Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Problemli bir çocuk olan Tim Burton’ın bu günlere gelmesi hiç kolay olmadı. Sorunlarını insanlara açmayı sevmeyen Tim Burton, sorunlarından kurtulmak için resim çizer. Çizdiği karakterler Burton’ın en iyi arkadaşlarıdır. Onları kendi istediği gibi konuşturur. Burton’ın karakterleri, Burton’ın hayalgücünün bir parçasıdır. Kişisel sorunlarını karakterlerine ışınlayan Burton, onlardan öyle bir beslenir ki, arkadaşa bile ihtiyaç duymaz. Burton’ın sanal dünyasında yaşayanlar her zaman naif ve iyi niyetlidirler. Ama bir tarafları eksiktir, sebebi de hayattan yediği kazıklardır. Tuhaf zevkleri olan karakterlerin özleri temiz olduğu için, kimseye zarar vermezler. Tam da Burton’ın istediği gibi!

        Uzun bir süredir yoluna yapımcılıkla devam eden Tim Burton, az ve öz film yapar. Yaptımı da tam yapar! Gotik ve fantastik dünyanın kapılarını ardına kadar aralayan Tim Burton, kontrast renkler kullanarak karanlığı simgeler. Onun sinemasal benliğinde yer alan fantastik hikayeler hem gotik hem de masalsıdır. İhtişamlı gökdelenler, gerçeküstü karakterler, metaforik görseller ve karikatüristik çizimler Burton’ın sinemasını süsler. ‘Stop-motion’ tekniğini ustalıkla kullanan Burton tahlil yeteneğini ortaya koyar. Tuhaf bir yönetmen olarak nam salan Burton, gotik betimlemeleriyle karakterlerin ütopik dünyasını bize yansıtır. Karakterler her ne kadar sıradışı olsa da, gerçeklikten asla kopmazlar. Onların ütopik dünyası sadece bir yansımadan ibarettir. Aslında bunu şu şekilde ifade edebiliriz: Karakterlerin içinde oldukları yaşam, kafalarında kurguladıkları yaşam ile neredeyse aynıdır. İşte Burton bize bunu gösterir. Abartı ile donatılan karakterlerin insani değerlerini kaybetmemesi için uğraşan Burton, karakterlerine çok farklı duygular yükler. Hemen hemen tüm karakterler duygusaldır. Bu karakterler bazen çok mutlu, bazen de çok mutsuzdur. Bu iki duyguyu aynı anda yaşarlar.

        KARAKTERLERİNİ İYİ TANIMLAYAN USTA YÖNETMEN

        Dış çevreden etkilenen karakterler, zaman zaman hayattan koparlar, kötücül olaylar onları öyle bir bezdirir ki, iyice depresyona girerler. Yani içlerinde kopan fırtınalar onları tüketir. Hayal kırıklığına uğrayan karakterler, amansız bir mücadele verirler. Tıpkı Tim Burton gibi… İçine kapanık bir çocuk olan Burton, çocukluk yıllarında hem karikatür çizip, hem de düşük bütçeli korku filmleri seyredermiş. Ne yazık ki, Burton hiçbir zaman başarılı bir öğrenci olamamış. Vincent Price’dan etkilenerek küçük yaşlarda 8mm film çekmeye başlayan Burton 13 yaşındayken “The İsland Of Doctor Agor” u çeker. İçine kapanıklığını karakterlerine yükleyen Burton, kendi yaşadığı sıkıtıları onlara atfeder. Aslında biz Tim Burton’ın çocukluk yıllarını izleriz. Çocukluk yılları ile sinemayı özdeşleştiren Burton, bilinçaltı limanına kaydettiği negatif verileri tamamiyle ortaya döker ve onlara çare arar. Burton, kendini en iyi sinema filmleri ile ifade eder. Bu onun ayrılmaz bir parçasıdır. Hayatı boyunca hep sıkıntı çeken Burton’ın sinemasal macerası bir hayli zorludur.

        Burton’ın ilk projesi bir Ralph Bakshi uyarlaması olan “The Lord Of The Rings”dir, ancak yapımda ismi yoktur. Terslikler peşini bırakmadığı için, üzülen ve yıpranan Burton, istemeye istemeye “The Fox and The Hound” için çizimler yapar. Çizdiği karakterlerin sevimli olmayıp, sıradışı oluşları Disney’i usandırır. O dönemde mutluluk oyunu oynamayı başaramayan Burton, içindeki hisleri şu şekilde aktarır: “Herşeyi düşünüp çizmeme izin veriliyordu, ama hiçbirisi kullanılmıyordu.” Tüm bunlara rağmen Burton yoluna devam eder. Burton, sinemasal kimliğini “The Nightmare Before Christmas” ile bulur. Filmin temelini oluşturan şiirler ve ilüstrasyonlar Burton’ın yapmak istediklerinin bir izdüşümüdür sanki… Karakterlerine insani özellikler ekleyen Burton’a göre; yarattığı karakterler asla tekdüze olmamalıdır,çünkü Burton farkını bu şekilde ortaya koyar. O kendi yağında kavrulan bir yönetmendir. Burton için ‘sevimlilik’, seyirciyi kandırmakla eşdeğerdir. Pes etmeden sinema yapmaya devam eden Burton “Luau” ve “Hansel ve Gretel”i yaratır, ancak başarı sağlayamaz.

