Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sonunda söyleyeceğimi en başında söyleyeyim…

        Ben bu kararın, yani Pınar Gültekin’i diri diri bir varile sokup yakan ve sonra da üzerine beton döken o cani Cemal Metin Avcı için dün verilen kararın kesinlikle bir üst mahkemeden döneceğine inanıyorum.

        Çünkü Muğla’daki mahkeme heyeti müebbet alması gereken o caniye; “haksız tahrik indirimi” uygulayarak sadece ona değil…

        Bundan sonra ki tüm katillere de adeta bir armağan sunmuştur!

        Tamam adaletin kestiği parmak acımaz ama yok!

        Bu kararla kesinlikle ve kesinlikle yanlış parmak kesildi ve biz bu yanlışlığın hesabını sormakla mükellefiz.

        Dün biraz meşguldüm ve bu yüzden de Muğla’dan patlayan skandal haberin geç farkına varabildim.

        Ama tabii varır varmaz da hemen perde arkasını öğrenmek için daldım konuya.

        Önce tüm haberleri sonra da sosyal medyayı taradım.

        Bazılarına göre katile bu indirimin yapılması gayet normaldi çünkü iddiaya göre Pınar Gültekin sevgili olduğu Cemal Metin Avcı’ya kurduğu türlü tuzaklarla şantaj yaparak menfaat temin etmeye çalışmıştı.

        Tabii ki bunları okuyunca doğruluğu var mı yok mu ben de merak ettim.

        Öyle ya!

        Pınar Gültekin ne yapmıştı da adamı kendisini katlettirecek kadar tahrik etmişti ve, “haksız tahrik indirimi"nden faydalanıp müebbet olan hapis cezası 23 yıla düşmüştü?

        Şöyle söyleyeyim değerli okurlarım…

        Yaptığım araştırmalarım, görüşmelerim sonunda emin oldum ki; bu iddialar o pislik katilin sırf bu indirim hakkından yararlanmak için ortaya attığı yalan ve iftiralardan ibaret.

        Bunu hem soruşturmayı başından beri yürüten Muğla Jandarma’daki kaynaklarım söyledi…

        Hem de Pınar Gültekin'in avukatı olan Rezan Epözdemir.

        Jandarma bilgileri gizli kalması şartıyla aktardığı için öğrendiklerimi yazamıyorum ama Epözdemir’in katil Avcı’nın haksız tahrik indirimi almasına sebep olan iddialarıyla ilgili söylediklerini aynen aktarıyorum:

        PROFESYONEL KADIN KATİLLİĞİ MÜESSESSİ

        “Maalesef kadın cinayetleriyle ilgili yaşadığımız en önemli paradokslardan biri haksız tahrik indirimi konusu.

        İnanılır gibi değil belki ama Türkiye’de bir profesyonel kadın katilliği müessesesi oluştu.

        Katiller bu yasadan faydalanabilmek için cinayetin öncesinde ya da anında, sonrasında neler diyeceğini tasarlıyor.

        Tıpkı bu davada olduğu gibi yargılamada nasıl savunma yapacağını önceden ezberliyor ve kurguyu şahane bir şekilde kullanıyor.

        Genelde bu savunmalar da cezayı minimize etmeye yönelik ceza indirimine yönelik haksız tahrik savunması oluyor.

        Münevver Karabulut dosyasında da Cem Garipoğlu, Karabulut ile ilgili; 'Erkekliğime laf söyledi' diyerek haksız tahrik indirimden yararlanma yolunu denemişti ancak mahkeme kesinlikle itibar etmemişti. Çünkü Cem Garipoğlu’nun söylediği şey maddi gerçeklikle asla örtüşmüyordu ve bu yüzden de cezada herhangi bir indirime gidilmedi.

        Burada da olması gereken buydu.

        Çünkü soruşturma aşamasındayken önce bu sanık dedi ki; 'Pınar Gültekin benim evli olduğumu öğrendi. Benden menfaat talep etti. Şantaj yaptı. Bu yüzden öldürdüm.'

