Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bianet’te “Plaza Eylem Platformu” haberine rastlayınca burnumu yeniden o cama dayadım!

        PEP, plazalarda, özellikle bankalarda “beyaz yakalı işçiler”in her şeyden önce “işçi” olduklarının farkına varmaları için çaba harcayan bir oluşum.

        Hepsi okumuş çocuk, elbet…

        Lakin diploma, şık giysi ve pırıl pırıl ofis, kullandıkları (ve onları kullanan) teknoloji ötesinde…

        Burnu cama dayayıp da ruhlarına, yüreklerine, emeklerine de bir bakmak gerek!

        ***

        Üç yılı geçmiş yazalı. Cümleler benim olmaktan çıkmış. İyi de olmuş.

        Çok sayıda bankacının “online” hayatında neredeyse hepsinin kendi imzasını attığı metne dönüşmüş:

        “Önünden geçerken akşam bir saatte; bir şubeye burnunuzu dayayıp bakınız.

        İçeride, genellikle fazla mesai de ödenmeden, genç yaşında rakam, bilanço, prim, hedef manyağı kılınarak (hırsla ve endişeyle) çürütülen insanlar göreceksiniz.”

        Bunlar tersaneden bankaya, ordudan plazaya, “köleleştirilmiş” onca insana hiç değilse dokunan tükenmez bir serinin parçasıydı.

        Sadece en üsttekileri dikkate alan, onların her sözünü kutsal sayıp alttakilerin hayatına “burnunu dayayıp” bakmayan gazeteciliğe de için için isyan.

        ***

        Ondan bir süre önce yine burnumu dayamışım o cama:

        “Çağdaş işletmenin, plazaların, cici ofislerin, temiz pak kıyafetlerin, teknolojinin orta yerinde, ortalamanın çok üstünde eğitim, iş bulma beceri ve şansı, büyük umutlar ile gelip ufalanan binlerce insan mevcut.

        Kendi kendisini kırbaçlamaya, hedef tutturmak için insanlıktan çıkaran her şeye boyun eğmeye, iş arkadaşını bertaraf etmeye, fazla ücret talep etmeden aşırı iş yüklenmeye, ücretsiz fazla mesaiye, hep koşmaya, bir an tökezlememeye, tökezlerse de düşmeye mahkum.

        Bunalıyorlar.

        Banka kârlarına dair çok habere rastlamışsınızdır ama…

        Kâr patlaması için patlayan; kan ter, hırs, esaret, bunalım, kendini kaybetme, arkadaş harcama, düşmemek için (zincirlendiği) koşu bandında sürekli koşma, hedef manyağı olma, hiç itiraz edememe, adeta militer düzende robotlaşma pahasına, en modern işletmelerin şık köleleri olarak hırpalanmış, kırbaç izleri kalplerine, beyinlerine kazınmış, birbirinin ve kendisinin işkencecisi, celladı kılınmış insanlara pek rastlamadınız.

        Patronlar, CEO'lar, yönetmenler, müdürler, komutanlar başımız üstünde; ama yüz binlerce insan, insan olarak yok.

        Bankadan orduya, medyadan okullara, madenden tersaneye onların insanlıktan çıkarılışını tartışmak ateşten gömlek.

        Kendi sorunlarını kendi elleriyle gömmeye mahkûm edilmişler. Dillerini yutmaya. Kapı dışına atılmaktansa, içeride her şeye razı olmaya.”

        Tehdit ve zorla “rıza”… Bu da bir nevi tecavüz Rıza!

        “En ileri”, en kültürsanatsever, estetiğe en düşkün işletmelerin, insanı insanlıktan çıkarma, aklının ve bedeninin üzerine çullanma hali, yani!

        ***

        İşte oncası arasından iki yeni mektup:

        1. Umur Bey; kızım bankada çalışıyor. Akşam en erken 19-20 arası iş çıkışı. Çoğu zaman cumartesi, pazar da ücretsiz fazla mesai. Karşı çıkanı 100 kilometre öteye tayinle tehdit. Her çalışan günde iki müşteriye kredi pazarlamak zorunda. Banka yerliydi, şimdi yabancı. Çalışan hakkına saygılı olurlar sanılıyordu ama onlar da iğrenç düzene uydu.

        2. 2003’de mezun oldum. Bankada işe başladım. Sürekli pazarlama baskısı ve hedeflerle hesaplanan maaş ve primler arasında köşeye sıkışan çalışanlar saldırganlaşmış durumda. Banka, emeğin karşılığı ücreti bile ekstra satışlarla ilişkilendiriyor. Maaşımız 800 TL ile 1300 TL arası. Mesai saatine bölün, asgari ücretin de altı eder. Cuma gelir, hafta sonu zannedersiniz. Haber gelir. Cumartesi de işbaşı. Karşılığı? Sıfır!

        ***

        Sıfırdan bol ne var zaten bu işlerde!

        Diğer Yazılar