        GOTİK OLMA ARZUSU VE YİNE YENİDEN “FRANKENWEENİE”

        Ardından Burton “Frankenweenie” isimli bir kısa film çeker, siyah-beyaz motiflerle süslenen kısa film Frankenstein’dan ilham alınarak yapılmıştır. Film, köpeği bir araba kazasında ölen çocuğun başından başından geçenleri konu alır. Çocuk köpeğini canlandırmanın yollarını arar. Festivalde ilgi toplayan film, biraz korkutucu olduğundan rafa kaldırılmak zorunda kalır,böylece Burton’ın da Disney’le olan ilişkisi bu şekilde sona ermiş olur. Burton’ın kafasının bir yerlerinde kalan “Frankenweenie” yıllar sonra Burton tarafından yeniden gündeme getirilir.Yalnız film bu kez oldukça farklıdır. Film bünyesinde şu unsurları barındırır: 3D görüntüler, stop-motion animasyon tekniği ve aile yaşantısına yönelik bazı detaylar… Aslında burada parantez açılması gereken çok önemli bir husus var o da, Burton’ın çocuklar için animasyon yapmıyor oluşu. Burton çocukluğunda yaşadığı travmalar nedeniyle, filmleri çocuklar için korkutucu olabiliyor. Bunun en önemli nedeni de Burton’ın gotikliği!

        Toplumdan dışlanan karakterlere, yeni formlar kazandıran Burton tecrübelerini onlarla paylaşır. Kim bilir, belki de o karakterler, uçuk ve itici olduklarından dolayı toplumdan dışlandılar. Toplumdan dışlanan karakterleri filmlerinin baş köşesine oturtan sıradışı yönetmen, onların topluma nasıl adapte olduklarını müthiş bir görsellikle aktarır. Yani görsel ağırlıklı göstergebilimini, hikayelerine aktaran Burton, lirik bir şiir yazarmışcasına, izleyiciyi coşturur çoğu zaman neyi neden yaptığını anlayamayız bile.

        TOPLUMDAN DIŞLANAN İNSANLARIN BULUŞMA NOKTASI

        Alegori yapmayı seven Burton ışık yansımaları ile karakterlerinin yüzlerine odaklanır ve gölge oyunu çerçeveleriyle onları kadrajın dışına doğru itekler sanki… Garip açılı planları ve gölge labirentleriyle kazınmış görsel sekansları eşsiz bir şekilde önümüze koyar. Gizemli hikayesini başarılı bir kompozisyonla tamamlayan Burton, karakterlerdeki derinliğe oldukça önem verir. Karakterlere sınır koymayan Burton, karakterlerini aniden çerçeveden çıkarıp, bir sonraki planda çerçeveye sokar. Bu şekilde ‘eksiltili montaj’ı efektif bir biçimde kullanmış olur. Burton, karakterlerin yapısına karışmış olan kötülükleri ayıklayarak, yalnızca bilinç içeriği olarak yer alan iyilikleri filmlerine yaftalar. Tabi bunu ürkütücü bir şekilde yapar. Burton yüksek bilince kafayı taktığı için, muammalı yöntemlerle seyirciyi kendine doğru çeker. Optimizm sayesinde, kendi öz benliğini bulmaya çalışan Burton, bunu mucizeler aracılığıyla çözmeye çalışır. Burton nezdinde, mucizeler hayatın yapı taşıdır. Çünkü Burton mucizeler olmadan yaşayamayacağına inanmaktadır. Gerçekleşme ihtimali zor olan olaylar, Burton’ın filmlerine yansıtılan mucizelerin dayanak noktasını oluşturmaktadır. Odak noktasından asla sapmayan Burton, hafıza ve imgelem gücünü kullanma yetisine sahip nadir yönetmenlerden biridir. Aşırı stilize ettiği karakterleri raks ettiren usta, ‘karnavalesk’ mekanlarıyla seyirciyi hortum misali içine çeker. Gotik mimariden etkilenen yönetmen, yapıları gotikleştirmekten ziyade karakterlerini gotikleştirir. Zaten Burton’ı ilginç kılan da budur. Burton’ın bazı karakterleri ‘hilkat garibesi’ gibidir. Ama Burton onları bilerek o şekle getirir, çünkü farklı olduklarını vurgulamak ister. Esasında bu farklılık ile Burton bazı yerlere gönderme yapar. Mesajları filmin içine doğru süpürür ki, ucu başka yerlere dokunsun! Burton’ın hikayeleri, Burton’ın paralel evrenidir. Burton gerçek hayatta yapmaya cesaret edemediklerini filmlerine yansıtır.

