Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Dücane Cündioğlu: Türkiye'nin söyleyeceği yeni bir şey var mı?

        Kübra PAR / GAZETE HABERTÜRK

        Dücane Cündioğlu’nu aslında daha çok felsefe ve teoloji üzerine yazılarıyla tanıyorduk ama son yıllarda çalışma alanlarını genişletti. Şu sıralar, ‘Fizik ve Matematik’, ‘Tıp ve Psikoloji’, ‘Hukuk ve Siyaset’, ‘Sanat ve Estetik’ üzerine dört ciltten oluşacak dev bir kitap serisi üzerinde çalışıyor. Son iki yılını özellikle anayasa ve ceza hukuku üzerine çalışmaya ayırmış. Türkiye’de Başkanlık, Anayasa ve laiklik tartışmaları iyice ısınmışken, muhafazakâr kesimi yakından tanıyan biri olarak bu tartışmalara nasıl baktığını sordum. Dün başlayan röportajımız bugün devam ediyor...

        Anayasa çalışmaları yeniden gündemde. Son yıllarda anayasa ve ceza hukuku üzerine çalışan biri olarak kafanızda ideal bir anayasa tarifi var mı?

        1921 Anayasası Kanun-i Esasi’ye göre, 1924 Anayasası ise 1921 Anayasa’sına göre ileri bir adımdı. 1961 ve 1982 anayasaları ise geri adımlardı. 1961 Anayasası daha fazla özgürlük içerse de ortak aklın ve değerlerin ürünü değil bir darbe teşebbüsünün ürünüydü. Tepeden inme anayasalardı. Önümüzde yeni bir fırsat var. Bu deneyimlerden yararlanarak daha geri değil, daha ileri bir adım atılması gerekir.

        Nasıl olacak peki o?

        Hiçbir toplum kendi niteliklerini aşan bir anayasa üretemez, yani anayasa toplumun aynasıdır. Türkiye’nin dünyaya söyleyeceği yeni ve farklı bir şey var mı, daha evrensel, daha kalıcı, daha adil bir öneri? Bu yoksulluk pek tabii ki Türk siyasetini oluşturan malzemenin niteliğiyle, düzeyiyle ilgili. Örneğin Çamlıca’ya sadece cami yerine, sembolik değeri yüksek birer mescit, kilise ve havra yapılsaydı, dünyaya daha evrensel bir mesaj vermek açısından bu daha ileri bir adım olmaz mıydı? Türkiye’ye pekâlâ böylesi yakışırdı, fakat Çamlıca’ya sadece cami yapıldı ve hakikatin yoksul belirlenimlerinde ısrar edildi. Yapılması gereken Anayasa, özgürlüğe en açık olması gereken anayasadır. Belli bir grubun veya zihniyetin çıkarlarını değil, hiçbir ayrıma başvurmaksızın bütün halkın ortak çıkarlarını hedeflemelidir; en ortak ve en insani değerleri...

        Yapılacak Anayasa’dan siz umutlu musunuz peki?

        Umut ve temenni arasında fark var. Umut ancak nedenlerini bildiğimiz şeyin sonucunu beklemektir. Tohumu saksıya ekerseniz, güneşe koyup sularsınız, ardından da çiçek açmasını umut edersiniz, ama asfalta atılan tohumların kendiliğinden gül olacağını beklerseniz buna umut etmek değil, temenni etmek (Batılıların deyişiyle “wishful thinking”) denir.

        Türkiye siyaseti daha çok asfalt döşenmiş bir yola mı benziyor?

        Her şeye karşın umudumu korumaya çalışıyorum. Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın laiklik ile ilgili açıklamalarında böyle bir duyarlılık görünüyordu. Bunu sevindirici bulmakla birlikte biliyorum ki Doğu’da siyaset daima dini yedeğinde tutar ve onu ne zaman öne süreceği hiç belli olmaz.

        ANAYASA’NIN 2. MADDESİ DEĞİŞTİRİLMELİ’

        İlk dört madde tartışmasına ne diyorsunuz?

