Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Yargı Anayasa Mahkemesi: Darbe teşebbüsü anayasal düzene en ağır saldırı

        Anayasa Mahkemesinin Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) soruşturmasının ardından iki üyenin ihracına ilişkin kararının gerekçesinde, "Şimdiden Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz darbe teşebbüsünün demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine ve milli güvenliğe yönelik en ağır saldırılardan biri, belki de en ağırı olduğu sonucuna varmak gerekir." ifadelerine yer verildi.

        Gerekçede, darbe girişiminin ardından başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan üyeler Alparslan Altan ve Erdal Tercan hakkında mahkeme tarafından ön inceleme yapıldığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından bilgi ve belgelerin istendiği belirtildi.

        Bu süreçte, Altan ve Tercan'ın yazılı savunmalarının istendiği, Altan'ın 28 Temmuz, Tercan'ın ise 31 Temmuz'da savunmalarını Anayasa Mahkemesi Başkanlığına sundukları, başsavcılığın da istenen bilgi ve belgeleri gönderdiği kaydedildi.

        Gerekçenin "Olay ve Olgular" başlığı altındaki bölümünde ise Gülen yapılanması konusunda bilgiler verilerek, 1960'lı yıllarda Fetullah Gülen tarafından kurulan ve yakın döneme kadar dini bir grup olarak nitelenen, “Gülen Cemaati”, “Hizmet Hareketi”, “Cemaat” ve “Camia” gibi isimlerle anılan bir yapılanmanın faaliyetlerini eğitim ve din başta olmak üzere zamanla birçok alanda genişlettiği ve yüzü aşkın ülkede yaygınlaştırdığı anlatıldı.

        Bu yapılanmanın gerçek amacının devleti ele geçirmek olduğu, bu amaçla tüm kamu kurum ve kuruluşlarında; özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), mülki idare birimleri, yargı teşkilatı, kolluk birimleri, eğitim kurumları gibi yerlerde kadrolaştığı ve bu kişilerin devletin amaçlarından ziyade yapılanmanın amaçları doğrultusunda faaliyette bulunduğu iddialarının öteden beri kamuoyunda tartışıldığına işaret edilen gerekçede, "Bu iddialar zamanla kamuoyunda tartışma konusu olmanın ötesine geçmiş ve pek çok soruşturma ve kovuşturmaya konu edilmiştir. Bu yapılanma, ilgili soruşturma ve kovuşturmalarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilmiştir." ifadesi kullanıldı.

        Açılan soruşturma ve kovuşturmalarda FETÖ/PDY'nin yapısı ve faaliyetleri hakkında yer verilen bilgiler aktarılan kararda, "Belirtildiği şekilde yapılandığı iddia edilen FETÖ/PDY’nin yasa dışı faaliyetlerine ilişkin geçmişten günümüze çok sayıda soruşturma ve kovuşturma açılmıştır." denilerek, 2000 yılında Gülen hakkında açılan dava, Hrant Dink'in öldürülmesi, askeri casusluk, usulsüz dinlemeler, Ergenekon, Balyoz gibi davalardan örnekler verildi.

        Milli Güvenlik Kurulunun (MGK) FETÖ/PDY'nin milli güvenliği tehdit ettiğine, terör örgütü olduğuna ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yaptığına dair kararlar verdiği anımsatılan gerekçede, MGK Genel Sekreterliğinin, kurulun toplantılarına ilişkin basın duyurularından, FETÖ/PDY ile ilgili değerlendirme kısımları alıntılandı.

        FETÖ/PDY’nin özellikle, yakın döneme kadar faaliyette olan, özel yetkili mahkemelerde ve savcılıklarda örgütlendiği, yargı ve emniyet içerisindeki mensuplarının örgütün imamlarından aldıkları talimatlar uyarınca ve örgüt çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri, bu kapsamda ciddi hukuki sorunlar içeren uygulamalar yaptıklarının kamuoyunda uzun süredir tartışıldığı belirtilen gerekçede, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 6 Haziran 2016 tarihli (FETÖ Çatı Davası) iddianamesinden de alıntılar yapıldı.

