Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞBAKAN Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın Kandil’e operasyon sinyali verdiği gün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da PKK’nın Suriye kolu YPG’yi görüşmek için Washington’daydı. Çavuşoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun 2.5 ay gecikmeli olarak yaptıkları görüşme, önümüzdeki 10 yıla damgasını vurabilecek kadar önemliydi. Toplantıdan sonra iki taraftan gelen açıklamalar, görüşmenin gayet müspet geçtiğine işaret ediyor.

        Oysa son 2 sene içinde yaşananlar, Suriye’de ABD ve Türkiye gibi iki önemli NATO müttefikini hayli tehlikeli bir şekilde karşı karşıya getirmişti. Türkiye 2016’nın Ağustos ayında PKK’nın Münbiç’ten çıkmasını istediğinde ABD’nin yaptığı ilk iş bölgeye asker konuşlandırmak olmuştu. Son 6 ayda Türkiye ve ABD askerlerinin Münbiç’te çatışmaları bile yabana atılmayacak bir riske dönüştü. Hal böyleyken eski Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un 3.5 ay önce Ankara’ya yaptığı ziyarette Münbiç başta olmak üzere tüm ikili sorunların çözümü için komisyonlar kurulmasını önermesi de kimseyi fazla umutlandırmamıştı.

        Neyse ki dünkü görüşme, ABD’nin bu teklifinde ciddi olduğuna dair umutları yükseltti. Gelinen nokta, ABD’nin Münbiç’teki varlığının PKK’yı TSK’dan koruma amaçlı olduğu yönündeki iddiaları büyük ölçüde çürütüyor. Çünkü üzerinde uzlaşıya varılan yol haritası, ilçedeki PKK’lıların çekilmesini ve Türkiye’nin kaygılarının da belli mekanizmalar eliyle giderilmesini öngörüyor.

        Bu uzlaşının arka planında ABD’nin Suriye’de DEAŞ’la savaşı noktalayıp yeni bir sürece girmesi var. Türkiye’yle üzerinde anlaşma sağlanan bu yol haritası, muhtemelen Washington tarafından yeni sürecin önemli unsurlarından biri olarak görülüyor.

        Yol haritası, Suriye’de DEAŞ’tan alınan Münbiç ve Rakka gibi Arap yoğunluklu şehirlerin “demografik orana dayalı hakça temsil” ilkesine göre kurulacak sivil yönetimlere devredilmesi döneminin başlamasına işaret ediyor. Bu şehirlerdeki PKK bağlantılı gruplar ağır silahlarını bırakarak eski bölgelerine dönecekler. Aslında ABD’li yetkililer bugüne kadar ne zaman PKK ve YPG’yle ilişkileri sorulsa, her defasında bunun kendileri için “bir tercih değil, taktiksel zorunluluk” olduğunu vurguladılar. PKK’yı destekleme durumuna düşmeleriniyse ısrarla DEAŞ’la savaştıracak daha kullanışlı bir partner bulamamakla açıkladılar. Bununla birlikte bu ilişkinin geçici olduğunu da her defasında vurgulama gereği duydular.

        HATLAR NETLEŞTİ

        Nitekim eski ABD Büyükelçisi John Bass, Türkiye’den ayrılırken verdiği son röportajda da “DEAŞ sorununu çözdüğümüzde ve kurtarılan bölgelerde kontrol o bölgenin insanları tarafından sağlandığında, kuzey Suriye’de daha farklı bir yaklaşıma geçeceğiz ve Türk hükümetinin DEAŞ karşıtı mücadelede yaptığımız işbirliğiyle ilgili bu kaygılarını gidereceğiz” demişti.

        Türkiye’yle varılan uzlaşma, Bass’in bahsettiği “yeni yaklaşım”a geçildiği anlamına geliyor. Washington’da ve Ankara’da onaylanan yol haritası, Suriye iç savaşında gelinen son aşamayla da örtüşüyor. Esad rejiminin Suriye merkezindeki son saldırılarıyla birlikte sahada aktif olan güçlerin harita üzerindeki hatları da iyice netleşti. Kimsenin kimsenin elinden zorla, yani askeri güçle alabileceği bir toprak parçası kalmadı. Çünkü halihazırda elinde bir bölge bulunan tüm yerel güçlerin arkasında doğrudan başka bir devletin ordusu bulunuyor. Bu devletlerin doğrudan bir bilek güreşine girmeleri de ihtimal dışı olarak görülüyor.

        Dolayısıyla ABD de artık Suriye’de elde ettiğini diplomatik olarak muhafaza, siyaseten dizayn ve fiziken de inşa etme sürecine giriyor. Ve tüm bunlar için de Washington’un NATO müttefiki Türkiye’yi bir ölçüde yanına alması gerekiyor. Elindeki bölgeleri yeni yol haritasına göre dizayn ederken kuvvetle muhtemel ABD, Türkiye’yi yanına almak için de YPG’yi PKK’dan ayrışmaya, mümkünse savaşmaya dahi zorlayacak. Bu minvalden bakınca Bozdağ’ın Kandil’e operasyonun an meselesi olduğuna yönelik açıklaması ile ABD’yle Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyi için uzlaşma sağlamalarının aynı güne denk gelmesi de pek tesadüf gibi görünmüyor.