        Her şey aklın ve düşünmenin konusu yapılabilir, her şey tartışılabilir. Toplumun gereksinimleri göz önüne alınarak yeni başlangıçlar teklif edilebilir. Önemli olan, bu başlangıcın özgürlükler açısından ileri bir adım değeri taşıyıp taşımadığı. Başlangıç sorunu çetin bir sorundur ve siyasal olan için uzlaşma dışında kendisine boyun eğdirilecek bir başlangıç icat etmek hiç de kolay değildir. Anayasa yapımı bir süreçtir ve tözselliğe inat her deneme bir uğrak olmaktan öte bir değer taşımaz. Dolayısıyla Kanun-i Esasi’den itibaren tüm anayasalar uzun bir sürecin kendine özgü uğrakları olarak kabul edilmeli, yeni Anayasa da bir yeni aşama olarak görülmelidir. Yeni ve daha ileri bir aşama...

        Dolayısıyla ilk dört madde değiştirilebilir mi?

        Bir anayasada hamaset olmaz, belirsizlik ise hiç olmaz. İlk madde aynen kalmalıdır, çünkü siyasal yapının bilinen en evrensel, dolayısıyla en ilerici zeminidir. Niteliklerine gelince, özellikle 2. madde, yeniden yazılmalı.

        Neden 2. madde?

        2. madde ideolojik bakış ve ifade kusurlarıyla malul...

        YATAY MİMARİ’DEN ÖNCE YATAY BİR ANAYASA İNŞA ETMEYİ HEDEFLESİNLER’

        Ya Başkanlık tartışması?

        Başkanlık sistemi sorunu Anayasa tartışmalarına alt-güdümlü bir sorun olarak ele alınmalı. Esas ve öncelikli olan sadece Anayasa’dır. Ülkenin sadece bugününü değil, geleceğini de gözeten ve insan haklarını temel alan demokratik bir anayasanın “mukaddes ve gayr-ı mes’ul” bir zat-ı hazret-i padişahî hayaletinden (padişah bizzat kutsaldır ve yasa karşısında sorumsuzdur) bu ülkeyi koruyabileceğini düşünüyorum. Ne var ki başkanlık sisteminin toplumda hâlâ siyasal açıdan kişisel bir çözümün kılıfı olarak algılandığını da bilmiyor değilim. Bu yüzden hâkim siyasal irade, yatay mimariden önce yatay bir anayasa inşa etmeyi hedeflemeli.

        Bugünkü şartlarda mümkün mü?

        Bu ancak Anayasa’nın yazımı ve kurulumu sırasında gösterilecek titizlikle açıklık kazanacak.

        Şu an o tür bir titizlik görüyor musunuz?

        Ne yazık ki hayır! Bunun nedeni, anayasa gibi temel bir sorunun yaşamsal öneminin toplumda hâlâ kavranmamış olması. Halk, özellikle eğitimsiz kitleler, asırlardır tek yanlı yönetilmeye o denli alışmış olmalı ki sandığa gitmek dışında da kendisini pekâlâ kendisinin yönetebileceğine, kendi geleceğini bizzat yine kendisinin belirleyebileceğine pek ihtimal vermiyor. Yurttaş demenin “hem yönetilebilen hem de yönetebilen” anlamına geldiğini ise hiç düşünmüyor. Cumhuriyet, hele hele demokratik cumhuriyet demek, oy atıp dört yıl boyunca bir kenara çekilmek değil, gerektiğinde yönetime doğrudan katılma hakkını kullanmak demek.

