Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir ölürüz…” dendiğinde “Sekiz ölünüz” daha varsa, bitirmek istemediğiniz savaşı bitirmek istemeyenler de var demektir.

        Döne döne yine buraya geldik.

        30 yıl önce doğmamış çocuklar da topluca ölebilsin, pusuya düşebilsin, kahpe mayınlarda paramparça olabilsin, öldürmek için yanıp tutuşabilsin diye.

        Cennetimizi cehennem yapmakta ustalaştık.

        Çünkü cennetin acemisiyiz.

        Çocukluğunu, gençliğini bir tabuta sığdıran hiçbir evlat, bize daha çok ölmekten, öldürmekten başka heves vermiyor.

        Ölmesinler diye düşünebildiğimiz tek resmi ya da muhalif şey, daha çok ölmeleri, öldürmeleri, öldürülmeleri oluyor.

        50 bin olmuş, yuvarlak sayı.

        Hiçbir ana evladını öyle yuvarlamaz.

        Usulca sarıverir kefenine.

        İnatla yatırır yüreğinde.

        Çocuklar öyle yuvarlanıp adam gibi sayılmadığı için, hepsi beş haneli bir rakamın sıfırları gibi sıralanıyor peşi sıra.

        İhtiyacımız olan bir başka akıl belki, başka türlü bir yürek; katliamı durduracak cesur bir niyet.

        Kendi köşemizde büzüşmüşüz.

        Can verdikçe canımız yanıp duruyor.

        İlle çığlıklar atmamız gerekmez.

        Süresiz bir matemin sessizliğindeyiz uzun zamandır.

        Bir kara tren gibi ağır aksak geçiyor hayat.

        Bir menzile vardığı yok aslında.

        Dönüp duruyor çember gibi raylar üstünde; ah, sanki oyuncaktır, durdursan duracaktır.

        Lakin birer kömür parçası gibi alev alev, kor kor, atılıyor çocuklar ocağına.

        Külleri toza, toz dumana, duman ruhumuza karışıyor.

        Ruhumuz kapkara.

        Deve kini!

        (Bu sütunu bir süre “tatil”im boyunca ben yazmıyorum. Yazılar; bana yazanlar, içinizden birileri, sessizliğin sesleridir. Bazen belki bir, iki not koyar, usulca kenara çekilirim yine.)

        DEV(L)E(T) KİNİ:

        “Bahsedeceğim konu 14 yıllık demokrasi ve hak arama mücadelem.

        1997’de Ankara Ü. Veteriner Fak. öğrencisiyken kimlik kontrolünde gözaltına alındım. Ben ve 3 arkadaşım hakkında DGM’de,öğrenci derneğine üye olmak, yasadışı örgüt pankartları altında 1 Mayıs ve 2 Temmuz 1997 mitinglerine katılmaktan dava açıldı.

        25 Aralık 1997’de 3 yıl 9 ay ağır hapis cezası aldık. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nce Haziran 1999’da onaylanınca Zile Cezaevine konuldum. Aralık 2000’de Rahşan Affı denen şartlı salıvermeyle tahliye oldum.

        Esas sorun sonra başladı: Önce, cezaevindeyken YÖK’çe okuldan çıkarıldım, öğrenci affıyla dondum Başarıyla mezun olmama, cezamın bitmiş olmasına rağmen 15 ay uzun dönem askerlik yaptırıldım. Onbaşılığın dahi yasak olması cabası.

        Askerde girdiğim KPPS sınavlarıyla kadrolu Çorum Tarım İl Müdürlüğüne veteriner hekim atanmamın yapılmasına rağmen, güvenlik soruşturmasında 97’deki ceza nedeniyle görevime som verildi. Oysa cezam bitmiş adli sicilden silinmişti.

        Açtığım dava Danıştay 12.dairesine geldi, geçen ay karar düzeltme talebimiz de rededildi.

        Tarım Bakanlığı ve sistem bununla da yetinmedi. Kısa süre de olsa, görevime son verildikten sonra serbest veteriner kliniği açmıştım, onu da kapattılar. Epey uğraşıdan sonra kararı iptal ettiler.

        Şimdi tüm dosyaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderdim. Büyük ihtimalle Türkiye bu davadan da mahkum olacak.

        1997’de mahkemenin gerekçeli kararı tam bir hukuksuzluk, adaletsizlik örneği. Hatta kendileri de, herhangi bir somut delil olmamasına rağmen katıldıkları yasal mitinglerle örgüte yardım yataklık yapmışlardır, demişler.

        Bu kararlar fikrimde, siyasi duruşumda bir değişiklik yapmadı, yapmayacak. Aksine her hukuksuz, adaletsiz karar bilincimi daha da bileyecek.

        Memur olmasam ne olur, sonuçta ekmeğimi bir şekilde taştan çıkarırım. Ama binlerce insan yolsuzluktan, rüşvetten mahkum olup memur olurken, görevine devam ederken ya da yüzlerce dosyası olup milletvekili olurken, görevim bana yasak.

