Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SURİYE’deki iç savaş sürerken ortaya çıkan (veya çıkması sağlanan) DEAŞ, pek çok şeyin seyrini değiştirdi. DEAŞ’ın ortaya çıkışının, İslamcılığı mutlaka mücadele edilmesi gereken bir siyasi akım olarak görenler tarafından eşsiz bir fırsat olarak ele alındığı tespitini rahatlıkla yapabiliriz. Örgütün Avrupa, Rusya ve Amerika’da yaptığı kanlı eylemler, İslam’ı radikal, şiddete meyilli bir siyasi ideoloji olarak göstermek isteyenler tarafından gayet usta bir şekilde kullanıldı. Önceki gün Rusya Devlet Başkanı Putin’in, ülkesindeki bazı saldırıların önlenmesine yardımcı olduğu için ABD’ye teşekkür etmesi, örgütün gördüğü sayısız işlevden birini daha gayet güzel gösterdi.

        Şimdi DEAŞ’ın yenilgiye uğraması ve Suriye’deki iç savaşın da buna paralel durulmasıyla birlikte sadece Washington- Moskova ilişkisinin değil bölgedeki pek çok dengenin artık yeni bir aşamaya geldiği anlaşılıyor. DEAŞ’la mücadeleyi ısrarla siyasal İslam’la savaş olarak gören zihniyetin bundan sonraki süreçte bölgede kendi çıkarlarıyla uyuşmayan herkesi, her yönetimi açıkça düşman belleyip karşısına alacağına dair işaretler günden güne artıyor.

        17’nci yüzyılda 30 Yıl Savaşları boyunca birbirini yemiş olan Avrupa, monarşi yanlıları ile anayasal düzen isteyenler arasında yeni bir çatışmaya sahne olmuştu. Aynı Avrupa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da komünizm ve liberalizm arasında büyük krizin odağına dönüşmüştü. Arap Baharı’nın başladığı günden beri İslam dünyasının da Avrupa’nın birbirini yediği bu üç periyoda benzer şekilde birbirini yediğini söyleyebiliriz. Son 10 yılda Türkiye de dahil olmak üzere Müslüman kimliğinin eşi benzeri görülmemiş bir siyasi kırılma yaşamadığı tek bir ülke kalmadı, ne Ortadoğu’da ne de Kuzey Afrika’da. Mısır, Libya, Suriye ve Irak gibi ülkelerde bu kırılmalar onarılmasını hayli zorlaştıracak düzeyde kanlı yaşandı.

        DEAŞ’ın “İslam Devleti” adı altında tam da böyle bir ortamda piyasaya sürülmüş olması tesadüf değildi muhtemelen. Örgüt İslam coğrafyasında başlayan çok parçalı çatışmanın Avrupa tarihindeki gibi iki kutuplu bir mücadeleye dönüşmesini sağlayarak kilit bir vazife gördü.

        İslam’la kavga etmeden, radikal seküler, taklitçi bir çizgiye sapmaya da gerek kalmadan İslam dünyasında adil, seçimlerin olduğu demokratik bir düzenin kurulmasının mümkün olduğunu iddia eden ne kadar siyasi akım varsa daha DEAŞ’la mücadele devam ederken radikal, şiddet yanlısı siyasi akımlar gibi gösterilmeye başlandı.

        Avrupa ve ABD yönetimlerindeki, İslamcılığı Batı nefretiyle yüklü bir siyasi ideoloji olarak gören kesimler, Mısır darbesine verdikleri güçlü destekle gerçek yüzlerini ilk kez açıkça gösterdiler. Aynı Batı merkezlerindeki akli dengesini henüz yitirmemiş, daha açık söylemek gerekirse her İslamcının DEAŞ’çı olmadığı gerçeğini bilen makul kesimlerse ne yazık ki Ortadoğu’daki İslamcıların kendi içinde yaşadıkları akla ziyan çatışmaları görünce suspus olup bugünlere gelmemize neden olan yola girilmesini engelleyecek bir girişimde bulunamadılar.

        Netice itibarıyla DEAŞ’la mücadele ettiklerini söyleyenler, örgüt bittikten sonra hayata geçirmeye başlayacakları yeni İslam içi kavganın kaldırım taşlarını da gayet akıllı hamlelerle önceden döşemeyi başardılar. Bugün bölgede başlatılmakta olan yeni büyük ölçekli kutuplaşmayı bu eksende okumak gerekiyor. Amerikan yönetiminin Kudüs’le ilgili tarihi kararını şimdi vermesini sağlayan cesareti de körüklediği bu kutuplaşmadan aldığı anlaşılıyor. Manzara bu ne yazık ki; savaş İslam dünyasının içinde yaşanıyor ama kazananlar dışarıdakiler oluyor. Oysa Avrupa’da yaşanan benzeri mücadelelerin sonunda kazanan da Avrupalı taraflardan biri olmuştu en azından. Nedense Ortadoğu’da tam tersi yaşanıyor. Savaşan her taraf kaybederken savaştıran herkes de kazanıyor.

        Diğer Yazılar