        Henüz buralı olamadık, bir türlü sivil toplum (el-medinet’ul-fazıla) haline gelemedik. “İstanbul 50-60 yıl sonra yaşanabilir bir kent olarak kalır mı?” veya “İstanbul’un bu gidişle ancak deniz suyunu arındırarak su ihtiyacını karşılayabileceğinin farkında mısınız?” diye sorduğumda, en eğitimli dostlar bile “Dert etme, nasılsa biz o günleri görmeyiz” diye yanıt veriyorlar. Bu tipik bir göçebe refleksi, çünkü çoğu kimse kendisini kendi toprağına bağlı bir birey olarak duyumsamıyor. Anayasa sorununun yaşamsal önemi konusundaki duyarsızlık da benzer bir aymazlığın ürünü. Bu kavrayış yoksunluğu siyasetçilerin işine geldiğinden, ne pahasına olursa olsun, sırf kalkınma hamleleriyle göz boyamayı marifet biliyorlar. Oysa, eğer yaralanmasaydı, adalet denilen vicdani ilke, bu ülkede kalkınmanın elinden “ne pahasına olursa olsun” bahanesini alacak biricik ölçüttü, çünkü doğaya adil davranmayan insana adil davranamaz.

        LAİKLİĞİN ANAYASA’DAN KALDIRILMASINI TALEP ETMEK BİR GERİ ADIMDIR’

        Anayasa’da laiklik tartışmasına nasıl bakıyorsunuz? Meclis Başkanı’nın önerisini tartışılabilir buluyor musunuz?

        Siyasal ve toplumsal her şey tartışılabilir ve fakat laikliğin anayasadan kaldırılmasını talep etmek en hafif deyişle bir geri adımdır.

        Neden?

        Laiklik şefle büyücü arasındaki ayrımın adıdır, eşdeyişle siyasal olanla dinsel olan arasında bir rasyonel mesafe gereksinimidir. Siyasal yapı ise en nihayet toplumsal ve ekonomik zeminin ürünü, doğrudan doğruya mülkiyet biçiminin. Doğu’da ya şef’le büyücü aynı kişidir ya da genellikle büyücü şefin yardımcısıdır. Çağdaş yaşam biçimi bugün haklı olarak büyücüyü şefin, yani kendisinin yanında görmek istemiyor ve bir mesafeye gereksinim duyuyor. Artık bir büyücü sınıfı yoksa, şefin de, siyasal alanın da büyüden arınmasında bir mahzur yok demektir. İlk Anayasa’mız olan Kanun-i Esasî’nin 5. maddesinde “zat-ı hazret-i padişahînin nefs-i hümayunu mukaddes ve gayr-ı mes’uldür” diye yazar. Ne mutlu ki Cumhuriyet’le birlikte bu aşamayı geçtik, şimdi hiç de ihtiyacımız yokken yöneticileri niçin yeniden tanrılaştıralım?

        Anayasa’dan laikliği çıkarırsak siyasetçiler tanrıdan güç aldıkları iddiasına geri mi döner?

        Siyasal yapının rasyonel güvencesi olarak laiklik, yöneticilerin aynı zamanda yönetilebilir olmalarını da öngörür, bu nedenle hukukun ve yasanın üstünlüğünü şart koşar, yönetimde sadakati değil ehliyeti gözetir. Bunun temeli de halkın, yani eşit ve özgür yurttaşların tümüdür. Halkın, çoğunluk bile olsa bir grubunun gelenekleri, görenekleri, inançları toplumun bütünü için bir ölçüt ve ayrıcalık gerekçesi olamaz. O bakımdan laiklik, dinsel gerekçeler örtüsü altında duygusal ve kişisel hırsların toplumsal bütünü belirlemesini engelleyecek en akıllıca çözümdür, üstelik insanlık tarihi açısından da ileri bir adımdır. Anayasa’dan laikliğin kalkması halinde toplumun tamamını bir arada tutacak ortak çıkarların korunması güçleşeceği gibi, duygular düzeyindeki istismar da kolaylaşacaktır. Bu durumda çoğunluğun dışında kalanların yaşam şansı da kalmaz. Toplumun ortak çıkarlarının odak noktası değişti. Eskiden şehrin merkezinde ya katedral ya cami olurdu, yanında da Arasta, yani Pazar, oysa şimdi mabedler kendilerine AVM’lerin yanında güç bela yer buluyorlar.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