        ***

        TİANANMEN'DEKİ İKİYÜZLÜ İTTİFAK ÇATIRDIYOR

        TİANANMEN’deki isyanın bastırılmasının yıldönümüydü dün. Çinli işçiler, aydınlar ve öğrenciler Pekin’in Tiananmen meydanında toplanmış, haklarını talep etmişlerdi bundan 29 yıl önce. Çin’in önünde iki seçenek vardı. Ya taleplere boyun eğecekti ya da isyan çığlığını ne pahasına olursa olsun bastıracaktı. Haziranın dördünde ikinci seçenekte karar kılınmış, neticede de tanklar sabaha karşı Tiananmen’e girmişlerdi.

        O gün çekilen bir fotoğraf karesi, bu tarihi olayın sembolü olarak bugünlere miras kaldı.

        Bir rivayete göre o gün yaklaşık 2 bin kişi katledildi. Tankın önündeki adam katledilenlerin arasında mıydı değil miydi halen bilinmiyor. Ancak akıbeti meçhul kalsa da “Tankın Önünde Duran Adam” Çin’deki bu tarihi vakanın sembolü olarak yaşamaya devam ediyor.

        Kendini demokrasinin beşiği sayan Batı dünyası da o gün bugündür diplomasisi ve medyasıyla her yıldönümünde Tinanmen’deki olayı ve adamı bu fotoğrafla anıyor, Çin’e demokrasi dersi vermeye çalışıyor.

        Dün yine böyle bir gün oldu. Avrupa ve ABD gazeteleri manşetlerini, sosyal medyalarını Tiananmen’den kalan bu kareyle süslediler. O gün yaşananları, “Tankın Önünde Duran Çinli ruhunu” epik, etik, demokratik cümlelerle yücelttiler. Orkestra şefliği ABD’ye düştü yine. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Çin’e çağrıda bulundu. O gün Tiananmen’de olanların akıbetiyle ilgili detaylı açıklama istedi Çin yönetiminden.

        Cevap, “ABD Dışişleri Bakanı, Pekin’den böyle bir şey isteyecek vasıflara sahip değildir” diyen Çin Dışişleri Bakanlığı’ndan geldi. Bu cümledeki “vasıf” vurgusu hayli manidardı doğrusu. “Eskiden ABD Dışişleri Bakanı bunları söylediğinde, bunların bir kıymeti harbiyesi olabilirdi. Ama aradan geçen 10 yılda yaşananlar gözlerdeki perdeleri indirdi ve ABD’nin gerçek niyetlerini gözler önüne serdi” demek istedi de “vasıf” vurgusu yapmakla yetindi belki de.

        Haksız da değil tabii... ABD’nin ve öncülüğünü yaptığı Batı’nın derdinin ne demokrasi ne de başka ülkelerde yaşayan masumlar olmadığını yaşayarak gördü dünyanın tüm mazlum halkları.

        2013’ün Temmuz’unda Tiananmen Kahire’ye taşındı. Tankın önünde duran adamın binlerce ruh ikizi Mısır’da meydanlara dökülüp askeri darbeye karşı bir direniş hikâyesi yazmaya koyuldular. Ama 16 Ağustos’ta tankın önüne çıkan o genç adamlar ve kadınlar gözümüzün önünde, canlı yayınla vahşice katledildiler.

        UMUT VEREN GELİŞMELER

        Bugün Tiananmen’le Çin’e insan hakları ve demokrasi dersi veren ABD ve AB ise o gün tankın üstündeki cuntayı savundu. Mısır’da yaşanan zulme zulüm, darbeye de darbe dememeyi, yani ikiyüzlülüğü tercih ettiler. Nitekim çıkarlarını korumaya yönelik bu pespaye duruş bugün de devam ediyor. Bunun içindir ki Mısır’daki darbeci rejim, hâlâ tüm Batı başkentlerinde kırmızı halılarla karşılanıyor.

        Mısır’da tankın arkasına geçenler, 15 Temmuz’da da öylesi işlerine geldiği için oldukları yeri, yani tankın arkasındaki pozisyonlarını muhafaza etmeye devam ettiler. Darbeye karşı olanları desteklemek yerine bir kez daha cunta heveslilerine kol kanat gerdiler. ABD bunun doğal sonucu olarak şimdi de Gazzelileri acımasızca katledip ölüme, açlığa mahkûm eden İsrail’in arkasında duruyor.

        Neyse ki arada güzel şeyler de yaşanıyor. Baksanıza 1989’dan bugüne hiç değişmemiş bazı şeyler de değişiyor, umut vaat eden gelişmeler yaşanıyor. ABD bugüne dek her zulmünde günahlarına ortak olmuş AB’yi bile artık kirli çıkarları gereği vergilerle vuruyor ve ortaklarıyla imzaladığı İran anlaşmasından çekiliyor. Trump, her fırsatta AB’ye hakaretler yağdırmayı sürdürüyor. AB de Filistin’e yönelik kararlarında ABD’yi yalnız bırakarak olumlu bir adım attı. Şimdi aynı AB, İran’a ve Rusya’ya yaptırımlar konusunda da Washington’a isyan bayrağı açıyor. Eh haliyle bu gelişmeler de insanı ihtiyatlı bir iyimserliğe sevk ediyor.

        Ne diyelim, düşmanla savaş hariç, her zaman ve her yerde tankın ve üzerinde duranın karşısında duranlara da bu çatlağın büyümesini ve tankın arkasındaki ittifakta mutlak bozguna vesile olmasını temenni etmek düşüyor.

        Diğer Yazılar