Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya Muhsin Kızılkaya, Nasturi katliamı ‘tamamen yerel bir çatışmadan’ çıktı , Nasturiler.

        YAZI DİZİSİ - 5

        Kökleri 420’li yıllara dayanan Nasturiler, hep kaçak yaşadılar. Ölümden kaçmak için ıssız bölgeleri tercih ettiler. 1843’ten 1924 yılına kadar geçen süre zarfında çok kanlar döküldü, çok acılar çekildi. Bir halkın çektiği azabın hikâyesi 1843 yılında başladı. Cizîra Botan Beyi Bedirhan Bey, 1943’te 9 bin kişilik orduyla, Nasturilerin yaşadığı Hakkâri’nin Tiyar bölgesine büyük bir sefer düzenledi. İngiliz kaynaklarına göre yaklaşık 10 bin Nasturi’yi katletti. Aslında katliamı tetikleyen hadise, belki de ciddiye alınsa bu kadar dramatik sonuçlara yol açmayacak “tamamen yerel bir çatışmadan” kaynaklandı.

        O tarihlerde Hakkâri’yi, kendisi de daha sonra Bedirhan Bey isyanı nedeniyle İstanbul’a götürülüp sürgün cezasına çarptırılan Nurullah Bey yönetiyordu. O sırada Nurullah Bey ile yeğeni Süleyman Bey arasında, iktidar mücadelesinden kaynaklanan bir sorun baş gösterdi. Nasturilerin lideri Mar Şemun, Süleyman Bey’den yana tavır aldı. Nurullah Bey de Mar Şemun’a çok kızdı ve onu düşman belledi. Aslında öteden beri Kürtlerle Nasturiler arasında bu tür sorunlar çıkardı. Sorun fazla büyümeden iki tarafın liderlerinin bir araya geldiği mecliste tatlıya bağlanırdı ama bu kez öyle olmadı.

        Bölgede Amerikalı ve İngiliz misyonerler cirit atıyordu. Tanzimat Fermanı’nın getirdiği serbestiden yararlanan misyonerler Nasturilere, “Artık Kürt beylerinin her dediğini yapmak zorunda değilsiniz, sizlere hükümet yeni haklar tanıdı, onlara vergi vermek zorunda olmadığınız gibi, kafa da tutabilirsiniz, size hiçbir şey yapamazlar” propagandasını yapmaya başlamış, bu propaganda da yer yer etkisini göstermişti.

        MİSYONERLER BOŞ DURMADI

        Mar Şemun ile Nurullah Bey arasındaki önemsiz sorunu fırsat bilen misyonerler meseleyi kaşımaya başladılar. Bir süre sonra 2 halk arasındaki dirlik bozulmaya yüz tuttu. Ufak ufak düşmanlıklar baş göstermeye başladı. Nasturiler, misyonerlerle olan ilişkileri sayesinde gittikçe güçlenirken, Kürt beyleri de misyonerlerin bu faaliyetlerini kendi iktidarlarına karşı girişilmiş bir faaliyet olarak görmeye başladılar. Dr. Asahel Grant, Amerikalı bir Protestan misyonerdir. 1835’te, yanına karısını ve iki çocuğunu alarak, Mezopotamya’da “kayıp olduğu söylenen” bir Yahudi kavmini aramak üzere yola çıktı. İstanbul’dan Trabzon ve Ağrı üzerinden İran’a geçti. Yolda tipiye yakalandılar, karısı öldü ama o iki küçük çocuğuyla yoluna devam etti. İran’da aradığını bulamadı. Ona aradığı kavmin Irak’ta olduğu söylendi. Geri döndü, Zagrosları aşmayı göze alamadı, tekrar İstanbul’a geldi, bu kez Mardin üzerinden Musul’a gitti. Musul’da aradığı kavmin Hakkâri denilen dağlık bir bölgede olabileceği bilgisini aldı. Kuzeye doğru yola çıktı bu kez ve Hakkâri’ye ulaştı. Koçanıs Köyü’ne gitti, Mar Şemun’la buluştu. Ama gördü ki aradığı kavim Yahudi değil, Hıristiyan... Koçanıs’a adeta yerleşti. Mar Şemun’a özel doktorluk yaptı, ağır bir hastalığa yakalanmış olan Hakkâri Miri Nurullah Bey’i de tedavi etti. Tek bir amacı vardı, Nasturilerin arasında Protestan kültürünü yaygınlaştırmak... Daha sonra bütün bu gezisini “Nasturiler ya da Kayıp Boylar” adlı bir seyahatnamede anlattı.