        Kalsın davam mahşere kalsın da demiyorum. Kazım Koca”

        ***

        MERAKLISINA NOT:

        Taraf’ta bir kardeş sonunda (biraz durup dururken) beni de bulmuş! Ayıp etmiş!

        Ya o taraftan ya şu taraftan birinin vurması mukadder de, beklemediğim biri. Şimdi dikenlediği “yıllarım”ı, gıyabımda ve kırk yılda bir karşılaşmalarda yüzüme “saygıyla” anardı. Yoksa bana mı öyle gelirdi!

        Böyle başkaları da oldu. Bir ters rüzgarda, saygı duyduklarını da yerin dibine batıran heyecana ve heyelana kapıldılar.

        Ben (de) “Vijdan Kuaförü” imişim. “Vijdan yazıları”yla yıllardır, bıktırmışım! O yazılardan biri de bir gün onun söz hakkı için olmuştur. Başkaları için olduğu gibi; yeri gelince en karşı olduklarım için yazılanlar gibi.

        Vijdan Kuaförü”ne alınmam; dükkanda “vicdansızlık”, haset, fesat tıraşlamadıktan sonra! Keşke, yazı ve isyan yeteneğiyle daha ziyade vicdansızlıkları yazsa.

        Lakin, ne o ne başkası şunu karıştırsın:

        Medyada (ve her yerde), başına dert gelen, linçe maruz kalan kim olursa, bir kıymetim varsa, o an yanında durmaya çalışırım. Ama kimsenin kankası, kankisi olmam. Yıllarca için için, kıçın kıçın kankalık edenlerin birden kanlı bıçaklı olmasına da akıl erdiremem. Siyasi kisveli nice kavganın mahalle kavgasından ibaret olmasına da.

        O yüzden, bizim “berber” epey yalnızdır, bağımsızdır. Oradan oraya taşınır ama oradan oraya sürüklenmez.

        10 gazetede çalıştım; 2001’de bir gün Star’da yazdıysam, o sıra (herhalde) onun da yazar olduğu kartelci gruptan, kendilerine yazarlık veren zatlarca kovulup pek bir yerde tek kelime yazmama fırsat, imkan verilmediği için. Lanetli sayıldığım için! Grup kararı uyarınca, herkesin yazma denince yazmadıklarını yazdığım için! Tek kelimemi bile kimseye ödünç vermeden, kimseden tek kelime sipariş almadan! Kadromu da, ders verdiğim bir üniversitede tutarak.

        Romancı değilim, kurguda iyi değilim; gazeteci olmaya çalıştım 31 yıldır. Gökten bir elma gibi düşüp bir masal tadında; paraşütle köşe yazarı olmadım; muhabirlikle başladım, yola bir sendikadan çıkmıştım!

        Elbet çalışmaya ihtiyacım var. Ama ne ona, ne buna yalakalık, yanaşmalık yaptım. Kaçamak bile olsa böyle yapanlar hazmetmişse, pişkinliklerine ne diyeyim.

        Kimseye şirinlikler de yapmadım. Kimseden iş, köşe istemedim. Verildiğinde de, veren bilir ki, her kelimemin sorumluluğunu da taşırım, onurunu da, bir yamuk yaparsam utancını da. O yüzden kelimesine dokunulmaz.

        Merkez medya”da çalışmayı ayıp bulan olabilir; ama önce kendine, etrafına bakacak; Simavi’nin, Asil Nadir’in, Doğan’ın, başkalarının “merkez”inde çalışmış ahbaplar var mı, diye.

        Ayıp olan, on binlerce kişi gibi oralarda çalışmak değil; yanardöner, eğilir bükülür, yanaşır yapışır, kimi güçlere, güçlülere yılışır, bir gün sevişir ertesi gün kapışır bir kakarakikiri olmaktır.

        Elbet kimi kardeş gibi kusursuz mükemmelliklere, güzelliklere sahip değiliz ama o “Vijdan” bile “vicdan”a yakın düşer. Sen de bilenlerdensin diye bilirdim.

        O laftan gocunmam, ama sana epey şaşırdım; ki bu da benim iç dünyalardaki fırtınalara, alaboralara dair iflah olmaz cehaletim olmalı!

        Ne ki, beni maşa yapmak daha kimsenin eline nasip olmadı; maşa saymak senin çatal diline de uymaz!

        Daha ne diyeyim: Bana çaksa dahi, yazıyı onca zaman iyiye, doğruya da kullanabilmiş herhangi bir kimseye pek kıyamam ki!

        (Tabii ki her şeyin de bir sınırı, her kuaförün de bir siniri var! Şairin dediği gibi: Belki de bir elimde kalem, bir elimde ustura!)

        Notun notu: İdeolojik tadındaki şahsi hesaplaşmalara bulaştırmayınız, kendinizle de başkasıyla da karıştırmayınız!

        Diğer Yazılar