Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Mustafa Alluş: 5 çocukla mayından geçtim

        Muharrem SARIKAYA / GAZETE HABERTÜRK

        Bir ülkenin adıyla başlayan ve dini yönü ağır basan derneğin sakallı yöneticisi, söze şöyle başladı: “Sınırda 2 çocuk ile babaları var; Fas uyruklu ama İsveç vatandaşları. Onları bir şekilde bu tarafa geçirmemiz gerekiyor...” Afrin bölgesinde olduklarını anlattı, bulundukları yerle ilgili detay da verdi.

        Anlattığına göre baba birkaç yıl önce çocuklarını da yanına alıp Türkiye üzerinden kaçak yolla geçip Nusra Cephesi’ne katılmış; uzun yıllar savaşmış.

        Koalisyon güçleri Nusra’yı DAEŞ ile ateşkes dışında bırakıp Rusya ile saldırısını artırınca aynı yoldan kaçıp İsveç’e dönmek için tekrar Türkiye sınırına gelmişler.

        ‘BÜTÜN KAÇAK İŞLER AFRİN BÖLGESİNE KAYDI’

        Hatay’da faaliyet gösteren 150 yardım kuruluşundan birinin etkin bir isminden Hatay’a gelebilmeleri için yardım istiyor... Geçişleri karşılığı önerdikleri para ise kişi başı bin 200 dolar (3 bin 500 lira)... Yardım kuruluşu yöneticisi, gerisini dinlemeden teklifi reddetmekle kalmadı, polisi arayıp durumu da aktardı.

        Bir gün geçmedi, Fas uyruklu İsveçli ailenin Antakya’ya ulaştığı haberi geldi.

        Nereden, hangi yolla ve kimin yardımıyla geçtiğini sorduğumda verilen yanıt ilginçti: “Afrin bölgesinden geliyorlar. Güya PYD kontrolünde. Ama El Nusra’dan gelen bu adamın içeri sokulmasında da tanıklık edildiği gibi bütün kaçak işler Afrin bölgesine kaydı, dağlık alandan yürüyor. Türkmendağı düşmeden önce Türkmenler kaçakları engellerdi. Şimdi Afrin bölgesi yolgeçen hanına döndü. Hem de iki yönlü kaçağın merkezi oldu.”

        MUSTAFA’NIN YOL HİKÂYESİ

        Başkaları yanımıza gelince anlatısını yarım bıraktığı için ‘iki yönlü’ ifadesinden ne kastettiğini anlamamıştım. Halep’te çatışmanın ortasında kalan ailesini kurtarmak için 4.5 yıl önce ana memleketi Kilis’e kaçıp gelen Mustafa Alluş’u tanıyıncaya kadar. Amele pazarında karşılaştık; beni işçi arayan Türk sanmış.

        Diğer bekleyen ve Arapça’dan başka dil bilmeyen arkadaşlarının arasından Türkmen şivesiyle öne çıktı; diğerlerinin sözlerini temiz bir dille tercüme etti.

        Tercümanlığımı üstlenmesini önerdim, “Bundan kolay iş mi olur?” dedi, gün boyu yanımızda oldu. Evine götürdü, eşi ve çocuklarıyla tanıştırdı, kaçıp gelme hikâyesini anlattı. Halep’te Şeyh Maksud Mahallesi’ndeki evlerinin yakınına 2 büyük bomba düşünce, 5 çocuğu ile şehri terk etmeleri konusunda kendisini eşi Sabah ikna etmiş.

        Sabah “Ben ısrar etmesem geleceğimiz yoktu...” diye söze girdi, Mustafa devamını getirdi: “Annem Kilisli, Halep’e gelin gitmiş. Türkçem onun için iyi; annem bana kendi dilini konuşurdu. Çocukları alıp yürüyerek ana yurduma geldim. Onları mayınlı bölgeden geçirdim. Benim pasaportum vardı, ileride faydası olur diye kayıt yaptırarak Öncüpınar’dan giriş yaptım.” Geldiklerinde bir okulun deposunda kalırken, temizlik işini de üstlenmişler; ilgi görmüşler, yardım almışlar.

