Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİRİ Amerikalı, diğeri Fransız iki fon yöneticisi konuşuyor. Fransız arkadaşımız şöyle diyor: “Türkiye süratle Doğu’ya kayıyor, aslında Doğu’ya doğru içeriden-dışarıdan itiliyor.” Amerikalı dostumuz da şöyle devam ediyor ve aklınca içini ferahlatıyor: “Türkiye ‘bizim menfaatlerimizi’ kaydığı ve yerleştiği yeni eksen içinde korumalı ve koruyacak!”

        Sevgili dostlar, yukarıda geçen konuşmaları yapanların kafasındaki “sonuç”, benim uzun zamandan beri ortaya koyduğumdan farklı değil: Türkiye, Ortadoğu’da, Orta Asya’da “lider” olabilir-OLACAK! Dediğim gibi sonuç “aynı” ama onların “sebep-sonuç” ilişkisi benimkinden çok farklı; arkadaşlar “onların menfaatleri doğrultusunda” bu yolda olmamız gerektiğini ve böyle olacağını düşünüyorlar! Peki geçmişten bugüne Batı dünyasının, daha doğrusu “emperyalist düzenin”, Osmanlı’yı ve sonrasında kurulan cumhuriyeti, Orta Asya-Ortadoğu coğrafyasında destekleme-düzenleme istekleri nasıl gelişti? Konuya Almanya-Osmanlı çizgisinden başlayarak göz atalım ve ana konuyu “dönemlere” bölelim...

        1. Dönem: Avrupa’nın idealleri uğruna, Müslüman coğrafyasına tezleriyle hâkim olabileceği düşünülen İstanbul’un dönüştürülmesi ve özellikle Alman çıkarları uğruna kullanılması süreci Osmanlı’nın gücünü kaybetmesi ve “Batı blokundan” borçlanmasıyla başladı. Bu dönemde borçlanma Londra ve Paris merkezli yapılmasına rağmen, siyasi anlamda Almanya diğerlerinden ayrışarak Osmanlı üstünde kesin bir avantaj elde etti.

        Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Müslüman olduğu haberleri eşliğinde, Ortadoğu’ya hâkim olma yolunda, İstanbul coğrafyası bütün unsurlarıyla kullanıldı. Bu süreç 1. Dünya Savaşı ile son buldu!

        2. Dönem: 2. Dünya Savaşı’nda ve öncesinde de durum farklı değildi. Potansiyel bir Rus (komünizm) tehlikesine karşı dine dayalı sivil unsurlar, ABD ve Almanya tarafından harekete geçirildi. Bu süreç, Almanya’nın Ortadoğu petrollerine dokunmadan Orta Asya petrol bölgelerine ulaşması şartıyla İngiltere ve Fransa tarafından da desteklendi. Savaş sonrası Türkiye’nin NATO’ya katılım sürecinde dahi Türkiye kurulacak bir Ortadoğu Komutanlığı mantığıyla yapıya zoraki alındı. Bu süreç İkinci Dünya Savaşı’ndan 1989 Berlin Duvarı’nın çöküşüne kadar kademeli olarak devam etti.

        3. Dönem: 1980 sonrası da aynı mantığı gördük. “Ilımlı İslam devleti” mantığı altında Ortadoğu ve Orta Asya’da hâkim olmak isteyen Batılı emperyalist yapının yine bu coğrafya üzerindeki oyunları sürece hâkimdi. Devletin resmi organlarında “Kemalist laiklikten Osmanlı sekülarizmine” başlıklı raporlar zorlanarak, yeni bir sentez pompalandı. Pompalandı ama bu olması gerektiği gibi “doğal” değil “zorlama ve suniydi”! Normal olarak da tutmadı ve yapacağımız sorgulamalara da zarar verdi.

        4. Dönem: 1999-2001 ekonomik krizi sonrası ve özellikle 2003-2006 arasında zorlama “Doğu’ya yaklaşma” mantığının yeniden ortaya çıktığını ve “Batılı emperyalist yapı” tarafından tezgâhlandığını gördük! Bu zorlama “doğal yakınlaşmayı” zora sokmaya devam etti ve “doğal bütünleşme-yakınlaşma” 2006 sonuna kadar sağlanamadı!

        5. Dönem: 2006 sonrası, özellikle 1854 sonrası “Almanya çizgisine” giren zorlama “yakınlaşma” çökmeye ve “yerleşik yapıların” da yapılan operasyonlarla sökülüp atılmasıyla, Türkiye’nin “Ortadoğu-Orta Asya-Afrika’da” doğal “liderlik” süreci başladı. 1850’lerde “Osmanlı içinde kurulan” Alman kökenli “emperyalist” yapılanma deşifre oldu, keşfedildi ve cumhuriyet savcılarının açtığı dosyalardan “Almanya-İsrail çizgisindeki” derin yerleşik yapılanmalar çıktı! Sonuç: Türkiye “Ortadoğu-Orta Asya-Afrika” çaplı yeni bir çemberin “merkezi” ve lideri! En önemli ayrıntı ise bu “liderliğin” 2006 sonrasında “doğal olarak gelişmesi” ve 1850-2006 dönemindeki “yapay” süreçten ayrılması!

        Bugün her şey olması gerektiği gibi, Batılı emperyalist yapının “kontrolü” dışında ve Türk Devleti’nin “inisiyatifi” dahilinde! Son söz: Türkiye “doğal liderlik” sürecinde “taşıdığı potansiyeli” süratle fark etmeli. Bu gerçek ışığında Türkiye’nin, Orta Asya ve Ortadoğu’da kuracağı modellerde başarılı olabileceğini ve süratle “Avrupa Birliği senaryosundan” kurtulması gerektiğini düşünüyorum. Önümüzde “yeni bir dünya” var! Herkesin “yeni dünya düzeni” diyerek işaret ettiği-sorguladığı düzen “bizim lider olabileceğimiz” bir yapıda kuruluyor ve BİZLER hâlâ, bizi “150 sene bu yolda tutup vakit kaybettiren Avrupa’nın” YALAN senaryolarıyla uğraşıyoruz!

        Diğer Yazılar