Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YARIN 1 Mayıs. Pagan dönemlerde bahar şenliklerinin başladığı gün. Chicago’daki bir eylemde işçilerin öldürülmesine atfen başlamasına rağmen ABD dışında tüm gelişmiş dünyada İşçi Bayramı olarak kabullenilmiş gün. Cumhuriyet’in travmalarla dolu toplumsal ve siyasal tarihinin en kanlı olaylarından birisinin, 1977 yılında yaşandığı gün.

        Tarihine eleştirel bakmak bir yana tarihini doğru dürüst bilmeyen, merak etmeyen ve incelemeyen bir toplumun işi zordur. Tarihle ilgili edilen tüm iddialı laflara karşın Türkiye’de ne yakın ne de uzak tarihin iyi bilindiğini söyleyemeyiz. Tarihsel hafızanın nesilden nesile aktarılmasında bile ciddi sorunlar yaşanıyor. Aktarıldığında da bu hafıza hatırlananların yanı sıra tarih olarak değer taşıyan detaylardan, verilerden, unsurlardan yoksun kalıyor.

        Bu gözlemlere siyasi saflaşma nedeniyle her grubun kendine ait bir tarihi olduğunu da ekleyebilirsiniz. Kendine ait tarihlerle değerlendirme yapan gruplar karşı tarafın ne görüşünü, ne de duyarlılıklarını önemsiyor. Bir grubun yaşadığı, o grubun tarihi olmanın ötesine gidemiyor. Sonuçta Türkiye, özellikle yakın dönemle ilgili, ortak bir tarih bilinci üretemiyor.

        1 Mayıs meselesinin tartışmasında en sıkıntılı unsurlardan biri kanımca bu tarih algısı. 1 Mayıs 1977’de, tam genel seçimler öncesinde ülkenin en büyük şehrinin en önemli meydanında en az 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir kıyım yaşandı. 1 Mayıs’ı düzenleyenlerin, o dev mitinge katılanların şu ya da bu hatalarından hatta günahlarından bahsedebilirsiniz bugün. Ne var ki o hatalar ya da günahlar bunca insanın katledilmesine yol açan gelişmelerde sinsi ve kötülük isteyen devlet güçlerinin parmağı olduğu gerçeğini de yok etmiyor.

        1970’lerin diğer kanlı olayları, cinayetleri, kitlesel kıyımları gibi 1 Mayıs 1977’nin de hesabı verilmedi. Ama Taksim bir adalet arayışının, özgürlük özleminin simgesi haline geldi. İşin hazin tarafıysa toplumun önemli bir kesiminin o gün de, bugün de orada ölenlerin acısını hissetmemiş, yapılanın toplumun her kesimine yönelik bir saldırı sayılması gerektiğini kabul etmemesi. Hükümet iki yıl önce, işine öyle geldiği için 1 Mayıs kutlamalarına açmıştı. Yarın içinse Taksim Meydanı’nı bu kadar rahat ve fütursuzca kutlamaya kapatma kararı alabilmesinin nedeni bu genel vurdumduymazlık olsa gerek.

        İki yıl önce 1 Mayıs gösterileri serbest bırakıldığında kutlamanın ne kadar şenlikli, barışçıl ve rahat geçtiğini hükümetin de biliyor olması gerekir. Bu durumda Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmaların amir hükümlerini çiğneyerek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını hiçe sayarak 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasını engellemek kötü niyetli, dayatmacı bir karardır. Kuşku yok ki geçen yıl Taksim Meydanı’ndaki Gezi Parkı’na yapılan müdahaleye verilen toplumsal cevabın hükümet üzerinde yarattığı travmayla da ilgisi vardır yasağın.

        Ama daha çok sözümün üstüne söz söyletmem takıntısı ve bir çatışmayı davet etme iradesi burada etkin gibi gözükmektedir. Çatışma çıkması halinde Gezi’de ya da 37 sene öncesinde olduğu gibi muhafazakar kesime “meşru düzene kafa tutuyorlar” mesajı verilmek istenmektedir. Bu inatlaşmanın 1970’lerde Türkiye’nin başına açtığı sayısız bela bilinirken, bu denli çatışmacı bir tavrı sürdürmek ülkeye kötülük etmektir.

        Şahsen, yarın yurtdışında olacağımdan ciddi bir ikilem içindeyim. Haydi Taksim’e demek, şiddet kullanmak için fırsat kollayan bir hükümete canının istediğini oransızca yapabilmesi, içeriye tıkması için davetiye çıkarmaktır. Pek çok insanı tehlikeye atmaktır. Şiddet korkusuyla isteyenlerin Taksim’e gidememesi ise zorbalığa teslim olmaktır.

        2014 yılında 1 Mayıs’ın gönül ferahlığıyla kutlanamaması, vatandaşın bu türden kaygıları ve gelgitleri yaşamak zorunda kalmasıysa Türkiye’yi yönetenlerin ayıbıdır.

        Diğer Yazılar