        Bu iddialara ilişkin, bazı yargı mensupları hakkında HSYK tarafından disiplin soruşturmaları yapılarak, meslekten çıkarma cezaları verildiği, ayrıca adli mercilerin soruşturma ve kovuşturma yaptığına dikkat çekilen gerekçede, 2010'daki Anayasa değişikliği ile hakim ve savcıların kendi aralarından HSYK'ya üye seçmelerine imkan tanındığı anımsatılarak, örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki yapılanması ve faaliyetlerine ilişkin tespit, değerlendirmelere yer verildi.

        "EGEMENLİK BİR GRUP ZORBANIN ELİNE GEÇECEKTİ"

        Darbe teşebbüsünün, egemenliğin kaynağı olmayan ve milletin egemenliği kullanmak üzere yetkilendirdiği organlar arasında bulunmayan bir grubun, zorla demokratik anayasal düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye kalkışması olduğu belirtilen gerekçede, darbenin gerçekleşmesi halinde demokratik anayasal düzen ve milletin iradesinin üstünlüğünün ortadan kalkacağı, millete ait egemenliğin bir grup zorbanın eline geçeceği ifade edildi.

        Bu durumda demokrasiden ve hukuk devletinden söz edilemeyeceğine değinilen gerekçede, böyle bir düzende bireylerin temel hak ve hürriyetlerini güvence altına alacak bir mekanizmanın olmayacağının da altı çizildi.

        Gerekçede, bu nedenlerle darbe teşebbüslerinin "egemenliğin millete ait olması", "egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılması", "egemenliğin kullanılmasının, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı", "hiçbir kimsenin veya organın, kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisini kullanamayacağı", "demokrasi", "hukuk devleti" ve "insan haklarına saygı" ilkelerine açık ve ağır saldırı teşkil ettiği vurgulandı.

        Yüksek Mahkemenin gerekçesinde, "Bu yönüyle demokratik bir toplumun karşılaşabileceği en ağır tehditlerden birinin, belki de en ağırının darbe teşebbüsleri olduğu söylenebilir" denildi.

        Türkiye'de çok partili siyasi hayata geçildiği tarihten bugüne kadar birçok kez darbe yapıldığı veya buna teşebbüs edildiği belirtilen gerekçede, "Bu nedenle milletimiz, darbe teşebbüsüyle millet iradesini ve egemenliğini gasbedenlerin demokratik anayasal düzene ve insan haklarına karşı nasıl büyük bir tehdit oluşturduklarının en başta gelen tanığıdır." ifadesi kullanıldı. Gerekçede, şu tespitlerde bulunuldu:

        "15 Temmuz 2016 gecesi TSK içinde örgütlenmiş bir grup, anayasal düzenin ortadan kaldırılması teşebbüsünde bulunmuş, bu teşebbüs demokratik bir toplumun meşru tüm unsurlarının kararlı direnci sayesinde engellenmiştir. Başta egemenliği gasbedilmeye çalışılan milletimiz olmak üzere, millet adına egemenliği kullanmaya yetkili organlar (Cumhurbaşkanı, TBMM, Bakanlar Kurulu ve yargı kurumları), demokratik toplumun vazgeçilmez unsurları olan tüm siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, basın yayın organları ve meşru demokratik otoritenin emir ve talimatlarıyla hareket eden güvenlik güçleri bu egemenlik ve demokrasi direnişini hep birlikte gerçekleştirmişlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de darbe teşebbüsünün gerçekleştiği gecenin ilk saatlerinde çatışmalar devam ederken yaptığı açıklamayla bu teşebbüsü 'anayasal düzene karşı demokrasi dışı bir girişim' olarak tanımlamış ve açıkça reddetmiştir.

