Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bazen birisi çıkar, her şeyi özetler.

        Ulaştırma Bakanı da “köprüye getirirken” öyle yaptı:

        “Geçseniz de geçmeseniz de para ödeyeceksiniz.”

        Bu şu demektir:

        Ne yaparsanız yapın, nerede olursanız olun, her kimseniz, bir bedel ödersiniz!

        ***

        Otomobilin yok. Tatile, yolculuğa gidecek gücün yok. Ama yine ödeyeceksin.

        Öödenen bedeller içinde en makulü belki de.

        Her ne kadar, devletin vermek zorunda olduğu garantiler yüzünden, o garantileri alan şirketlere, “Deli Dumrul parası” ise de.

        Öyle ya, bedel diye evladını vermiş olanlar var bu Huzur Adası’nda. Evladını vermemiş olanlar ise, hiçbir bedel ödemediklerini düşünüyorlar. O yüzden cennet mi cehennem mi ayırtına varamıyoruz.

        Oysa Bakan’ın dediği doğru, Düşseniz de düşmeseniz de bedel ödüyorsunuz!

        Düşen her evlat, ayakta olduğunu sandığınız sizinkilerin, bizimkilerin de hayatından, ufkundan, geleceğinden, umudundan bir parça bir parça daha… Ondan öte, hepsi “bizim çocuklarımız”, tabii öyle hissediyorsanız!

        ***

        Başbakan’ın da içimizi okşayarak dediği gibi, “Köprüden geçerek vatandaşımız rahatça tatillerine gitti.”

        Muhtemelen köprüden bakınca öyle görünüyor.

        Çünkü o sırada “rahatça”, “24 saatte 10 asker daha şehit düştü” haberi düşmüş, “rahatça” yollarda düşen 200 vatandaş evlerine dönememiş, onun iki katı kadarı ise, belki de ömür boyu “rahatsız” kılacak şekilde yaralanmış, sakat olmuştu.

        Çünkü o sırada “rahatça” Cizre, Lice ve nice enkaz enkaz üstüne binmiş, biz pek ilgilenmediğimiz için, “elalem” orada ne olduğunu anlamak, kaç sivilin can verdiğini bulabilmek için araştırmaya başlamıştı.

        Yeni havalimanının eli kulağındaydı ama eskisinde bir anda paramparça yitirdiğimiz 45 insanın “rahatça” aramıza, sevdiklerine, hamile eşine, bekleyen düğününe, özleyen annesine kavuşması artık mümkün değildi.

        Yapabildiğimiz, Fransa’nın İstiklal Caddesi’nde konsolosluk kapatmasına misillemeyle ertesi günü metroyu kapatmak olabilirdi ve açıkçası “rahat ve huzurlu” idik.

        ***

        O yüzden, sadece şirketlere değil, belediyelere de kayyım atanması, dokunulmazlıkların kalkması, hakim ve savcıların huzurda hazırolda durması, rektörlerin iki büklüm vektör haline gelmesi, Türkiye’de kazanç rekoru kırıp vergi rekoru kıramayan Havuz Sermaye Takımı atletlerinin “vergi cennetleri”nde vergiden kaçmak için şirketler kurup Panama’da milli olması, hepsi hepsi Huzur Adası’nın bir Demokrasi ve Hukuk Mabedi olduğunu da kanıtlıyordu.

        ***

        Belki de o yüzden, belki de “ayrımcılık partimizin büyük kırmızıçizgisi” olduğundan, bu işler böyle yürüyor…

        Bizim muhafazakârlığımız “anne olmayan kadın, yarım kadındır”da şekilleniyor…

        Yarın yine muhatabımız olacak “muhafazakâr” İngiltere Başbakanı ise tamamen “yarım kadın”dan oluşuyordu!

        Kadınlık açısından değil, ülke geleceğinde söz sahibi olmak bakımından da olsa öyle bir şey ima eden kadın rakibi Bakan’a, “Onun anca yeğeni vardır, ben ise anneyim” sözü için ona kamuoyu baskısıyla özür dilete dilete!

        ***

        Görüldüğü gibi “Rahat Huzur Adası”nda hepimizi mutlu eden birçok şey sıraladım. Tabii nicesini unutmuşumdur.

        Ancak son günlerde tek anlamadığım şu oldu:

        Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının yargılanmasının Başbakanın iznine bağlanmasını Cumhurbaşkanı onayladı!

        En son bir Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları yargılandığında, hatta mahkum olduğunda, zaten (o günün) başbakanının müsaadesine bağlı değil miydi!

        ***

        Huzur Adası hakikaten öyle muhafazakâr demokrat, öyle yaratıcı, öyle doğru bir tanım, lakap, “nickname” ki, o Köprü’den geçemeyip kalan ama yine de bedel ödeyen bir önceki başbakanın aklına gelmemesine şaşmamalı.

        Çünkü bakıyorsun, hakikaten bir Ada. Gerçeklikle, hakikatle, hakkaniyetle karadan bağlantısı yok. Sadece arada bir köprü oluyor; geçsen de geçmesen de bedel ödüyorsun!

        SİNDİRME-BİNDİRME!

        “Ayrımcılık büyük kırmızıçizgimiz” devletinde, herkesin başına gelen malum; alttaki askerlerin başlarına vuran “kırmızıçizgimiz”i de burada sık sık yazıyorum.

        Sivil mağdur ve mazlumları savunan bazı başka avukatların da başına geliyor ama, “İşid rehin aldıktan sonra ordudan atılan”dan “Şah Fırat Operasyonu’nun tek şehidi”ne, “Angarya işte çalıştırılırken can veren”e kadar çok sayıda alttaki askerin davasını yüklenen, başta TEMAD, gönüllü projelerde ise ücretsiz çalışan Avukat Erkan Akkuş da askeri disiplin soruşturmasıyla sindirilmek isteniyor.

        Huzur Adası’nda haksız olmak çok zor değil; hak aramak mesele!

        Diğer Yazılar