        ÇOCUK MAFYASI KORKUSU

        Mustafa bunları anlatırken, Sabah muhteşem Türkmen şivesiyle tekrar araya girdi: “Bir Gülşen Ablam var, o kadar eyi bir insan ki sizden eyi olmasın... Bir de Kudret Abim var; bir zamanlar da onun avratlarına temizliğe gettim. O kaddar güvvenli, eyi insanlar kiii... Amma şimdi getmeyom...”

        Nedenini sorduğumda sustular, ama 38 yaşında olduğunu bir ara söyleyen Sabah anlatmaya karar verdi: “Bir oğlum 19 yaşında İstanbul’da çalışıyor. Kızım 20 yaşında, bir Türk’le evlendirdik, mutlu. Diğer oğlum Gaziantep’te çalışıyor. Ahmet 10, Emine 8 yaşında. Son dönem çok sayıda Suriyeli çocuk kaçırıldı. Evlatlık edinmek isteyenlere satıyorlarmış; bir de organ mafyası diye bir şey varmış. Tanıdıkların başına arka arkaya gelince işi bıraktım, evde çocuklarla oturuyorum. Yanlarında olmadan da dışarı salmıyorum.”

        GÜN BOYU ÇALIŞMA KARŞILIĞINDA 40 TL

        Bunun üzerine Mustafa sözü aldı: “Parka da ancak benimle giderler...” Bu nedenle evin 300 lira olan kirasını İstanbul ve Gaziantep’teki çocuklar ödemeye başlamış. Mustafa’ya günde ne kadar kazandığını sordum, bir gün önceki hikâyesini övünerek anlattı:

        “Dün bir bahçede gün boyu 127 üzüm çubuğunun gözünü (dip tarafındaki toprağı) açtım; ağa benden memnun kaldı, 40 lira verdi...” Diğer arkadaşları da gün sonunda 30 ile 35 lira almış. Mustafa bunları anlatırken, kardeşlerinin Türk vatandaşlığına geçtiğini de gururla belirtti. “Sen niye geçmedin?” dedim, cevabı, “Halep’ten nüfus kayıt evraklarımı alıp gelmem için 2 bin dolara ihtiyacım var. Para kazanınca gidip getireceğim. Çocuklarımın Türk vatandaşlığına geçmesini çok istiyorum” oldu. Son dönem yardımlar ilk günlerdeki gibi gelmez olmuş; denetim de artmış. Göç İdaresi’nden izin almadan şehir dışına çıkmak da yasaklanmış.

        Sabah, “40 kilometre ötedeki oğlumu göremiyorum” diye yakındı. Dürüst, naif bir aileye veda edip yolumuza devam ettik.

        EŞE 4, ÇOCUĞA 20 SAYFA

        ANTAKYA’nın tarihi kenti içinde 2 oda 1 mutfaktan oluşan 400 lira kira ödedikleri evde üvey kızı, 3 çocuğu ve 4 torunuyla yaşayan Rüveyda Davud ile kızı Rahaf Davud, Şam’dan kaçıp gelmiş ...

        2 evli olan kocası son eşiyle İstanbul’a göç etmiş, yanındaki üvey kızı kocasının diğer karısından olma. Arapça ile karışık Türkçe anlatınca kafamın karıştığını fark eden ve aileye yardımda bulunan hayırsever öğretmen Ahmet Ayan, duruma açıklık getirdi:

        “Suriye’de 4 eş serbest. Kimliklerinin ilk 4 sayfası eşlere, geri kalan 20 sayfası da çocuklara aittir..” Rüveyda Davud, torunların güvenliğinden sorumlu olarak evde kalmaya karar vermiş. Şam’dan Türkiye’ye gelmek için önce Halep’e, oradan da 11 saat yürüyüp Yayladağı’na ulaşmış. Kızının biri bir süre Türkiye’de kalmış, eşi DAEŞ ile savaşırken ölünce 3 çocuğunu alıp Şam’a dönmüş. Geri dönmeme konusunda kararlılar, ama onlar da yardımların gittikçe azalmasından endişeliler: “Yine de Ahmet Bey razı olsun, ne zaman istesek hemen yardım yolluyor...”

        ALMANYA’DAN GELEN EVRAK

        HIRİSTİYAN olduğunu belirten Meysa Şeker ile kızı Minas Affara, Selimiye’den DAEŞ saldırısından kaçıp gelmiş. Ahmet Ayan ve atadan Antakyalı George Kocamahhul ile evlerini ziyarete gittiğimizde şenlik havası hâkimdi.

