Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Fakat bugün halk bakanın bu sözleriyle kendilerini siyası çıkar uğruna o dönemde kandırdığını iddia ediyor.

        O dönem bu görüşe katılan başka Türk büyükleri de vardı. Dönemin Başbakanı Turgut Özal "radyoaktif çay daha lezzetlidir" diyerek basına poz verirken, Cumhurbaşkanı Kenan Evren "biraz radyasyon bırakın zararını kemikler için yararlıdır" diyordu.
        13-22 haziran 1986 arasında Hamburg Üniversitesi ile ABD’deki Woods Hole Oşinografi Enstitüsü’nden ikişer bilim adamı, Karadeniz’de inceleme yapmak için Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü araştırma ekibine katıldı. Daha sonra 'Clarke Raporu' olarak anılacak araştırmanın sonuçları oldukça ilginçti. Karadeniz, suyundaÇernobil’e bağlı sezyum izotop düzeyleri tıpkı bir atom bombası atılmış gibi yüksek bulundu. Ve bu sonuçlar “gizlidir" damgalı bir mektupla yetkililere iletildi. Buradan çıkarılacak önemli bir ders vardı. Radyasyon önemli düzeydeydi ve sularda yaşayan tüm canlılar ileri derecede etkilenmişti. Doğal olarak uzun süre balık yenmemesi gerekiyordu. Buna ne oranda uyulduğunu bugün için söylemek olası değil.
        Dönemin bir başka çelişkisi olarak “Çaylarda radyasyon ölçümünün sekiz ay sonra yapıldığı” iddiasıydı.Gerçekten TAEK tarafından bu amaçla ilk çalışma 16 aralık 1986’da yapıldı. Çaykur Genel Müdürlüğünün çay paketleme tesislerinde 1985 ve 1986 yıllarına ait çaylarda yapılan ölçümlerde çayın kilosunda 89.000 Bq kadar radyasyon içerdiği saptandı.

        30 aralık 1986'da TAEK 58 bin ton radyoaktif içeriği olan çayın gömülerek imha edilmesini önerdi. Bu karar ancak 19 ocak 1988 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı ve yürürlüğe girdi. Bu süre içinde radyasyon tehlikesiyle depolara alınan ve imha edileceği beklenen çayların el altından gayri yasal olarak piyasaya sürüldüğü iddiası dillerde dolaşmaya başladı. Sorun sadece çayla sınırlı değildi. 17 eylül 1986’da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, doğu Karadeniz Bölgesi’nden gelen tüm fındıkların Fiskobirlik tarafından satın alınacağı ve bölgeden dışarıya çıkarılmayacağını bildirdi. Ancak fındık yasağı daha sonra kaldırıldı. Fakat 22 kasım 1986’da Almanya'ya ihraç edilen 40 ton iç fındık yüksek düzeyde radyasyon yüklü olduğu gerekçesiyle geri çevrildi.

        Her şeye rağmen, bugün bölgede ortaya çıkan kanser vakalarınıngeçmiş radyasyonla ilintisini ortaya koymak bilimsel olarak pek kolay değil. Fakatgörülen her kanserin de radyasyon kaynaklı olması söz konusu değil. Bu arada kanserle ilgili bir veriyi paylaşmak istiyorum. Erkeklerde görülen kanser vakalarında (1999’da toplam 16023 vaka) akciğer kanserinin % 29.8 olduğunu ve bunu % 8,21 ile mide kanserinin izlediği biliniyor. Akciğer kanserin vakalarının % 90’da sigara ilintisinin kanıtlanmış olduğunu unutmamak gerek.

        Sağlık Bakanı Recep Akdağ Karadeniz bölgesinde ortaya çıkan kanser vakalarının Çernobil kazasına bağlı olup olmadığının tespit edilmesinin mümkün olmadığını söylerken haklı. Bakanın verdiği demeçte kanser hastalıklarının çoğu, uzun yıllar sonra ortaya çıkabileceğini ve radyasyon etkisine bağlı olarak tiroit kanseri, lösemi ve beyin kanseri gelişebileceğini söylüyor. Fakat mevcut kayıtlara göre, bölgede ve diğer bölgelerde bu tür kanserlerin görülme oranında değişiklik olmadığını belirtiyor.
        Kanser, 1982'den beri, 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu 'nun 57. maddesi gereğince 'Bildirimi zorunlu hastalıklar listesi'nde. Buna rağmen, kansere ilişkin istatistiksel bilgiler yeterli değil. 1992'de "Kanser Kayıt ve İnsidans" projesi kapsamında, Trabzon, Edirne, İzmir, Ankara, Adana, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Sivas ve Erzurum'da 'Kanser Kayıt Merkezi' kurulmuştu. Fakat bu merkezlere gelen bilgilerin yetersiz olması üzerine Türkiye'dekanser kayıt sistemi 1992'de İzmir'de yeniden yapılandırıldı. Yeni oluşturulan bu sistemden o günlerde elde edilen bilgilere göre kanserden ölüm yüzde 15 artış göstermişti ve böylece kalp- damar hastalıklarından sonra ölüm sebebi olarak kanserin ikinci sıraya yükseldiği ortaya kondu. Şimdi çalışmalar eskisi kadar aktif değil. Bildirimler sadece il sağlık müdürlüğü çerçevesinde yürütülüyor.
        Karadeniz’de kanser vakalarıyla ilgili söz söyleyen bir başka sorumlu kurum da TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Yüksek Kurulu ). “Karadeniz'de kanserin artmasından Çernobil sorumlu değildir” dedi ve demeye devam ediyor. Ayrıca, yıllardır haksız saldırıya uğradıklarını belirtiyorlar. Zira Çernobil ölçümleri konusunda hiçbir saklı gizli belgeleri olmadığını hem ulusal hem de uluslararası verilerle bunun ortaya konulduğunu söylüyorlar.

        TAEK verilerine göre, Türkiye'de kazanın ilk etkileri 30 nisan 1986'da Trakya bölgesi ve Karadeniz kıyılarında çevresel doğal radyasyon düzeyindeki yükselmeler ile gözlendi. Bölgenin normal şartlarda 8-10 mikro röntgen / saat olan doğal radyasyon düzeyi 4-5 mayıs günleri 30-50 mikro röntgen/saat düzeyine ulaşıyor.En yüksek radyasyon düzeyi 150 mikro röntgen/saat olarak Batı Karadeniz kıyısındaki Karasu'da ölçülüyor. Yapılan bu ilk ölçümün ardından TAEK düzenli radyasyon ölçüm programını başlattı. Program çerçevesinde ülke genelinde çevresel örneklerin ve besin maddelerindeki radyoizotopların analizleri yapıldı. İlk olarak et, süt ve mamulleri, sebze ve meyveler, baharatlar denetim altına alındı. Daha sonra TAEK, radyasyondan etkilenen bölgelerde üretilen süt haricindeki tüm gıdaların Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) limitlerinin altında radyoaktivite içerdiğini açıkladı. İyot 131 bulaşmış sütler ise tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi peynir yapılarak içersindeki radyoaktif iyot tamamen yok oluncaya kadar bekletilmesi gerektiğini ilgililere duyuruldu. Burada da karanlık bir nokta var. Kim ne kadarbuna uydu?

        Ayrıca mera hayvanlarının taze otla beslenmemeleri gerektiği söylendi. Saman, suni yem gibi gıdalarla beslenmeleri önerildi. Kuşkusuz buna ne oranda uyulduğu bir muamma.

        Diğer Yazılar