        Bunun hafif kalacağını, indirim yapılma olasılığının düşük olduğunu hesaplamış olacak ki sonradan mahkeme aşamasında mahkemeye bir mektup yazdı ve; 'Beni sarhoş etti. Hemcinslerimle videomu çekti. Şantaj yaparak menfaat talep etti. O yüzden öldürdüm' dedi.

        Birinci duruşmaya çıktı. Çapraz sorguda niçin öldürdün sorusuna; 'Eve gittik, konuşuyorduk. O esnada çantasından bir bıçak çıkardı. Kendimi korurken bıçak koluma geldi. Panikledim. O yüzden öldürdüm. Bıçak çekmeseydi öldürmeyecektim' dedi.

        Fakat dosyada bir bıçak yok. Yaralanma bıçak yaralanması değil. Ve bu adli tıp raporuyla da sabit. Raporu tanzim eden doktor dinlendi mahkemede ve 'Bu bir bıçak yarası değil, abrazyon yani sıyrıktır' dedi.

        PINAR’IN TELEFONU DİDİK DİDİK EDİLDİ

        Diğer iki haksız tahrik iddiasıyla ilgili de soruşturma en derinine indirildi.

        Mahkeme bu cinayeti meşrulaştırmaya, maktule Pınar Gültekin’in özel hayatını tartışılır hale getirmeye matuf bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri’ne yazı yazdı ve Pınar’ın telefonunun geriye dönük 2 yıl boyunca incelenmesi için şifresini talep etti. Telefon şifresi geldi. Siber suçlara müzekkere yazısı yazıldı. Didik didik edildi ama Pınar’ın telefonunda bu caninin iddia ettiği gibi ne şantaj amaçlı bir mesaj ne de video bulundu.

        Bu iki iddianın da kerameti kendinden menkul haksız tahrik indiriminden faydalanmak için uydurulmuş hikayeler olduğu anlaşıldı.

        Diyorlar ki; Video var!

        Ee madem bir video var neden dosyada yok?

        Niye karşı taraf böyle bir videoyu sunmadı mahkemeye?

        Niye mahkeme ABD’ye kadar müzekkere yazdırıp geriye dönük 2 yıl inceleme için şifre istedi ABD’den?

        Gelen şifre sonucu yapılan incelemede neden hiçbir şey elde edilemedi.

        Bütün bunlara rağmen nasıl haksız tahrik indirimi uygulandı anlamak mümkün değil!

        Çok açık, net söylüyorum Sevilay Hanım. Bu dava dosyasında Pınar Gültekin’in Cemal Metin Avcı’ya şantaj yaptığına dair ne bir video ne bir ses kaydı ne de bir mesaj var.

        Gerekçesini yazacaklar göreceğiz ama şöyle söyleyeyim…

        Bugün Muğla’da resmen adalet öldü! Ben bunca yıllık avukatım. Gerçekten böyle bir hukuki garabet daha evvel hiç görmemiştim!”

        BÜYÜK VEBAL ALINDI!

        Epözdemir’e şöyle destek olayım…

        Ben de bunca yıllık gazeteciyim. Hukuki olarak çok skandal kararla karşılaştım daha önce ama ben de böylesiyle ilk kez karşılaşıyorum.

        Hukukçu değilim ama gazetecilikle bağlantılı olan hukuk derslerini okudum fakültede.

        Ceza bunlardan biriydi mesela.

        O okuduklarımdan hareketle söylüyorum;

        “Aklı başında hiçbir hukukçu, elde somut belgesi, kanıtı olmayan haksız tahrik ile ilgili bu iddialara itibar edemez!”

        Dolayısıyla bu mahkeme de itibar etmemeliydi.

        Korkunç bir karara imza attılar.

        Büyük vebal aldılar.

        Kılıçdaroğlu İstanbul'a isim arıyor. Peki kim olabilir?

        Kılıçdaroğlu İstanbul'a isim arıyor. Peki kim olabilir?
        0:00 / 0:00

        Aldığı hapis cezası gereği Canan Kaftancıoğlu’nun siyasi parti üyeliği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düşürüldü.

