirdiğimiz hızın içinde sıkışıp kaldık. Bereket bizi terk etti. Bilgimiz bizi alaycı kıldı. Aklımız ise anlaşılmaz ve kaba. En sonunda da medeniyetimiz kendi kendini sürekli güçlendiren bir virüsle bir anlamda hacklan. Pandemik süreç öncesindeki açıklanamayan bazı hipotezler halen bu virüsün insan eliyle modellenmiş olabileceği kuşkusunu gündemde tutuyor. 'Yok olma, yok et' doğa gerçekliği ile hareket ediyor ve başarılı da oluyor. Kendi lehine mutasyon üstüne mutasyon geçiriyor.

        Bu bir kızıl kraliçe yarışı. Doğa ve bilim yazarı Riddley'in dediği gibi, insan ve virüsün karşılıklı olarak birbirini iteleyen ve güçlendiren bir yarışı. Çok hücrelilerle bakterilerin ve virüslerin kadim savaşı. Virüsün sürekli güçlenen mutant gücüne karşılık insanın elindeki tek silahı o kadar da mükemmel işlemeyen immun oluşumu değil, aklı ve onun ürünleri...

        Peki aşı, ilaç vs bunları uygulamayan, yok sayan, küçümseyen ya da tehlikeli gören insanlara ne demeli? Kadim evrimsel süreçte doğanın bize verdiği tek güç akıl ve sezgidir. Diğer yönleriyle güçsüz bir organizma olduğumuz ortadadır. Akıl vasıtasıyla geliştirdiğimiz bilime ve aşılara karşı çıkmak, kirpinin oklarını, aslanın pençelerini, kuşun kanatlarını ve her bir canlının kendi varoluş savunma ve silahını yadırgaması kadar tuhaf bir durumdur. Ne yazık ki akıl tutulmaları ve komplo teorileri bizi, evrimsel anlamda çok ileri düzeyde olduğumuz iki nöronlu toprak solucanının gerisine düşürüveriyor. Zira güneş ışınlarının kendisine zarar vereceğini ve öldüreceğini algılayan bu ilkel organizma, toprağın altında kalması gerektiğini bir anlamda biliyor.

        Covid'le yaşadığımız kızıl kraliçe yarışındaki tek gücümüzün akıl ve onun ürünü olan, bilim yoluyla ürettiğimiz aşılar olduğunu anlamamak, bizi iki nöronlu yer solucanının gerisine düşürüveriyor. Ama ne yazık ki bu durum, bir Latin atasözünün belirttiği gibi ‘Id est genus hominum-işte insan cinsi böyledir dedirtiyor.

        Diğer Yazılar