Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Kezban Hatemi o konuda ilk kez Kübra Par'a konuştu

        KÜBRA PAR/GAZETE HABERTÜRK

        Fotoğraflar: Ece OĞULTÜRK

        NEDEN KONUŞTUK?

        O, ünlü hukukçu Prof. Hüseyin Hatemi’nin eşi, rekor tazminatlı boşanma davalarının avukatı, yüksek tansiyonlu tartışma programlarının vazgeçilmez konuğu... Kadın ve azınlık hakları konusunda verdiği mücadele, Patrik Bartholomeos’un avukatlığını üstlenmesi, ruhban okulunun yeniden açılması için harcadığı çaba, Ermenilerden özür kampanyasının altına imza atmasıyla hafızalarda yer edindi. Ne var ki son dönemde seveni kadar sevmeyeni de arttı. Liberal sol çizgiden uzaklaşması, Gezi olayları sonrasında AK Parti’yi desteklemesi, Tayyip Erdoğan’a olan hayranlığı, ama en çok da oğlunun bir röportajda hakkında söyledikleri, onunla ilgili farklı bir algı yarattı. Acaba o gerçekten ‘oğluna hayatı dar eden’, ‘cadı’, ‘yandaş’ bri kadın mıydı? Kafamda türlü sorularla, çaldım kapısını. Geçen hafta Akil İnsanlar Heyeti’nden bir grup acil ateşkes çağrısı yaptığnı da, hükümete yakınlığıyla bilinen kimi isimler reddederken, kendisinin neden destek verdiğini sordum. 2 saat konuştuk. Konu oğluyla yaşadığı sorunlara gelince duraksadı, bugüne kadar bunu ona sormaya cesaret eden ilk gazeteci olduğumu söyledi. Yaşananları, yazılmamak kaydıyla anlattı. Ama ‘off the record’ olmayan bölümler de oldukça çarpıcıydı...

        Çözüm sürecinin tıkanması üzerine “akil insanlar” olarak geçen hafta yaptığınız çağrıya neden sadece 20 kişi katıldı?

        En başından beri farklı düşünen, Türkiye mozaiğini yansıtan bir gruptuk. Açıkçası Gezi olayları “akil insanlar” arasında bir çatlak yarattı. Buna rağmen Kobani’deki 6-7 Ekim olaylarından sonra Başbakan Davutoğlu’nun davetiyle 2-3 fireyle tekrar toplandık. O sırada bazı arkadaşlarımız bu grubun görevinin sona erdiğini, bundan sonra başka gruplar oluşabileceğini söylemişti. Yine de iletişim halinde kalmaya devam ediyoruz.

        Hükümet çizgisine yakın kimi isimler, geçen haftaki çağrı metnini “HDP çizgisinde” bulduklarını öne sürerek imzalamak istemedi. Sizin katılmanızın sürpriz olduğunu söyleyebilir miyiz?

        AK Parti’den Mehmet Emin Ekmen de vardı. Ben Ermenilerden özür kampanyasına imza atmıştım. Bunu da o kampanyaya benzetiyorum. Biz devlet adına bir şey yapmadık. Kendi vicdanımızın sesine uyduk. Silahların devrede olduğu bir ortamda diyalog yürütülemez. Devlet tabii ki üstün güçtür; silah bırakmaz. Silahı bırakacak olan PKK terör örgütüdür. Devletin “Gel buraya, tamam mı devam mı?” diye sorması gerekiyor. Biz kanın derhal durması gerektiğini iki tarafa da hatırlattık.

        ‘İNSAN DAĞA DURUP DURURKEN ÇIKAR MI?’

        Sizi eleştirenlere ne diyorsunuz?

        Bu temasları yaparken “Vatan haini ilan edileceğiz” diye bir endişe taşımadım. Bir-iki kendini bilmezin söylemleri oldu ama önemli değil, sürecin doğasında var. Ben ne yaptığımın farkındayım. Allah’tan başka kimseye hesap vermem. Evlatlarımızın, kardeşlerimizin acısının ortak olduğuna inanıyorum. Sınırda bekleyen cenazeler de beni çok acıtıyor. Aileler evlatlarının dağda kalmasını ister mi? İnsan durup dururken dağa çıkar mı? Onları dağa çıkaran koşulları da düşünmek gerekir. Diyarbakır’ın dışına çıkmamış, sisteme karşı öfkeli, işsiz bir grup genç var. Kardeşi kardeşe vurduran bu kirli kepazeliğin bir an evvel son bulması lazım.

        ‘BAHÇELİ SÜRECE ZARAR VERMİYOR’

        Ya Devlet Bahçeli’nin “akiller”e yönelik sert söylemleri?

        Bahçeli’ye hiçbir zaman “Sürece zarar veriyor” gözüyle bakmadım. Bilakis illegal yapılanmaların önünü aldığı, ülkücü tabana ayar verdiği ve gerçek bir devlet adamı duruşuyla durduğu için takdir ettim. Görüşlerimiz uyuşmayabilir ama ben Devlet Bahçeli’yi ciddi bulurum.