        Karar genel merkeze tebliğ edildikten hemen sonra başsavcılığa hitaben parti üyeliğini düşürme kararından geri dönülme çağrısını içeren bir başvuru yapıldı ama başvuruyu yapan CHP dahil hepimiz biliyoruz ki; Yargıtay'dan bir geri dönüşün olması mümkün değil.

        Çünkü Siyasi Partiler Kanunu'na göre 2 yılı aşan ceza alan kişiler bırakın yönetici filan olmayı siyasi partiye üye bile olamıyor.

        Dolayısıyla Kaftancıoğlu’nun “resmi” olarak İstanbul İl Başkanlığı’na devam edebilmesi ne yazık ki mümkün değil artık.

        Daha önce Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kaftancıoğlu’nun fiilen de olsa eski gücünü, itibarını koruyabileceği bir formülü hayata geçirmeyi planladığını yazmıştım.

        CHP lideri, Canan Hanım’ı “İstanbul’dan sorumlu” başdanışman sıfatıyla görevlendirip resmi olarak da onun işaret edeceği bir ismi İstanbul İl Başkanı olarak atamayı düşünüyordu.

        Ki, bana göre de en doğru olanı buydu.

        Fakat galiba fazla romantik bakmışım meseleye.

        Çünkü o yazım sonrası gelen itirazları dinleyip, üzerine düşününce...

        Böylesi kritik bir seçime giderken 12 milyon seçmenin olduğu İstanbul gibi dev bir metropolde, “davul birinin, tokmak başkasının elinde” yönetim biçiminin sağlıklı bir sonuç vermeyeceğini görmemek fazla saflık olur.

        Siyasette duygusal olmamak tam tersine olabildiğince acımasız ve gerçekçi olmak lazım.

        Yani evet...

        İstanbul örgütüne, sözünün üzerine söz söylemeye lüzum duyulmayacak tecrübeli ve güçlü bir isim lazım.

        Kemal Bey de buna ikna olmuş zaten.

        Bu yüzden de Kaftancıoğlu’nun, “Ben fiili olarak devam edeyim görevime... İmza yetkisi ise yönetim kurulu üyem Hale Özcömert’te olsun” önerisine sıcak bakmıyor artık.

        Anladığım kadarıyla mesele soğuyuncaya kadar bekleyecek Kılıçdaroğlu ama net öğrendim ki Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar İstanbul’un tüm sorumluluğunu üstlenecek yeni bir başkanla gidilecek.

        İsim arayışına başlamış CHP lideri.

        Hakikaten kimi ya da kimleri düşünüyor, bilmem elbette ki mümkün değil çünkü çok ketum bu konuda Genel Başkan.

        Ama tahminler var.

        Bunlardan biri Gürsel Tekin mesela.

        Tekin’e yakın isimlere göre Kemal Bey aday olduğu 2009 yılındaki İBB seçimlerinde İl Başkanlığı koltuğunda oturan Tekin’in performansına hayran kalmış ve İstanbul'a yeniden onun İl Başkanı olmasını arzu ediyormuş.

        Ben ihtimal vermiyorum bu seçeneğin olabileceğine çünkü Gürsel Tekin halen İstanbul milletvekili.

        Kılıçdaroğlu’nun Tekin’i vekillikten istifa ettirip o koltuğa oturtacağı fikri çok makul bir fikir gibi gelmiyor.

        Vekillik olayı ayrı bir sorun...

        Bir de bu isme başta Canan Kaftancıoğlu olmak üzere partinin tepe noktalarında olan Erdoğan Toprak, Faik Öztrakların filan enteresan bir alerjisi var.

        Yani Kılıçdaroğlu'nun; "Öyle biri olmalı ki bu yeni başkan; örgütte herkes adını duyduğu anda kabul edebilmeli" betimlemesine pek uymuyor.

        Bu arada şunu söylemeliyim...

        Gürsel Tekin'i çok uzun zamandır tanırım. Sanırım 20 seneyi geçmiştir. Siyasette çok profesyoneldir Gürsel Başkan. Geçmişi, şunu, bunu, kavgaları, husumetleri filan yok sayar ve herkesi kucaklar.

        Ama sorun şu ki, herkes onu kucaklamaz!

