Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        PARİS

        “Avrupa’nın dünyaya, sınırlara, kentlere, sivillere saldıran ilk büyük modern iç savaşı” bittiğinde, her yenilen karşısına Fransa’da bir yer, bir anlaşma, bir teslimiyet çıkmıştı.

        28 Haziran 1919: Almanya’ya Versailles’da diz çöktürüldü. Paris yakınında. Kraliyet şehri.

        10 Eylül 1919: Avusturya’ya Saint Germain en Laye’de diz çöktürüldü. Paris yakınında. Kraliyet şehri. Paris Saint Germain’e adını veren komşu kent.

        27 Kasım 1919: Bulgaristan’a Neuilly’de diz çöktürüldü. Paris yakınında. İçinde bile sayılır.

        4 Haziran 1920: Macaristan’a Trianon’da diz çöktürüldü. Paris yakınında. Versailles’da esasında.

        Diğerini biliyoruz zaten. 10 Ağustos 1920 Sevres. Osmanlı ile. 3 yıl sonra Lozan geldiğinde, Türkiye ayakları üstünde dikilmiş ama ötekiler diz üstünde kalmıştı!

        İşte o “çökertme” daha sonra aralarına, ön saflara İtalya ve Japonya’yı da alan “Nazi, Faşist, Milliyetçilikler” ama bilinçaltı adıyla, “Fransa’da imzalanmış tüm teslimiyet anlaşmalarına başkaldırı cephesi”ni oluşturmuştu.

        Sonra? Savaş, işgaller, cehennem, milyonlarca insan kaybı.

        Bu kez, Almanya’nın (ve tabii Avusturya’nın) kayıtsız şartsız teslim alınışından sonra İtalya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan’a diz çöktüren anlaşma: Paris!

        Hitler’e yarenlik etmiş kısa süreli Slovakya, Hırvatistan devletlerini saymıyorum.

        VERSAILLES HAFIZASI

        Avrupa’nın çeşit çeşit milliyetçilerinde, bilhassa iki savaşta teslimiyetleri hep Fransa’da, Paris civarında tescil edilmiş olanlarda böyle bir hafıza ve bilinçaltı güçlü müdür?

        Hele Fransa’nın esasen yenilip yenilip “kurtarıldığını” düşünüyorlarsa!

        Gücü var ki, koskoca Almanya’nın can-ı gönülden faşistleşmesinin ana teması hep “Versailles Diktası” idi.

        Tamam ABD, İngiltere de vardı ama onlar deniz aşırı, Versailles Fransız’dı. O yüzden Hitler Fransa’yı teslim aldığında, Almanya teslim alındığında imzaya oturtulduğu aynı vagonu mekan seçmişti!

        O yüzden, günübirlik erkenden Paris’e gelmiş, sokağa çıkma yasağı eşliğinde, başta Eiffel olmak üzere anıtlarda ve her köşesini kitaptan ezbere bildiği Opera binasında hayranlık ve nefretle dolaşmıştı.

        BUGÜNÜN AKTÖRLERİ

        Bu girizgahın güzergahında “bugün” var.

        Çünkü bugün İtalya, Avusturya, Macaristan bilfiil “aşırı milliyetçi” hatta “neo faşizm” kıyısında iktidarlara sahip. Onlara Çek ve Slovak, Rumen ve Polonya rejimlerini; Hırvat ruhunu, Fransa’daki milliyetçi, aşırı sağcı, yabancı, mülteci ve Avrupa düşmanı siyasetleri; bonus olarak da İskandinav, Hollanda faşolarını ekle. Almanya’da koalisyonu içten rehin alabilen, dıştan da büyük seçim başarısıyla halk nezdinde ve Meclis’te kuşatan AfD’yi unutmadan!

        Denizaşırı katkı istiyorsanız, Trump, hempası Bannon ve Brexit’çi İngilizler de mevcut zaten.

        İKİ CEPHE

        “Bugün”e de artık sinsi “Avrupa İç Savaşı” damga vuruyor.