        Darbe teşebbüsü, iradesini ve egemenliğini milletin elinden almaya teşebbüs edenlerin demokratik anayasal düzene ve insan haklarına yönelik tehditlerinin büyüklüğünü somut olarak ortaya çıkarmıştır. Teşebbüs sırasında egemenliğin kayıtsız şartsız kaynağı olan millete, egemenliği millet adına kullanan organlara, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan basın yayın kuruluşlarına ve meşru demokratik otoritenin emir ve talimatları doğrultusunda hareket eden güvenlik güçlerine saldırılmıştır. Bu kapsamda egemenliğine ve iradesine sahip çıkmak için sokaklara çıkıp darbeye karşı gösteri yaparak temel haklarını kullanan silahsız bireyler -silah ve bombalarla- katledilmiş ve yaralanmış, bu suretle başta yaşam hakları olmak üzere temel hak ve hürriyetleri yaygın bir şekilde ihlal edilmiştir."

        "BİR MİLLETİN DEMOKRATİK AÇIDAN ÖLÜMÜ ANLAMINA GELECEKTİ"

        Demokratik toplum düzeninin temel kurumlarından biri ve millet iradesinin doğrudan tecelli ettiği organ olan TBMM'nin savaş uçaklarıyla defalarca bombalandığı, Cumhurbaşkanına suikast girişiminde bulunulduğu, Başbakanın silah kullanılarak taciz edildiği hatırlatılan gerekçede, TRT'ye baskın yapılarak özgür yayın akışının kesildiği, silah zoruyla darbe bildirisi okutulduğu, ülke genelinde yayın yapan bazı özel televizyon kanallarına baskın yapılarak yayınların durdurulmak istendiği belirtildi. Gerekçede, meşru otoritenin emir ve talimatları doğrultusunda hareket eden çok sayıda polis ve askeri personelin doğrudan hedef alınarak ya da çatışmalar sırasında şehit edildiği veya yaralandığı da anlatıldı.

        15 Temmuz 2016 gecesi meydana gelen darbe teşebbüsünün demokratik anayasal düzene karşı oluşturduğu tehdidin büyüklüğünü değerlendirmek bakımından, somut olarak meydana getirdiği zararların tek başına dikkate alınmasının yeterli olmadığı ifade edilen gerekçede, darbenin engellenmemiş olması ya da gerçekleşmesi halinde oluşabilecek risklerin de değerlendirilmesi gerektiği aktarıldı.

        Milletin, darbe teşebbüsünü kararlı şekilde direnerek engellememesi halinde bir grup zorbanın egemenliğini kabul edeceği ve onun hiçbir demokratik denetime tabi olmayan iradesine tabi olacağı ya da buna direnmeyi sürdüreceği belirtilen gerekçede, bu ihtimalin bir milletin demokratik açıdan ölümü anlamına geleceği bildirildi.

        Gerekçede, çok az sayıda kötülüğün, iradesi ve egemenliği gasbedilen bir milleti bu derece aşağılayabileceği ifade edildi.

        İkinci ihtimalin çatışmaların uzaması ve yaygınlaşması olduğu aktarılan gerekçede, bunun devlet otoritesinin, hatta devletin tamamen ortadan kalkması riskinin ortaya çıkmasına neden olacağı vurgulandı.

        "KARGAŞA ORTAMININ ACI ÖRNEKLERİ"

        Son zamanlarda Türkiye'nin yakın çevresinde yaşananların, devlet otoritesinin ortadan kalkması halinde demokratik bir düzende yaşamak bir yana insanların en temel haklarının her gün saldırı altında olduğu bir düzensizlik ve kargaşa ortamının acı örneklerini yansıttığı belirtilen gerekçede, "Darbe teşebbüsünün, ülkemizin birçok terör örgütünün açık hedefi olduğu günlerde gerçekleştirilmesi bu riskin ağırlığını daha da artırmıştır." denildi. Gerekçede, şunlara yer verildi:

        "Bütün bu değerlendirmeler birlikte ele alındığında, darbe teşebbüsünün sadece demokratik anayasal düzen yönünden değil, bununla sıkı bağı olan 'milli güvenlik' yönünden de mevcut ve ağır bir tehdit oluşturduğu anlaşılmaktadır. Milli güvenlik, Anayasa'da ve insan haklarının korunmasına ilişkin birçok uluslararası belgede, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması sebepleri arasında sayılmıştır. Özgürlük-güvenlik dengesinin sağlanması modern demokrasilerin en önemli amaçlarından biri haline gelmiştir. Çünkü güvenliğin olmadığı yerde demokratik düzeni sürdürmek ve özgürlükleri hayata geçirebilmek mümkün değildir.

