Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir hengame içinde Türkiye’nin yeni anayasal çerçevesinin belirleneceği aylara giriyoruz. Referandumla veya erkene alınacak bir seçimin ardından rejim değişikliğine kadar gidecek bir değişim yaşanması söz konusu. Parlamenter sistem veya Başkanlık sistemi tartışmasının ötesinde asıl Türkiye siyasetinin hangi temel ilkelere göre şekilleneceği sorusunu sormak, temel hak ve özgürlüklerin nasıl korunacağı meselesini tartışmak gerekiyor.

        Metropoll Araştırma Şirketi’nin mart ayıyla ilgili İngilizce raporu bu konularla ilgili kimisi şaşırtıcı veriler sunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın popülaritesi yüzde 49, görevini yapışına verilen onay yüzde 44 olmasına rağmen kamuoyunun yüzde 67’si Anayasa Mahkemesi kararlarına saygı duyulmasından yana. Mahkemenin hukuk devletinin ana sütunlarından birisi olduğunu düşünenler yüzde 65 civarında. Mahkemenin kararlarına saygı duyulmaması veya uyulmamasını yüzde 55 yanlış buluyor.

        Gelecek ay ve yıllara damgasını vuracak bir konuda hükümet ile kamuoyunun bakış açıları farklılaşıyor. Suriyeli mülteciler giderek daha fazla sıkıntı yaratan bir mesele olarak değerlendiriliyor. Yüzde 53.5 yeni mülteci kabul edilmemesinden yana. AB ile mültecileri Türkiye’ye kabul etme anlaşması yapılmışken yüzde 25 mültecileri Avrupa ülkelerine gönderin, bir diğer yüzde 25 ise “Sınırları kapatın ve mültecileri geri gönderin” diyor.

        Yeni dönemde hak ve özgürlük alanlarının nasıl korunacağını tartışırken Türkiye’nin yeni modelinde hangi kıstasların esas alındığına da bakmak gerekecek. Toplum ve devlet, Türkiye’nin dahil olduğu ittifak sisteminin değerler manzumesine uygun bir yapıyı mı, yoksa İslamcı akımın tarih dışı değerlendirmelerine yaslanan bir siyasal- toplumsal projeyi mi tercih edecek?

        Bu tartışmada kilit kavram kuşkusuz laiklik olacaktır. Aslında laiklik bu ülkede felsefi olarak hiçbir zaman doğru dürüst tanımlanmadığı gibi, özünde eksikli ve dışlayıcı bir vatandaşlık anlayışını da yansıtıyordu. Laiklik pratikte otoriter uygulamaların, toplumsal fay hatlarını derinleştiren ayrımcılıkların mazereti diye kullanıldı. Ama tüm eksikliklerine rağmen en azından potansiyel olarak çoğulculuğu ve vatandaşlar arası eşitliği benimsemeye müsait bir anlayışı yansıtıyordu.

        İktidar mahfilleri Türkiye’deki toplumsal düzenlemenin din temelli olması gerekliliğini daha sık dile getirmeye başladılar. Toplumun bu konudaki duruşu ise farklı. Metropoll’e göre Türkiye’de kendisini inançlı sayan ama dindar olmadığını söyleyenlerin oranı yüzde 47. Dindar olanlar yüzde 40,5. Ülkenin son 10 yılda daha dindarlaştığını düşünenler yüzde 57.

        TESEV 2006’da bu soruyu ilk sorduğunda yüzde 9, Pew araştırma 2012’de sorduğunda yüzde 12 civarında olan “şeriat isteyenler”in oranı 2016 Mart’ında yapılan araştırmada yüzde 16.6. Ancak yüzde 76’lık bir çoğunluk hilafetin geri gelmesinden yana da değil.

        Bekleneceği gibi bu durumda dindarlar baskı altında diyenlerin oranı yüzde 15’e inerken laiklerin baskı altında olduğunu düşünenler yüzde 31 oranında. Dindar olmak birisine güven duyulması için yeterli değil. Kamuoyunun yüzde 37’si dindarlara güven duyarken, yüzde 31’i de laiklere güven duyuyor. yüzde 31.7’nin cevabı yok.

        İslamcı terörizmin Türkiye içinde de kendini göstermesi İslam adına şiddet kullanılmasına bakışı dramatik ölçüde değiştirmiş. 2014 Eylül ayında yüzde 12.6, 2015 Ocak ayında yüzde 20 buna onay verirken, 2016 Mart’ında bu oran 4.8’e düşmüş.İntihar saldırılarını onaylamayanların oranı da yüzde 93.

        Bu son rakamlar Türkiye kamuoyunun kimlik meselesini çözdüğü anlamınaysa gelmiyor. Yüzde 70’i NATO’da kalmak isteyen, yüzde 64’ü AB üyeliğinden yana bu toplumun yüzde 64’ü İslam ve Batı medeniyetleri arasında çatışma olduğuna inanıyor ve hayatı, dünyayı komplo teorileriyle, onulmaz düşmanlıklarla açıklamaya eğilimli.

        Diğer Yazılar