        Ayrıca… Evet. 2009’da başarılı bir performans sergilemişti ama o dönem örgütte muktedir olan oydu.

        Delege ağalarının çoğu onun ağzının içine bakıyordu ancak bugün benzer bir muktedirliği beklemek hayalperestlik olur zira üzerinden 13 yıl geçti.

        Çok sular aktı yani o köprünün üzerinden ve mevcut örgütte hakim olanlar bambaşka isimler, bambaşka güçler.

        İkinci bir ismin ise Kaftancıoğlu’ndan önceki başkan Cemal Canpolat olduğu öne sürülüyor.

        Gürsel Tekin ile ilgili öne sürdüğüm olumsuzlukların benzeri Canpolat için de geçerli olduğundan onun da İstanbul’un yeni patronu olabileceğine pek ihtimal vermiyorum.

        Hatta hiç vermiyorum.

        Çünkü kendini devirip, koltuğuna Kaftancıoğlu’nu oturttukları için epeyce bir kavga ettiği o üyelerin 40’ı şu anda il yönetim kurulunda halen.

        Canpolat'ın güçlü bir yönetim anlayışı sergileyebilmesi için tüm bu kadroları değiştirmesi gerekiyor.

        Ki, bu imkansız çünkü eski ekipten bir kişiyi yerinden oynatsa kıyamet kopar İstanbul İl Örgütü’nde.

        Bir diğer konuşulan isim ise eski milletvekili ve şu an PM Üyesi olan Eren Erdem.

        Çok çalışkan. Örgüt gerçekten çok seviyor evet ama ben bu ismin de olabileceğine ihtimal vermiyorum.

        Kaftancıoğlu ve ekibi onu da istemez ayrı konu ama asıl neden adı geçen diğerlerinden farklı olarak Eren Erdem'in hiçbir “sandık” tecrübesi olmamasıdır.

        Milletvekilliği yaptı. Parti Meclisi üyeliği yaptı ama küçücük bir ilçe dahi olsa bir seçimde yetkili olarak hiç görev almadı.

        Bilen bilir. Çok zor olur seçimlere giderken o koltuklarda oturanların işi.

        Hele hele de sandığın seçmenin önüne konulduğu o gün!

        Sırat Köprüsü’nden geçer gibi sınav verir; siyasi partilerin il ya da ilçe yöneticileri.

        Canan Kaftancıoğlu’nu Kılıçdaroğlu nezdinde bu kadar yücelten şey de bu zaten.

        Öyle ya da böyle Sırat’ı geçmiş olması…

        Bu arada Kemal Bey’e çok değişik isimler de öneriliyor.

        Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un Kuzguncuk’ta bulunan evinin fotoğrafını çektiği ve paylaştığı iddiasıyla "Özel hayatın gizliliğini ihlal etmek" suçundan 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan CHP Üsküdar İlçe Başkanı Suat Özçağdaş gibi.

        Göreve; “Gölge Başkan” olarak devam etmek isteyen Canan Hanım’ın da alternatiflerinden biri Özçağdaş ama Kılçdaroğlu’na bu ismi asıl öneren kişinin Genel Sekreter Selin Sayek Böke olduğunu duydum.

        Ve şaşırdım.

        Umarım doğru değildir çünkü makul bir siyasetçi olarak bildiğim Böke’nin, yargılandığı davadan ceza aldığı için siyasetten men edilen Kaftancıoğlu meselesi bu kadar sıcakken ve partiye bu kadar sıkıntı yaratmışken İstanbul gibi kritik bir ilin en tepesine yine şu anda yargılaması devam eden bir ismi istemesi garip geldi.

        Gerçekten neden Kemal Bey’in önüne bu isim konuluyor anlamadım.

        Koca İstanbul İl Örgütü’nde bu göreve getirilecek başka kimse mi yok?

        Yoksa CHP'nin bu türden yargısal sorunlarla boğuşmasından zevk mi alınıyor?

        Not: Takipteyim bu konuyu... Duyduğum ve teyit aldığım anda sizlerle paylaşacağım kulisleri...

        Diğer Yazılar