        İşte bu Dr. Grant’ın Nasturi katliamında önemli bir dahli olduğunu kaydediyorlar tarihçiler. Dr. Grant, misyonerlik faaliyetlerini sürdürmek için, Tiyar bölgesinin Aşuta (bugünkü Çığlı) Köyü’nde o günün ölçülerinde devasa bir misyon evi ve okul inşaatına başladı. Bütün vadiye hâkim, adeta bir kale görünümünde olan bu bina yapılırken Müslüman Kürtler arasında, “Gâvurlar bir kale yapıyorlar, bitirince içine sığınıp hepimizi yok edecekler” gibi bir söylenti dolaşmaya başladı. Dr. Grant’ın, yeğeni Süleyman Bey’le işbirliği yapan Mar Şemun’la birlikte onların deyimiyle bu kaleyi inşa etmesi Nurullah Bey’i rahatsız etti, bir raporla durumu Dersaadet’e bildirdi.

        Amerikalılar bunu yaparken İngiliz misyonerler de boş durmuyordu. O tarihlerde İngiltere’nin Musul Konsolosvekili, kendisi de Asur kökenli olan ünlü arkeolog Hermez Rassam’dır. İngilizlerin de Nasturiler üzerinde hesapları var. Henüz Avrupalı Hıristiyan bir devletin kanatlarına sığınmamış olan Nasturiler İngiliz çıkarlarının öncü müfrezesi olabilirler. Bu amaçla, Nasturiler arasında faaliyet yürütmek, orada bir Angelikan misyonu kurmak amacıyla Percy Badger Musul’a gönderilir.

        Dr. Grant kalenin inşaatını hızla ilerletirken, beri yandan Badger, Mar Şemun’a İngiltere’nin koruyuculuğunda kendisinin başında olacağı “yeni bir Doğu milleti” vaat etti. İşi biraz daha ilerleterek Mar Şemun’un Dêzê’de (bugünkü Kırıkdağ) bulunan kasrına İngiliz bayrağını astırdı. Mar Şemun iyice havaya girmişti. Tanzimat Fermanı’nın getirdiği hürriyet, Osmanlı’nın Nizip yenilgisinin getirdiği moral bozukluğu, Amerikalı ve İngiliz misyonerlerinin rekabetinden kendilerinin lehine yeni bir durum yaratmayı ummaktadır.

        Madem İngiltere arkalarında, madem artık “gâvurun da bazı hakları var”, madem bütün Hıristiyan dünyası onlarla birlik, o halde harekete geçmenin zamanı. O zamana kadar kâğıt üzerinde bile olsa bağlı oldukları özerk Hakkâri Beyliği’ne ödedikleri az miktardaki vergiyi vermemeye başladılar, beye itaatsizlik etmeye başladılar, yer yer Müslüman köylerine baskınlar yaptılar. Ve işte büyük faciaya yol açan asıl eylemleri, her şeyin sonu oldu. Kelêtan Köyü’nde oturmakta olan ve Peygamber soyundan geldiklerine inanılan seyitlerden birçoğunu öldürüp kanlı gömleklerini Bedirhan Bey’e gönderdiler.

        Ve bu olay sonun başlangıcı oldu.

        ‘BİZE HİZMET İÇİN BİRKAÇ GÂVUR BIRAK’

        Bedirhan Bey’in komşu aşiretlerden topladığı 9 bin kişilik ordusu, “gâvura gününü göstermek için” Hakkâri’nin Tiyar Vadisi’ne girdiğinde yıl 1843, aylardan haziranın sonuydu. Ordunun başında bizzat Bedirhan Bey vardı. Tarlalarda ekinler yeni boy vermiş, yazın kavurucu sıcağı vadiye egemendi. Köylerde yaşayan kadın, çocuk ve yaşlılar Gare, Sat, Çarçela, Meydana Kolyan gibi yaylalara çıkmıştı.