        “EDWARD SCISSORHANDS” ŞAHESER BİR ESERDİR

        Depresif karakterlerle, depresif müzikleri aynı noktaya çeken Burton, gündelik mantığı ihlal edecek müdahaleleri baz alarak, mantıksız olduğu aşikar durum ve davranışlardan yepyeni absürd hikayeler yaratır. Bu yaratılan ‘gerçeküstü’ durumlar birbirleriyle alakasız iki kavramın bir araya getirilmesini içerir. Tim Burton’ı iyi tanımayanlar onun çocuksu bir hikaye tarzını benimsediğini zannederler, ancak Burton’ı tanımaya başladıkça fikirleri değişmeye başlar. Filmde diyalogları az kullanan Burton eylemleri öne çıkarır. Görsel dili müthiş bir ustalıkla kullanan yönetmen, iç tırmalayan ‘saykodelik’ sahneleri seyircilerin beynine kazır. Görsellik bu yüzden Burton için çok önemlidir. Bunların dışında Burton, paralel kimliğe sahip karakterleri, alt bilinçten çıkmış bir, alter egonun yerine koyar ve karakterleri değişik şekillerde kuşatır. Mesela bunu en iyi örnekleyen “Edward Scissorhands”dir. Film peliküle şu şekilde akar: “Edward Scissorhands”in yaratıcısı, Edward’ı tamamlayamadan vefat etmiştir, bu yüzden Edward makas elleriyle bir başına kalmıştır. Makas elleri nedeniyle dışlanan Edward, topluma ayak uydurmak için çabalar ancak umduğunu bulamaz. Hüzünlü ve ürkütücü bir Frankenstein replikası olan “Edward Scissorhands”, Pinokyo’nun evrimleşmiş halidir. Bu film ile yeteneğini konuşturan Burton, kafasındakileri hikayeye dökmüştür. Zaten Burton’ın çıkış noktası hiç şüphesiz “Edward Scissorhands”dir. Klasikleşmiş bir gotik masal olan film, adeta bir efsaneye dönüşmüştür.

        DRAMATİK YAPININ BAŞARI İLE KURGULANDIĞI “BIG FISH”

        Burton’ın diğer önemli filmlerinden biri olan “Big Fish” ise Burton’ın en dramatik eserlerinden biridir. Daniel Wallace’in kitabından uyarlanan film, büyük balığın, küçük balığı yediği bir dramatik hikayeye haizdir. Puzzle’ın parçalarını birleştireceğiniz film, bir baba ve oğul arasında yaşanan mistik olayları konu alır. Kafa karıştırıcı bilinçaltı sahneleri, Burton’ın öyküleme teoremlerine vurgu yapar. Film o kadar acıklıdır ki, izlerken tüyleriniz diken diken olur. İç hesaplaşmalar, iç çatışmalar, çekişmeler ve duygusal arınmalar filmin çatısını oluşturur.

        JOHNNY DEPP’SİZ TİM BURTON OLMAZ!

        Gelelim Tim Burton’ın en bariz özelliğine… Genellikle Johnny Depp ile çalışmayı seven yönetmen, “Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street”, “Charlie and the Chocolate Factory”, “Sleepy Hollow”, “Edward Scissorhands” gibi filmlerde Johnny Depp’i baş koltuğa oturtmuştur. Uçuk kaçık rollerde oynamayı seven Depp de Burton’ın teklifini geri çevirmemiştir. Ama Burton’ın filmografisine şöyle bir göz attığımızda, gözümüz “Batman” filmine ilişir. Burton “Batman”de sadece bir süperkahraman yaratmaz, aynı zamanda süperkahramanın sorunlarına yöneltir kamerasını… En az “Batman” kadar önemli bir diğer Burton filmi de “Edwood”dur. “Edwood”ile karakter tahlili yapan Burton, siyah-beyaz görsellerle akıcı diyalogları birleştirir. Burada aslolan siyah-beyaz görsellerin, karakterler üzerine güzel bir şekilde oturuyor oluşlarıdır. ‘Poker surat komedisi’ tekniğini kullanan Burton, karakterlerin ilginçliklerini gösterir. Burton karakterlerin yüzlerine ‘zoom in’ yapar. Bunların dışında yukarıdaki satırlarda sıraladığımız gerçeküstü unsurların hakim olduğu “Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street”, “Charlie and the Chocolate Factory” ve “Beetlejuice” Burton’ın en sevilen filmleridir. Burton’ın en sevilmeyen filmi de “Planet of The Apes” (Yazıya ulaşmak için tıklayınız…)dir.

        Sonuç olarak; insanların zaaflarını ve yapmış oldukları iyilikleri beyazperdeye aksettiren Tim Burton, adından hayranlıkla söz ettiren delidolu bir yönetmendir. Burton, sadece yönetmen değil, hem yazar, hem oyuncu, hem de çizerdir. Çok yönlülüğe sıcak bakan Burton, şu sıralar “Big Eyes” isimli projesi ile meşgul durumda. Nasıl bir film olacağını gerçekten çok merak ediyoruz. Kulağımıza gelen bir bilgiye göre; film Margaret Keane’in oto-biyografik hikayesini anlatıyor. Tim Burton hayranlarına şimdiden iyi sabırlar diliyorum!

        Diğer Yazılar