        Açıklanan nedenlerle şimdiden Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz darbe teşebbüsünün demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine ve milli güvenliğe yönelik en ağır saldırılardan biri, belki de en ağırı olduğu sonucuna varmak gerekir."

        "OLAĞANÜSTÜ USULLERİN UYGULAMASI GEREKEBİLİR"

        Bazı durumlarda devletin, demokratik anayasal düzene, temel hak ve hürriyetler ile milli güvenliğe yönelik tehditleri ortadan kaldırmasının olağan yönetim usulleriyle mümkün olmayabileceği belirtilen gerekçede, bu tehditler ortadan kaldırılıncaya kadar olağanüstü yönetim usullerinin uygulanması gerekebileceği ifade edildi.

        Anayasa'da buna imkan tanımak üzere "olağanüstü yönetim usulleri"nin öngörüldüğü anlatılan gerekçede, bunlardan birinin de "olağanüstü hal ilanı" olduğu hatırlatıldı.

        Anayasa’nın 120. maddesi uyarınca olağanüstü hal ilan edilebileceği belirtilen gerekçede, olağanüstü hal süresince, demokratik anayasal düzen ile temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik tehditleri bertaraf etmek için Anayasa'da tanınan imkanlardan birinin de 121. maddenin üçüncü fıkrası uyarınca, Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu'na verilen KHK çıkarma yetkisi olduğu aktarıldı.

        Bu kapsamda çıkarılan KHK'nın gerekçesi ve içerdiği düzenlemelerden, darbe teşebbüsünün "TSK içinde örgütlenmiş FETÖ/PDY mensupları, bunlarla birlikte hareket eden bazı kamu görevlileri ve sivil unsurlar" tarafından gerçekleştirildiğinin değerlendirildiği anlatıldı.

        Darbe teşebbüsünün sonlandırılması ve benzer bir teşebbüsün tekrarlanmaması için, FETÖ/PDY'ye aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen eğitim kurumları, sağlık kuruluşları, sendikalar, vakıflar ve dernekler gibi tüm kurum ve kuruluşların kapatılması; örgüte üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen yargı mensupları dahil tüm kamu çalışanlarının meslekten veya kamu görevinden çıkarılması; bazı suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların etkililiğinin artırılması yönünde tedbirler öngörüldüğü hatırlatıldı.

        "YARGI GÜVENİRLİĞİNİ VE SAYGINLIĞINI ZEDELEYECEK"

        Anayasa Mahkemesinin, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) soruşturmasının ardından iki üyenin ihracına ilişkin kararının gerekçesinde, "Somut olayın özellikleri, anılan yapı ile ilgileri olduğuna dair sosyal çevre bilgisi ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin zaman içinde oluşan ortak kanaatleri birlikte dikkate alınarak, üyeler Alparslan Altan ve Erdal Tercan'ın KHK kapsamında söz konusu yapı ile meslekte kalmalarıyla bağdaşmayacak nitelikte bağlarının olduğu değerlendirilmiştir. Durumları bu şekilde değerlendirilen üyelerin, temel görevi demokratik anayasal düzen ile temel hak ve hürriyetleri korumak olan Anayasa Mahkemesinde görev yapmaya devam etmesinin yargının güvenilirliğini ve saygınlığını da zedeleyeceği açıktır." denildi.

        Olağanüstü hal ilanının ardından çıkarılan 667 Sayılı KHK kapsamında yargı mensupları ve diğer kamu görevlilerine ilişkin öngörülen tedbirlere yer verilen gerekçede, bu tedbirler aracılığıyla başta FETÖ/PDY olmak üzere terör örgütlerine veya MGK'ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin tamamının tüm kamu kurum ve kuruluşlarından çıkarılması sonucuna ulaşılmak istendiğinin anlaşıldığı belirtildi.