        Mar Şemun’un yazlık kasrı Dêzê Köyü’ndeydi. Ama öncesinden felaketin geleceğini sezmiş olan patrik, Musul’a biraz daha yakın olan Aşûta Köyü’ne gitmişti. İlk birlikler patriğin evine ulaştı. Yaşlı annesi yatalaktı. Kadını sürükleyerek yatağından çıkardılar. Bir süre işkence yaptılar. Sonra Zap Nehri’nin kenarına götürdüler, vücudunu ikiye bölüp nehre attılar. Arkasından da, “Oğluna selam söyle, onu da ele geçirip senin yanına göndereceğiz” dediler. İki erkek kardeşi kaçıp canını kurtarmıştı, evde kalan bir erkekle bir kız kardeşini esir aldılar.

        O hışımla kiliselere saldırdılar. Her yeri tahrip ettiler. Köyleri ateşe verdiler, ekinleri yaktılar. Hayvanları telef ettiler.

        Aynı öfkeyle yaylalara yöneldiler. Çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden önlerine gelen herkesi kılıçtan geçirdiler. Mallarını yağmaladılar, kadınlarına tecavüz ettiler. Özellikle din adamlarını, papazları büyük işkenceler yaparak öldürdüler. Papazlar tarafından daha önce emin yerlere saklanmış olan bütün el yazması kitaplar onları saklayanların tümü öldürüldüğü için bir daha bulunamadı.

        Mar Şemun, yanına aldığı kız kardeşiyle birlikte 27 Temmuz 1834 günü Musul’a ulaştı ve orada İngiltere’nin Musul Konsolosvekili Rassam’a sığındı. Canını kurtarıp Musul’a ulaşanlar arasında, katliamda büyük payı olan Amerikalı misyoner Dr. Grant da vardı. Bir süre sonra Musul’da tifüs salgını başladı, hastalıkla baş etmeye çalışan doktor da mikrobu kaptı ve orada öldü.

        Bazı sözlü tarih aktarıcıları, toplumsal hafıza görevini yapan bazı dengbêjler, Bedirhan Bey’in öfkesinin sınırsızlığına dair türküler yapıp belleklerine kaydettiler, o gün bugün gece meclislerinde, düğünlerde söyleyip duruyorlar. Onlara göre beyin öfkesi öyle kolay kolay dinmemiş. Daha çok kelle istemiş Bedirhan, daha çok kan görmek istemiş. Dağa taşa bulaşan Nasturi kanı, derelerde yüzen insan cesetleri, kan içinde debelenen hayvan leşleri yetmemiş beye; öfkesine hâkim olamamış. Derler ki, Bedirhan’ın bir kardeşi (hangi kardeşi olduğunun ne önemi var?), ağabeyinin öfkesine ket vurmak için Nasturi kıyafetlerine bürünmüş, omzuna bir çapa almış, sıradan bir Nasturi köylüsü gibi destur istemeden varmış ağabeyinin huzuruna. Bey öfkelenmiş önce, kardeşini tanıyamamış, “Bu densiz köylü de kim oluyor?” diyecek olmuş ki, kardeşinin gözlerindeki tanıdık ifadeyi görmüş. Kardeşi diklenmiş azametli beyin karşısında:

        “Durdur kanı ağabey, durdur bu mezalimi beyim” demiş. “Durdurmazsan eğer, bir süre sonra hepimiz şu üstümde gördüğün kıyafetleri giyip omzumuzda birer çapayla kendi topraklarımızı kendimiz çapalamak zorunda kalırız. Bırak, bize hizmet edecek birkaç gâvur kalsın geriye...”

        Geriye kalanların böyle kurtulduğu rivayet edilir.

        14 YAŞINDA 40 BİN KİŞİLİK KAVMİN BAŞINA GETİRİLDİ

        Bedirhan Bey, Nasturilerden elde ettiği paranın 50 bin kuruşunu hediye olsun diye, Erzurum Valisi Halil Kâmil Paşa’ya gönderdi. Katliamda ele geçirilen 870 tüfek, Erzurum Müşirliği’nin emrine verildi.