        4 yıl önce birlikte Türkiye’ye geldikleri eşi bir yolunu bulup Almanya’ya ulaşmayı başarmış. Orada oturma izni almış, şimdi ailesini getirmek için evrakları yollamış. Minas, bir yandan eşi Mustafa ile telefonda konuşurken, diğer yandan Türkiye’de doğan 2 çocuğuna isimlerini verdiği Ahmet Ayan ve George Kocamahhul’a telefondaki eşinin sözlerini Arapça aktarıyordu.

        Yakındığı ise 200 lira olan ev kirası 600 liraya çıkarken, işçilik ücretlerinin 100-150 liradan 50 liraya kadar düşmesi. Onların da korkuları, evlatlarının çocuk ve organ mafyasının eline düşecek olması.

        ‘BEN SÖKTÜM, KEMAL DERVİŞ ÖĞRENMEDİ’

        DİKKAT çeken ise 3-5 yıldır Türkiye’de olmalarına karşın büyük bölümünün Türkçe bilmemesi. Bunun en güzel örneklerinden biri Antakya’nın Suriyeliler tarafından işgal edilmiş Rüstem Tümer Caddesi’ndeki küçük dükkânında falafel, mırra, Arap bazlaması satan Ebu Muhammed...

        Göç İdaresi’nin verdiği kimliğindeki adıyla Kemal Derviş... Neden bu ismi aldığını sorduğumda Arapça, “Aşiret adımız Derviş. Oradan kendisine hayranlık duyardım. Buraya gelince onun adını almak istedim” dedi.

        Tercümanlığımızı ise hemen yanındaki dükkânda mezar işleri yapan Recep Yeiç yaptı. Yeiç’e daha önce Arapça bilip bilmediğini sordum, “Bilmiyordum” deyip esprili yanıt verdi: “Bunun sayesinde Arapça’yı söktüm, konuşmaya başladım. Ama o Türkçe’yi öğrenmedi, beni tercüman kullanıyor. Sanırsınız ki ben Suriye’ye kaçtım...”

        DOKTOR DA ÖĞRENMEMİŞ

        Benzer durum Kırıkhan’da hayırsever işadamı Rahmi Vardı’nın desteğinde faaliyet gösteren HAYAD’ın (Hatay Yardımlaşma Derneği) hastanesinde de söz konusuydu. Hastanede çalışan doktorlar da 4-5 yıldır Kırıkhan’da olmalarına karşın az da olsa Türkçe konuşmuyordu. Eczacı akup Ahmet, laborant Rasim Hacı, doktorlar Sadi Rihabi, Ahmet Zahir veya Ahmet Halim ile sohbetlerimizde nedenini sordum, “Türkçe zor” deyip geçiştirdiler.

        Nitekim Arapça bölge il ve ilçelerin tabelalarına, dükkânlarda, mağazalarda satış elemanlarına o kadar hâkim olmuş ki artık ihtiyaç duyulmaz bir hal almış.

        Ancak Türklerin de alışveriş yaptığı konfeksiyon mağazasında çıraklık yapan 13 yaşındaki Hayat Uğla veya Halep’in Hulluk Mahallesi’ndeki ayakkabı fabrikasında yüzlerce işçi çalıştırırken şimdi bir lokantada garsonluk yapan Mustafa Muhammed de bu ender kişilerden birkaçı... Ya da Ömer Dede, Mustafa Alluş, Hasan Lug, Ahmet Alluş gibi Türkmen olmaları nedeniyle bu dili konuşuyorlar.

        Ama çoğu zaman onların da aralarında konuşurken Türkçe başlayıp bir süre sonra frekans değiştirip Arapça veya Kürtçe’ye dönüp sohbetlerini sürdürdüklerine, Antakya’dan başlayıp Silopi’de noktaladığım 911 kilometrelik Suriye sınırında çok tanıklık ettim.

        YARIN: KAÇIP GELENLERDE HANGİ CİNS DAHA ÇOK? HANGİ SÖYLENTİ ÇOCUK MAMASINI PATLATTI? YARATTIKLARI ENDİŞE VE TEPKİLER NELER?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