Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Sağlık "Travmatik anne-bebek ilişkisi çocuğun anne olma isteğini engelleyebilir" - Haberler

        Freud anneliği kadınların kendilerini tamamlayacak bir şeye sahip olmaları, tamlık duygusuna ulaşmaları şeklinde ifade ediyor. Çağlar boyunca kadınların toplumsal rolleri ve konumları değişiklik gösterse de, değişmeyen ve yüceltilen en önemli özelliği annelik oldu.

        Kadınlık ve anneliğin birbiriyle bağlantılı ancak farklı kavramlar olduğunu söyleyen Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Sibel Mercan, “Anne olmak için kadın olmak, doğurgan olmak gerekir; ancak her kadın anne değildir. Dr. Feldman doğumda salgılanan oksitosin hormonunun annenin amigdalasını (insan beyninde duygusal işleme ve hafıza ile ilişkili bir yapı) harekete geçirdiğini, bu hareketlenmeyle annenin bebekle ilgili tasalarının ortaya çıktığını ifade eder. Ayrıca oksitosin hormonu empati, güven ve ilişki kurmayla da ilgilidir. “Annelik tasası” dediğimiz bu durum gebelikten itibaren gelişmeye başlar. Bebekle özdeşleşen anne içgüdüsel olarak bebeğin ihtiyaçlarını hisseder ve hem bedensel hem de duygusal ihtiyaçlarını karşılar. Hiçbir zaman mükemmel ebeveyn, anne olmak mümkün değildir. Yeterince iyi anne olunabilir. Anne ne yaparsa yapsın hata yapacaktır; ancak yeterince iyi bir anne çocuğunu besleyen, bakım veren, duygularını kapsayan, bebeğine koşulsuz sevgi ve ilgisini veren annedir. Anne ile bebek arasında kurulan bu bağ, bebekle dokunma üzerinden kurulan iletişim bebeğin kendiliğinin gelişiminde ve kişiliğinin oluşumunda önemli rol oynar” diyor.

        REKLAM

        Prof. Dr. Mercan, sözlerine şöyle devam ediyor: “Winnicott, “bebek yoktur” derken anne olmadan bebeğin tek başına var olamayacağına vurgu yapar. Anne ile bebek arasında kurulan bu sembiyotik ilişki annenin üzerinden bebeğin dünyayı algılamasına ve dünya ile bağ kurmasına olanak tanır. Annenin kendisinden vazgeçerek, kendi kişisel ihtiyaçlarını bebeğinin gerisine koyarak bu hizmeti vermesi ‘annesel aşk’ ile mümkündür. Bu aşk kadınsal aşk ile karıştırılmamalıdır. Annenin gözlerindeki ışıltı bebek ve çocuk için ayna görevi görür. Bebeğinin özgüvenini kazanması, benliğinin güçlenmesi için annenin gözlerindeki ışıltı önemlidir.”

        “TRAVMATİK ANNE-BEBEK İLİŞKİSİ ÇOCUĞUN ANNE OLMA İSTEĞİNİ ENGELLEYEBİLİR”

        Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Sibel Mercan, “Annelik, anneden öğrenilen bir roldür” diyor ve şöyle devam ediyor: “Anne ile kurulan ilişki kız çocuğunun sonraki yıllarda anne olup olmama isteğini belirler. Anne olmak, doğurmak, doğurganlık yaşam enerjisiyle ilgilidir, verimliliktir, üretkenliktir. Bunun tersine, gebeliği sonlandırmak, bebeği doğurmamak, aldırmak yıkıcı bir eylemdir, ölüm enerjisiyle ilgilidir. Anne ile sağlıklı kurulan anne-bebek ilişkisi sonraki nesillerin anne olma isteğine de yardımcı olur. Ancak çok travmatik, yıkıcı, saldırgan anne-bebek ilişkisi kız çocuğunun anne olma isteğini engelleyebilir.”

        Anne olmanın kişinin kendisinden vazgeçip bebeğine öncelik vermesi deneyimi olduğunu kaydeden Mercan, “Annenin kendinden, kendi istek ve arzularından vazgeçmeye hazır olması gerekir. Gebelik ve doğumdan itibaren bu verme ve vazgeçiş annenin deneyimleyerek öğrendiği ve kendini geliştirdiği bir süreçtir. Anne bebeğini büyütürken, bebek de anneyi büyütür. Bu büyüme sürecinde belli bir noktadan sonra anne-bebek arasında ayrışmanın olabilmesi babanın ilişkiye girmesiyle mümkündür. Anne vakti geldiğinde bebeğini bırakabilmeli ve uzaklığı tolere edebilmelidir. Çalışan anneler bunu çok iyi deneyimlerler. Bebeği evde bırakıp işe gitmek anne için büyük suçluluk ve kaygı kaynağıdır. Ancak, anne ve bebeğin bu ayrılığı tolere edebilmesi, ayrışmanın olabilmesi ve bebeğin büyümesi açısından önemlidir. Bu ayrılık başlangıçta çok kaygılı olsa da, annenin her seferinde döndüğünü görmek bebeğin bu ayrılık zamanlarını tolere etmesine, yalnız kalma kapasitesini geliştirmesine yardımcı olur” diyor.

        “HER 5-7 ANNEDEN BİRİNDE DOĞUM SONRASI DEPRESYONU GÖRÜLÜYOR”

        Doğum sonrası dönemde hormonlardaki değişiklikler nedeniyle ruhsal hastalıklarda artma olduğunu belirten Mercan, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu dönemde en sık karşılaşılan ruhsal bozukluk depresyon olup, her 5-7 anneden birinde görülmektedir. Ayrıca, anksiyete bozuklukları, duygudurum bozuklukları ve psikoz da bu dönemde görülebilen ruhsal hastalıklardır. Çocuk sahibi olan ve olmayan genç kadınlarla yapılan çalışmalarda ruhsal hastalık açısından fark gözlenmemektedir. Uzun dönem çalışmalarda ise annelerin ruhsal iyilik halleri bozulma gösterirken, çocuksuz kadınların ruhsal iyilik halleri sabit kalmaktadır. Ülkemiz gibi ataerkil toplumlarda toplumsal cinsiyet rolleri kadının evlenme ve çocuk doğurması üzerine kurgulandığından, bunun dışında seçim yapmak toplumsal baskıya yol açmaktadır. Ancak son dönemlerde çocuk sahibi olma arzusunda azalma görülmüştür. Yapılan istatistiklerde Türkiye’de doğurganlık hızı 1,62 olarak görülmektedir ve bu da doğurganlığın/nüfusun azalması anlamına gelmektedir.”

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