        Yakıp yıkılan bölgelerden 125 bin 120 koyun ile 5 bin 700 büyükbaş hayvan ele geçirildi. Bedirhan Bey’in yaptığı katliam sonunda, gerek Nasturi toplumu ve gerekse Müslüman unsurların tamamı, bundan böyle Hakkâri Miri Nurullah Bey’e itaat etti. Bedirhan, Tiyar bölgesinde yaşayan Nasturileri itaat altına aldıktan sonra Zeynel Bey adında birisini başlarına mütesellim olarak tayin etti.

        Daha sonra Cizre’ye döndü. Beraberinde çok sayıda esir vardı. Cizre’ye vardığında daha önceki dönemlerde olduğu gibi, almış olduğu esir ve malların beşte birini kendine ayırdı; geri kalan kısımları âlimler, şeyhler ve ileri gelenler arasında bölüştürdü.

        Nasturilerin yaralarını sarması zaman aldı. Musul’a gidenler bir süre sonra geri döndü. Ama artık bir kez dirlik bozulmuştu.

        Devletin bölgeye bakışında da önemli değişiklikler oldu. Ortadan kaldırılan özerk Kürt beyliklerinin hüküm sürdüğü yerler zaman içinde merkezi idareye bağlandı. Hakkâri artık Musul’dan idare edilmeye başlandı. Bir süre sonra da Van’a bağlı bir mutasarrıflık haline geldi, bir kaymakam atandı.

        Bütün bu süre boyunca Nasturiler, Bedirhan Bey’in yaptığı katliamın yarattığı travmayı yavaş yavaş atlatmaya çalıştılar. Tekrar eski düzenlerini kurdular. Ama Batılı devletler, 1. Dünya Savaşı arifesinde tekrar meseleyi kaşımaya başladı.

        Bu hengame içinde Hakkâri’de, Nasturi Patrikliği makamında Mar Şemun Benyamin vardı.

        Mar Şemun Benyamin, henüz 14 yaşında bir çocukken bölgedeki bütün Nasturilerin ruhani liderliğine getirildi. Aslında Benyamin’in bu kadar küçük yaşta, yaklaşık 40 bin kişilik bir kavmin başına geleceğini kimse hesaplamamıştı. Ancak beklenmedik bir gelişme, Benyamin’in patrik olan amcasının ani ölümü, daha bu yaşta Benyamin’in önüne patriklik kapısını açtı.

        Seçimden sonra atama ve kutsama ayini Koçanıs Köyü’nde bulunan Mar Saba Kilisesi’nde yapıldı. Mar Şemun’u ilk kutlayan, daha sonra Musul Valisi olacak Culemêrg (Hakkâri) Kaymakamı Haydar Bey oldu.

        Patrik Mar Şemun bir yandan Hakkâri’deki Müslüman Kürtlerle arasını iyi tutmaya çalışırken, bir yandan da bölgede bir Hıristiyan devletini kurma düşünden vazgeçmemiş olan İngilizlerin gelip bölgeye yerleşmiş, gizliden faaliyet yürüten ajanlarıyla da sıcak ilişkilerini sürdürdü. İngilizlerin tek amacı, bölgedeki Nasturi ve Ermenileri Mezopotamya’ya, yani bugünkü Irak mıntıkasına götürüp orada güçlü bir cephe oluşturmak, iki kavme bir Hıristiyan devletini kurdurup petrollerin başına bekçi koymaktı. Nasturiler ve Ermeniler bu konuda ikna olunca, buna karşı diğer tarafta da ister istemez bir Kürt-Türk cephesi oluştu. Birinci cepheye İngiltere-Fransa destek verirken, ikinci cepheye Osmanlı-Almanya destek verdi. İngilizler, ne pahasına olursa olsun Ortadoğu’da bir Hıristiyan devlet istiyorlardı; böylece bölgedeki petrol yatakları kendi denetimine geçecekti.

        YARIN: PATRİK MAR ŞEMUN’UN KATLİ VE NASTURİLERİN SONU

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