        "Oğlumun söyledikleri doğru değildi"

        "ONU DAHA KÖTÜ DURUMA DÜŞÜRMEMEK İÇİN KONUŞMADIM"

        Oğlunuzla yapılan röportajda size dair ağır ithamlar vardı. “Annem beni akıl hastanesine kapattı” demişti. Bu konuda neden hiç konuşmadınız?

        Bu beni çok derinden yaralayan bir konudur. “Kendimi savunmak adına oğlumu daha da kötü duruma düşüremem” diyerek sustum. Bu ailevi bir sorundur. Standartların dışında davranmam insanları şaşırttı, öküzün altında buzağı aramaya kalktılar. O röportajı yapanların çok ciddi hasta olduklarına inanıyorum. Oğlumu kullandılar.

        Oğlunuzun söyledikleri doğru değil miydi?

        Değildi tabii ki. Ben öyle bir insanım ki bağırsaklarıma kadar görebilirsiniz. O kadar entrika yapabilecek bir kadın olsam bu toplumda kaç gün barınabilirdim?

        Şimdi oğlunuzla görüşüyor musunuz?

        Hayır, görüşmüyorum. Yanlış yaptı. Zaten, bana karşı açtığı davaların hepsi aleyhlerine sonuçlandı. Çoğu davayı da geri çekti. Eşine de dava açtı ama o da çocukları düşünerek hiç konuşmadı. Bu benim özelim, konuşursam oğluma zarar vermiş olurum. O zaten yaptığı şeyin ezikliği içinde. Durmadan görüşmeye çalışıyor ama babası da reddetti. Bizim ondan tek isteğimiz çocuklarına sahip çıkması. Ben kendimi biliyorum. Allah ve yakın çevrem de beni biliyor. Eylemlerim ve yaptıklarım ortada, bu da bana yetiyor. Hepsi Allah’ın takdiridir. Benim de imtihanım budur. Allah başka şeyle utandırmasın. (Bu noktadan sonra Kezban Hatemi ses kaydını kapatmamı istedi ve yaşadıklarını yazılmamak kaydıyla anlattı. Sonra devam ettik...)

        Röportaj yayımlanınca ne hissetmiştiniz?

        Ben Urfa’da bir toplantıdaydım. Haberin çıkacağını 2 gün önceden öğrenmiştim ama engellemedim.

        Röportajdan nasıl haberiniz oldu?

        Söylediler. Medyada bilinen bir insanım. Hatta bazıları durdurmaya kalktı ama hiç umurumda değildi. Arsız, hırsız, ahlaksız değilim. “Yargı anne-babayı haklı buldu” diye haberler de çıktı. O haberler çıkınca bile acıdım. Oğlumun düştüğü duruma sadece üzüldüm. Hiç kızmadım. Benim için oldu, bitti, kapandı bu mesele.

        Peki, hem bu olay hem de son dönemdeki politik duruşunuz yüzünden gelen tepkiler sizi yıpratmıyor mu?

        Bana hiç tepki gelmedi. Hiçbir gazeteci bu konuyla ilgili röportaj yapmak istemedi. İlk defa siz cesaret edip sordunuz. Ben de daha fazla konuşmak istemiyorum.

        "AK PARTİLİ DEĞİLİM SADECE ERDOĞAN'I DESTEKLİYORUM"

        Liberal çizgiden hükümete yakın bir çizgiye geçtiğiniz için eleştiriliyorsunuz...

        Liberalliğimden hiçbir şey bozulmuş değil. Kendimi değme solcudan daha solcu hissediyorum! (Gülüyor) Türkiye solunda kavramlar yer değiştirdi. Cemaatlere karşı sergilediği demokratik tutum nedeniyle Erdoğan’a olan hayranlığım arttı. Yüzyıllardır kin ve nefretle insanların yok sayılmasını engelledi. Bunları bire bir yaşadığım için “Erdoğan” diyorum. Kendisine de söyledim; ben AK Partili değilim, sadece Erdoğan’ı destekliyorum. Beni hiçbir zaman şaşırtmadı ve utandırmadı. Ona yapılanların haksız ve zalimce olduğunu düşünüyorum.

        AK Parti’nin eleştirdiğiniz tarafları var mı peki?

        Elbette. Her zaman onlarla aynı fikirde olmak zorunda değilim. Dış politikada izlenilen yol ve barajı indirmemelerini tasvip etmedim. Ama bunların dışında doğru politikaları sayesinde yıllardır seçimlerde birinci parti olarak geliyorlar. Halk onların başta olmasını istiyor.

        Kezban Hatemi ile İstanbul Gümüşsuyu’ndaki hukuk bürosunda buluştuk. Odasına girdiğimde, Sevan Nişanyan davası ve 10 gündür sınırda bekletilen PYD’li cenazelerinin Türkiye’ye girebilmesi için uğraşıyordu.

