Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Erdoğan'ın zorlukları, kolaylıkları

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel arasında gerçekleşen görüşme kuşkusuz çoktan siyasi tarihe damgasını vurdu. Sadece iade-i ziyaret değil, bu süreç çerçevesinde devam edecek her temas aynı dikkatle takip edilecek.

        Görüşmenin Özgür Özel ve CHP tarafında şöyle bir değerlendirme öne çıkıyor. "Seçimi kazanan taraf, 22 yıldır mağlup olduğu rakibini kendisiyle masaya oturmak zorunda bıraktı."

        “Kazanan daima haklıdır” sözü, bu büyük iddiayı taşımaya yeter mi? Eğer bu görüşmeyi, “seçmen iktidar ve muhalefetin oturup konuşmasını istedi” diye tarif edersek bunun makûle daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu görüşmenin bir de Cumhurbaşkanı ve AK Parti tarafı var.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, tartışmasız Türkiye’nin en tecrübeli siyasetçisi. Çok uzun yıllardır AK Parti’nin siyasi atmosferine ve dengelerine yakından bakabilen bir gazeteci olarak önce şunu aktarmak istiyorum. Yakın çevresinden seçimlere kısa bir zaman kala aldığım en şaşırtıcı izlenim “Cumhurbaşkanının son derece rahat olduğu” yönündeydi. O dönem için buna tanık olan çok sayıda meslektaşımız vardı.

        Fakat ilginç iki nokta daha var bu başlıkta. Birincisi, Erdoğan’ın sahadaki olumsuz tablodan seçimler öncesinde haberdar olması. Bunu hem kendisine ulaşan bazı verilere, hem de tecrübesinden kaynaklanan gözlem ve sezgilere dayanarak gördüğünü ve bildiğini söyleyebilirim. İkincisi, aynı soğukkanlı ve panikten uzak tavrın, seçim sonuçları ortaya çıktıktan sonra da devam etmesi. O gün itibarıyla kamuoyuna yansıyan demeçleri bunu yeterince yansıtıyor.

        TECRÜBE VE SİYASET TARZI

        Bu durum Erdoğan'ın mevcut tabloyu olumlu bulduğu ve sonuçları önemsemediği anlamına gelmiyor kesinlikle. Kuşkusuz ciddi bir değişim sürecinin sinyalleri de giderek kuvvetleniyor. Burada asıl dikkat çekmek istediğim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaset tarzı ve tecrübesinin yeni döneme nasıl yansıyacağına daha dikkatli bakabilmek.

        Bugünden geriye bakıp üç beş satırla özetlediğimiz, ama aslında inanılmaz ölçekte büyük badireler atlattı Erdoğan. Siyasi yasaklar, gece yarısı verilen e-muhtıralar, bir oyla eşikten dönen kapatma davası, devleti ele geçirmek isteyen şebekeler, 15 Temmuz darbe girişimi ve daha pek çoğu.

        Doğrudur, bunların her birinde o güne kadar mesafeli olduklarıyla ittifaklar kurabildi. Bazen yakın olduklarından uzaklaştı. Kimi arkadaşlarıyla yolları ayrıldı. Ancak 2024 seçimlerinin ardından bu süreçler birdenbire “Erdoğan şuna mecburdu, şunu yapmak zorundaydı” gibi okumalarla değerlendirilmeye başlandı.

        Kuşkusuz siyaset, avantajlar kadar, zorlukları da yönetebilme sanatı. Aradan geçen 20 küsur yılda Erdoğan’ın bunca sıkıntıyı atlatıp yoluna devam etmesini sadece "şartlara teslim olmak"la tanımlamak çok yetersiz ve meseleyi anlamaktan uzak bir yaklaşım.

        ERDOĞAN'IN ELİ ZAYIF MI?

        Bugün de, muhalefet cephesinde seçim sonuçlarının cazibesine kapılıp “Erdoğan artık istediklerimizi yapmak zorunda, eli çok zayıf” diye bakanlar var. Olacaktır da, son derece doğal. Benzer bir bakış açısının bir şekilde iktidarla irtibatı olan bazı çevrelerde de dile getirildiğini yeterince kulak kabartınca duyabiliriz.

        Ancak siyaseti, devleti, Türkiye’nin dinamiklerini bilenler ve elbette Cumhurbaşkanını tanıyanlar pek de aynı görüşü paylaşmıyor. Rakibinin niyet ve arayışlarını doğru tanımlamak, gerektiğinde onun sahip olduğu gücü yönlendirebilmek, Erdoğan’ın siyasi hayatında çok kez başardığı hususlar. Siyasette hiçbir güç etkilenmez ya da yönlendirilemez değildir. Önce kendinizi ve gücünüzü anlamak. Ardından rakibinizin gücünü ve hamlelerini öngörmek. Nihayetinde harekete geçmek. Cumhurbaşkanını önümüzdeki dönemde bu gözle izlemekten yanayım.

        ERDOĞAN'IN ASIL ZORLUĞU

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplumla olan ilişkilerin onarılması ve yenilenmesi; dolayısıyla yeni bir hikaye etrafında tekrar bir “sözleşme”nin ortaya çıkması için çaba gösteriyor. Ekonominin ve hayat şartlarının verdiği net mesajın yanı sıra; hak ve özgürlükler alanındaki taleplerin , toplumun çok farklı kesimlerinden yükselen “adalet arayışları”nın farkında. Kendisine 10 ay önce iktidarı emanet eden insanların, 31 Mart gecesinde sandığa yansıyan feryatlarını ve tepkisini görüyor.

        En büyük avantajı şu. İktidara yürürken, kulak verip dinlediği ve sorunlarını çözüme kavuşturduğu kitlelerin taleplerinden çok da farklı değil bugünküler. Şartlar, zamanın ruhu elbette çok değişti. Ama taleplerin özü aynı.

        En büyük zorluğu ise yine hemen yanıbaşında duruyor. Toplumun ne istediğini ve bunlara dair tıkanan kanalların nasıl açılacağını söyleyenlere el uzatmak, onlarla ortak zeminler oluşturmak ve bunu şeffaf bir ajandayla gerçekleştirmek. Bu çok büyük bir ikna çabası istiyor.

        Belki de yeni anayasa gündemini böyle bir zeminin içine oturtmak çok daha sahici karşılık bulabilir. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğuna yürekten katılıyorum. Sadece bu çabayı çok uzak geçmişe taşıyarak değil; tam da bugünün sorunlarını merkeze alan ve bir daha bu sorunları üretmeyecek bir “ilke havuzu”nu doldurarak yürütebiliriz diyorum.