Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen sezon belli başlı Avrupa liglerinde “en rekabetçi” görünen, 4 takımın şampiyonluğa oynadığı “Süper”imizdi!

        2-3 “kafa” takımlı İspanya Ligi tek şampiyon adayıyla oynandı. Bundesliga Bayern tekelinde kaldı. İtalya çok takımlı başladı, ikiye indi. Nihayetinde Juventus yine tekel kaldı.

        Fransa gibi futbolcu altyapısı çok üretken, net ihracatçı ülkenin “1’inci” liginde, önceki sezon mucizevi biçimde rekabet etmiş Nice yoktu; Monaco, Mbappe gibi kayıplar ardından çok koşamadı. PSG’nin koyu tekelindeki ligde, rekabet Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Kupası üstüne pohpohlandı! Rekabete daha açık ama fiilen 5 takımlı Premier Lig’de, Manchester City o çekişme imkanını bile ortadan kaldırdı.

        Bu “eşitsizlik” futbolu yüceltiyor mu; müthiş yıldızlar, müthiş paralar, anormal büyümüş kulüplerle, artan yayın, sponsorluk vb. gelirlerle?

        Yoksa futbol kendini sol ya da sağ ayağından vuruyor mu?

        Birçok ligde, bu büyüklüklerin olmadığı zamanlar da “büyük”ün egemenliği vardı elbet; bizimki gibi. Üstelik sadece tek kentin 3 kulübü. Sonra Trabzonspor bileğinin gücüyle eklense de.

        Ancak bu kez mesele “iyi futbolcu” bulmaktan öte, “iyi para” bulabilmek.

        Ve sistem, eşitsizliği ciddi ödüllendiriyor: Eşitsizlikte şampiyonluğu, Şampiyonlar Ligi’ni, yıldızları cebine koyanın öteki cebine eşitsizliği daha derinleştirecek kaynak giriyor.

        Gösteri düzeni, onların yıldız almasını, sahanın sahneye dönüşmesini talep ediyor; onlar da, Katar, Emirlikler, iki yılda 2,5 milyar dolara 30 Avrupa kulübü alan Çin sermayesiyle uçuyor ama biraz da bilinmeze!

        Yayın haklarıyla belli gelire kavuşan “küçükler” açısından da “imkan” arttı; ancak onların esas imkanı başka şey olmalı: Oyuncu yetiştirebilmek!

        Futbolun futbol olduğu, spor, yarışma, “mahallemizin, şehrimizin, gönlümüzün takımı” olduğu esas yer. Misal bizde bir o kadar unutulan yer.

        Futbolun “hakiki ekonomisi” de belki o. Para kaynağını da “özkaynak” la bulmak. Bunun için ilk önemli destekleri sunabilmek.

        Monaco, Leipzig gibi “yukarılara” oynayan kulüplerin yaptığı da bu.. Çok parlak sayılmayan Fransa liginin esas parladığı; hep üst düzey milli takım ile çok üretken bir altyapıyı çalıştırdığı saha tam orası mesela.

        Belçika, İsviçre (her daim Hollanda), Kuzey ülkelerinin futbola, futbollarına kattığı değer o sayede.

        Parlaklarından seçemiyoruz ama Barcelona, Real, PSG, Manchester United, Bayern, Dortmund gibi kulüplerin yıldızların altında zenginleştirmeye çalıştıkları “akademiler” de o.

        Türkiye’nin, “4-5 kulüplü şampiyonluk rekabeti”ni heyecanla izleyen, kazanmaya odaklı futbol heyecanının yanında kurumuş kökler de orası işte!

        En heyecan verici Trabzonspor’un, 3 yıl üst üste şampiyon Beşiktaş’ın, 4 yıl üst üste lig ve UEFA Şampiyonu Galatasaray’ın, sürpriz şampiyon Bursaspor’un o “başarılar”ını, Milli Takım’ın dünya sıralamasında ilk 10’a girişini besleyen ana damar, işte o kurumuş olan.

        Görünüşümüze gösterdiğimiz özeni göstermediğimiz damarlarımız gibi!

        “Eşitlik” deyince bir de kadınlar, kadın futbolcular var; bir başka yazıya!

        Diğer Yazılar