        Fransa Cumhurbaşkanı, hem de nerede, Versailles’da, olağanüstü Senato – Meclis ortak oturumunda demişti ki:

        “Avrupa’daki hakiki sınır ilericilerle milliyetçiler arasında. En azından bir 10 yıl böyle. Bu mücadele başladı, sürüyor. Tartışma konusu bellidir.”

        Macron bir açıdan bir hakikate işaret ediyordu; çünkü Avrupa (hatta ABD) milliyetçileri, faşoları “ortak, enternasyonalist” bir cephe oluşturuyordu. İlk hedefleri de 2019 baharındaki Avrupa Parlamentosu seçimleriydi.

        Ama Macron bir yandan da bu durumu kullanmak istiyordu: Çünkü geleneksel sol ve sağ çekişmesi arasından, ikisininden de devşirme bir hareketle sıyrılmıştı; ona seçimi kazandıran, 2. tur, yani finaldeki rakibinin “Milliyetçi Cephe” lideri Marine Le Pen olmasıydı. Böylece “Milliyetçi, faşizan tehlikeye karşı” merkez sağ ve solun her çeşidi onu desteklemişti. Daha önce baba Le Pen karşısında Chirac’ın seçilişi gibi.

        Fransa Cumhurbaşkanı bu “cepheleşme”yi şimdi de Avrupa’daki etkinliği ve yeni partisinden hiç üye bulunmayan Avrupa Parlamentosu’nda seçim kazanmak için kullanmak, kimine göre istismar etmek; bu arada “sol – sağ” temel çelişkisinden sıyrılmak istiyordu.

        FRANSA’YA TEPKİ

        Macron’a cevap önceki gün Orban’dan geldi.

        Macaristan’ın milliyetçi, mülteci düşmanı Başbakanı; muhtemelen bu yazının girizgahındaki “Trianon ve Paris teslimiyetleri” hafızasıyla da patladı:

        “Fransa’nın yönettiği bir Avrupa istemiyoruz. Fransızlar, Almanların parasıyla Avrupa’ya liderlik taslıyor.”

        Orban bu demeci Almanya’nın çok satan, popüler, popülist gazetesi Bild’e vermişti; Fransa’dan ziyade Versailles’ı unutmamış Alman halkına sesleniyordu! Yüzde 15’e ulaşan tepkisel, nefret dolu yeni Alman faşizminin tarlasına su veriyordu!

        BİZİM AVRUPALILAR

        Türkiye nasıl Lozan’la Sevres’den çıkmış, ikinci savaşta bir öyle bir böyle de olsa uzak kalmışsa, şimdi de AB dışında, bu sahnenin orta yerinde değil!

        Acaba öyle mi?

        Almanya’da 3 milyon, Fransa’da 800 bin, Hollanda’da 500 bin, Avusturya’da 360 bin, Belçika’da 220 bin, İsveç’te 200, Danimarka’da 90… Bulgaristan, Yunanistan’da azınlıklar vs.

        Aklımız dışında kalsa da, su cepheleşmenin orta yerinde onlar; yarınında AB’nin 5’inci büyük ticaret ortağı, onca mültecinin barınağı Türkiye de var.

        Kendi muhafazkar, milliyetçi dünyalarımız onların milliyetçi, muhafazakar odaklarıyla mı daha çok huzur bulur yoksa (yine) kendi dünyamız ile onların dünyasında bambaşka siyasetler mi daha yakın düşer?

        Mültecilerden, yabancılardan, Türklerden, Müslümanlardan nefret eden milliyetçiler ile demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü gibi eleştirileri olanlar gibi!

        Ne zor seçimler bunlar!

        Seçmek şart değil ama en azından onca Türkiye vatandaşı, AB vatandaşı olarak da oy kullanacak!

        Not. Başlık, Blake Edwards’ın o zamanlar sinemada defalarca izlediğim 1966 yapımı savaş komedisi “Savaşta sen ne yaptın Baba”dan ilhamla!

        Diğer Yazılar