        Gerekçede, "FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarının neredeyse tamamında örgütlenmesi ve somut darbe teşebbüsünün bu yapılanmadan kaynaklanmış olması, potansiyel, olası tehdidi var olan, mevcut tehlikeye dönüştürmüş, demokratik anayasal düzeni sürdürmek bakımından olağanüstü tedbirler alınmasını zorunlu kılmıştır." tespiti yapıldı.

        "ÖNEMLİ OLAN BELLİ BİR KANAATE VARILIRKEN KEYFİLİKTEN UZAK DURULMASIDIR"

        KHK uyarınca meslekten çıkarma tedbirinin Anayasa Mahkemesi üyeleri bakımından uygulanabilmesi için, üyenin, terör örgütlerine veya MGK'ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara "üyeliği", "mensubiyeti", "iltisakı" veya bunlarla "irtibatı" olduğunun değerlendirilmesi ve bu değerlendirmenin Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca yapılması gerektiği belirtilen gerekçede, şunlar kaydedildi:

        "KHK'nın 3. maddesinde genel olarak 'terör örgütlerine veya MGK'ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplardan söz edilmişse de madde gerekçesi dikkate alındığında FETÖ/PDY'nin bunların başında geldiği anlaşılmaktadır. Tedbirin uygulanması için mutlaka terör örgütüyle, terör faaliyetleriyle ve bu arada darbe teşebbüsüyle Anayasa Mahkemesi üyeleri arasında bağ kurulması aranmamış, MGK'ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen 'yapı', 'oluşum' veya 'gruplar' ile bağ kurulması yeterli görülmüştür.

        Diğer taraftan maddeye göre meslekten çıkarma tedbirinin uygulanabilmesi için söz konusu bağın yapıya, oluşuma veya gruba 'üyelik' veya 'mensubiyet' şeklinde olması zorunlu olmayıp 'iltisak' ya da 'irtibat' şeklinde olması da yeterlidir. Son olarak maddede, terör örgütleri veya MGK'ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplar ile üyeler arasındaki bağın 'sübut' derecesinde ortaya konulması aranmamıştır. Böyle bir bağın Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunca 'değerlendirilmesi' yeterli görülmüştür. Buradaki değerlendirme Genel Kurulun salt çoğunluğunda oluşacak bir 'kanaati' ifade etmektedir. Kuşkusuz bu kanaat cezai sorumluluğun bulunup bulunmadığından bağımsız olarak sadece meslekte kalmanın uygun olup olmadığı yönünde bir değerlendirmeden ibarettir."

        KHK'nın 3. maddesinde bu kanaate varılabilmesi için belli bir tür delile dayanma zorunluluğunun öngörülmediğinin belirtildiği gerekçede, "Bu kanaatin hangi hususlara dayanılarak oluşacağı Genel Kurulun salt çoğunluğunun takdirine bırakılmıştır. Burada önemli olan belli bir kanaate varılırken keyfilikten uzak durulmasıdır. Şüphesiz yukarıda belirtilen bağın bulunup bulunmadığına ilişkin değerlendirme yapılırken, yetkili kurulları belli bir kanaate ulaştıracak nedenler her somut olayın özelliğine göre değişebilecektir." denildi.

        "ATILI SUÇU KABUL ETMEDİLER"

        15 Temmuz 2016 gecesi başlayıp ertesi gün belli bir saate kadar devam eden darbe teşebbüsünün planlayıcısı ve uygulayıcısının, uzun süredir soruşturma ve kovuşturmalara konu olan, son dönemde MGK tarafından "milli güvenliği tehdit eden bir terör örgütü" olarak tanımlanan FETÖ/PDY olduğunun yetkili makamlarca değerlendirildiği ifade edilen gerekçede, FETÖ/PDY'nin örgütlenmesi bakımından önem verdiği kurumların başında gelen TSK, emniyet teşkilatı ve yargı kurumlarında görev yapan çok sayıda askeri personel, emniyet görevlisi ve yargı mensubu hakkında darbe teşebbüsü sonrası ülke genelinde soruşturmalar başlatıldığı ve gözaltı tedbirleri uygulandığı hatırlatıldı.

        Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında Anayasa Mahkemesi üyeleri Alparslan Altan ve Erdal Tercan'ın da "FETÖ/PDY üyesi" oldukları gerekçesiyle 16 Temmuz 2016'da gözaltına alındıkları belirtilen gerekçede, iki üyenin de 20 Temmuz 2016'da "silahlı terör örgütüne üye olma" suçundan tutuklanmalarına karar verildiği ve 1 Ağustos 2016'da bu üyelerin mal varlıkları üzerine tedbir konulduğu anlatıldı.

        Altan ve Tercan'ın, ceza soruşturması kapsamındaki ifadelerinde üzerilerine atılı suçu kabul etmediklerini beyan ettikleri anımsatılan gerekçede, bu süreçte darbe teşebbüsü sonrası ilan edilen olağanüstü halin uygulanmasına ilişkin tedbirleri düzenleyen 667 sayılı KHK'nın 3. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından iki üyenin hukuki durumlarının değerlendirilmesine karar verildiği bildirildi.

        Gerekçede, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunca yapılacak değerlendirmede dikkate alınmak üzere üyeler Altan ve Tercan'ın yazılı savunmalarının alındığı ifade edildi.

        Üyelerin savunmalarında, "FETÖ/PDY ile herhangi bir bağlarının bulunmadığını beyan ettikleri, yöneltilen suçlamayla ilgili somut bilgi ve belgeler kendilerine sunulduktan sonra yeniden savunma imkanı verilmesini, isimlerini belirttikleri bazı tanıkların dinlenilmesini talep ettikleri." aktarıldı.

        ANAYASA MAHKEMESİ GENEL KURULUNUN "KANAATİ"

        İlgili KHK kapsamında yapılacak değerlendirmenin, adli suç veya disiplin suçu niteliğindeki somut bir eylemin soruşturulması mahiyetinde olmadığı vurgulanan gerekçede, Anayasa Mahkemesi üyelerinin belli bir yapıyla herhangi bir bağlarının olup olmadığına ilişkin kanaatin oluşturulacağı bir süreci ifade ettiği kaydedildi. Gerekçede, şu ifadelere yer verildi:

        "Dolayısıyla KHK'nın amacı ve tedbirin niteliği ile somut olayın özellikleri birlikte dikkate alındığında ilgili üyeler hakkında mevcut bilgi ve belgelere göre değerlendirme yapılması gerekmiştir. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun, üyeler Alparslan Altan ve Erdal Tercan hakkında 667 sayılı KHK'nın 3. maddesi uyarınca yapacağı değerlendirme, anılan üyelerin MGK'ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplardan MGK kararlarında ifade edildiği şekliyle 'Paralel Devlet Yapılanması' ile 'üyelik', 'mensubiyet', 'iltisak' veya 'irtibat' şeklinde herhangi bir bağlarının olup olmadığına ilişkindir. Yukarıda ifade edildiği üzere bu değerlendirme için Genel Kurulun salt çoğunluğunda anılan üyelerle ilgili oluşacak 'kanaat' yeterlidir.

        Somut olayın yukarıda ifade edilen özellikleri, anılan yapı ile ilgileri olduğuna dair sosyal çevre bilgisi ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin zaman içinde oluşan ortak kanaatleri birlikte dikkate alınarak, üyeler Alparslan Altan ve Erdal Tercan'ın KHK'nın 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında söz konusu yapı ile meslekte kalmalarıyla bağdaşmayacak nitelikte bağlarının olduğu değerlendirilmiştir. Durumları bu şekilde değerlendirilen üyelerin, temel görevi demokratik anayasal düzen ile temel hak ve hürriyetleri korumak olan Anayasa Mahkemesinde görev yapmaya devam etmesinin yargının güvenilirliğini ve saygınlığını da zedeleyeceği açıktır. Açıklanan nedenlerle üyeler Alparslan Altan ve Erdal Tercan'ın meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilmesi gerekir."

        AA

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