        "ERDOĞAN SÜRECE AYAR VERDİ"

        Uzun bir çatışmasızlık dönemi olmuştu. Sizce neden tekrar silahlar konuşmaya başladı?

        Son dönemdeki çatışmalar, hegemonyalarının sona ereceğinden tedirgin olan Kürt siyasi yapılanmaları arasındaki uyumsuzluğun ve Öcalan karşıtlarının reaksiyonları nedeniyle oldu. AK Parti hükümeti bir demokratikleşme süreci başlattı. Kürt lafının telaffuz edilmediği, Beyaz Toros arabaların gezdiği günlerden; Kürt alfabesinin basıldığı, Kürdoloji Enstitüsü’nün kurulduğu günlere geldik. PKK’nın yapması gereken, silahları bırakmak ve ülke dışına çıkmaktı. 2013 Nevruz’unda Abdullah Öcalan’ın çağrısı vardı. Fakat bu çağrı Kürtlerin arasındaki farklı gruplar tarafından benimsenmedi.

        İyi de tam Dolmabahçe mutabakatı açıklanmışken geri adım atan hükümet tarafı değil miydi?

        Erdoğan, sezgileri çok kuvvetli bir liderdir. Dolmabahçe toplantısının toplumda olumsuz bir tepki yarattığını görünce “Silahlar bırakılmadan daha fazla adım atmayalım” dedi.

        Bunu toplumun hassasiyetlerinden dolayı mı söyledi yoksa oy kaygısıyla mı?

        Hem yöredeki hem de Batı’daki hassasiyetlerden dolayı söyledi.

        Seçimin hiç mi etkisi yoktu? Yalçın Akdoğan bile, Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganının sürecin tıkanmasında etkili olduğunu söyledi...

        AK Parti’den başka çözüm sürecini yürütecek bir parti yok. CHP, “akiller”le toplantıya bile katılmadı. Erdoğan, AK Parti’nin tek başına iktidar olamayacağını anlayınca sürece ayar verdi. Askeri vesayeti ve elit bürokrasiyi kaldırmak, derin devletle hesaplaşmak, Diyarbakır Cezaevi’ni hafızalardan silmeye çalışmak kolay işler değildir. “Marifet, iltifata tabidir” diye bir söz var. Cumhurbaşkanı’na doğru yaptığı işleri söylemek yerine “Diktatör” dediler. Gezi olaylarında küfür ettiler. Halkı için derin hesaplaşma içinde olan birine bu tabirler reva görüldü.

        Sürecin bu noktaya gelmesinde Erdoğan’ın ve hükümetin hiç mi hatası olmadı?

        Olmaz olur mu? Baraj tek kelimeyle rezaletti. AK Parti de Erdoğan da yapması gereken şeyleri yavaşlattı. Ayrıca yaptıkları pek çok olumlu şey vardı ama bunları izah edemediler. Karşılıklı iletişimde de yavaşlık var. Bunun en büyük nedeni de HDP’nin samimiyetsizliği. Dış konjonktürden faydalanarak daha neler yapabileceklerinin hesabını yapıyorlar. “Barışı biz getireceğiz” dediler ama barışı değil savaşı getirdiler. Halkı çok büyük sukut-u hayale uğrattılar.

        "DEMİRTAŞ'IN HARCANMASINI İSTEMEM"

        “Selahattin Demirtaş’ın çağrılarını çok olumlu buluyorum. Demirtaş’ın harcanmasını istemiyorum. Partinin kapanması bir rezalet olur. Yaptıkları çok yanlış var ama neresinden dönülse kârdır. 6-7 Ekim olaylarında sokağa çağrı yapılması, çözüm için koşullar koyup tehdit etmeleri bir terördür. Siyaset dilinin toplumu zehirlemesi değil sakinliğe ve barışa yöneltmesi gerekir."

        "ESKİDEN DAHA SAKİNDİM"

        Çok sert, hatta kimilerine göre negatif bir imajınız var...

        Niye öyle düşünüyorlar acaba? Kimseyi “Öh, böh” diyerek korkutmuyorum ama galiba yedi dağın itiyle boğuşunca görüntüm kötü oluyor! (Gülüyor) Bu mesleğe başladığımda eşim Hatemi avukatlık yapmamı istemiyordu. Avukat olursam karakterimin değişeceğini düşünüyordu. Bir şey söylendiğinde yüzü kızaran, son derece sakin bir insandım.

        Sizi bu meslek mi daha agresif hale getirdi?

        Mesleğin ve mücadelenin çok etkisi var. Mağduru savunmak için alacağınız pozisyon çok önemlidir. Erkeklerin dünyasında sesimi yükseltebilmek için hakkın verilmesini bekleyemezdim. Hak verilmez, alınır!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