Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem FETÖ'nün Kamu Kurumlarına Sızarak Örgütlenmesi

        FETÖ/PDY’NİN KAMU KURUMLARINA SIZARAK ÖRGÜTLENMESİ

        • Kamu Kurumları

        Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY) başlangıcından beri devlet içinde teşkilatlanmayı ve Işık Evlerinde yetişen gençleri devletin kilit mevkilerine yerleştirmek suretiyle devletin üst düzeyi kadrolarını ele geçirmeyi hedeflemiştir. Bu maksatla öncelikle eğitim alanına el atmış; okullar, dershaneler ve etüt merkezleri açarak işe başlamıştır. Bunun yanında devlet kademelerine yerleştirilmek üzere seçilen genç dimağlar ışık evleri adı verilen örgüt evlerinde “abi” ve “abla” denilen elemanlar aracılığıyla duygusal telkinlerle beyinleri yıkanarak tektipleştirilmiştir. Böylece elamanlarını militan gibi yetiştirmiş, onlara yerleştirilecekleri devlet kurumlarında uzun yıllar kendilerini gizlemelerinin yollarını öğretmiş ve vakti geldiğinde emri ile harekete geçmeleri için programlamıştır.

        REKLAM

        Komisyonun 18.10.2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala, örgütün 1980’lerden itibaren devletin çeşitli kademelerine sorular çalarak, çeşitli yöntemler kullanarak girmeye başladığını, 90’lı yıllarda aynı sürecin devam ettiğini ve 28 şubat sürecinin de örgütün önünü açtığını ifade etmiştir. [1]

        15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Celalettin Lekesiz ise 8 Kasım 2016 tarihli komisyon toplantısında, örgütün kamu kurum ve kuruluşlarına yerleşme sürecinin 1966-67’li yıllardan örgütün liderinin İzmir’e yerleştiği günlerden itibaren ele alınabileceğini, o günlerden itibaren bir plan program dâhilinde kamu kurum ve kuruluşlarına sızma faaliyetinin yürütüldüğünü ifade etmiştir.[2]

        Bütün bu bilgiler; örgütün, devlet kurumlarını kontrolüne almak suretiyle iktidarı ele geçirmeyi hedef edindiğini, bu maksatla ortaya çıktığı 1960’lı yıllardan itibaren örgüt evlerine çektiği zeki ve genç insanları bir yandan örgüt militanı şeklinde yetiştirirken bir yandan da iyi bir eğitimle devlet kademelerinde yer almasını sağladığını ortaya koymaktadır. Zamanla örgüt, merkezi sistemle yapılan sınavları organize eden ÖSYM kurumuna da sızması sayesinde sınav sorularını çalarak başlangıçta sızma olarak adlandırılabilecek kamu kurumlarına eleman yerleştirme faaliyeti kitlesel bir hal almış ve hedef kurumları işgale kadar varmıştır.

        REKLAM

        Eski Başbakanlardan Sayın Ahmet Davutoğlu Komisyona gönderdiği 09.01.2017 tarih ve 104997 sayılı yazıda, FETÖ’nün kamu kurumlarına sızmasının kolayca tespit edilememesine ilişkin isabetli bir şekilde şu değerlendirmeyi yapmaktadır: "Esasen FETÖ/PDY mensuplarının kendilerini gizleyerek bürokrasiye sızma çabalarının gerçek mahiyeti, toplumun dini inançlarının sosyal hayattaki tezahürlerini bir tehdit olarak tanımlayarak dindar kişilerin bürokraside yer almasını çeşitli yöntemlerle engelleyen, bu yolda hukuk dışı uygulamalara da başvurmaktan çekinmeyen vesayetçi/darbeci anlayış temsilcilerinin hastalıklı davranışları sebebiyle başlangıçta tam olarak teşhis edilememiştir."

        Örgütün hedefi tüm kamu kurumlarını ele geçirmek olmakla birlikte kamu kurumlarından bazılarına daha fazla önem ve öncelik vermiştir. Bu kurumların emniyet, askeriye, mülkiye ve yargı olduğunu görmekteyiz. Nitekim özel önem ve öncelik verdiği bu kurumların ele geçirilmesi faaliyetlerine “mühim hizmetler” adı vermiş, bu kişilerden sorumlu tuttuğu kişilerle (imamlarla) FETÖ Lideri doğrudan görüşmelerde bulunmuştur. Bu nedenle örgütün bu kurumları ele geçirme faaliyetlerini ayrı başlıklar halinde incelemek gerekmiştir.

        • Yargı

        Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun 15.11.2016 tarih ve 2016/440 sayılı kararı, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 04.08.2016 tarih ve 2016/12 sayılı kararı ile Ankara Çatı İddianamesinde FETÖ’nün Yargı Organlarındaki Yapılanması ve Faaliyetlerine yer verilmiştir. Bu üç metin birlikte ele alındığında;

        REKLAM
        • Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yargı erki içerisinde, hiyerarşik şekilde örgütlenen ve alternatif olarak faaliyet gösteren, kendinden olmayan herkesi, özellikle de örgütün kişisel çıkar ve menfaatlerine hizmet etmeyen kişileri düşman addeden, örgüte boyun eğmeyen veya farklı düşünen kişileri hedef haline getirerek yargı kararları ile emniyet operasyonlarına konu eden, istihbarat toplayan, operasyon kararları alan, emniyet ve yargı üzerinden toplanan istihbarata göre örgütün üst düzey yöneticilerinin verdiği kararları icra eden, basın ve yayın üzerinden linç girişimi gerçekleştiren, topluma yönelik algıyı yöneten, suç faili veya masum olduğuna bakılmaksızın birçok kişiyi yargı eliyle mağdur eden, taraflı ve delilsiz davalar açan örgüt mensuplarının yargı içerisinde cemaat cuntası şeklinde paralel bir yargı gücü oluşturdukları,
        • Yargının devlet ve toplum hayatında kesin belirleyici ve son karar verici olmasının örgütün işini kolaylaştırdığı, örgütün yargıyı sadece rakiplerini bertaraf etmek için değil aynı zamanda siyaseti tanzim etmek, siyasi partilerin yönetimlerini değiştirmek, toplumdaki etkinliğini artırmak, toplumu kontrol etmek, kişilerle ilgili bilgi toplamak, ticari faaliyet alanlarını ve kamu kurumlarını ele geçirmek, hatta hükümeti yıkmak ve kendi felsefesine uygun bir siyasi yapı oluşturmak için de bir araç olarak kullandığı, böylece yargının soruşturma unsurlarıyla, alt yapısıyla ve polisle desteklenerek örgütün kullanabileceği bir silaha dönüştüğü, yüksek yargıdaki değişim ile örgütün elindeki bu silahın etki alanının zirveye çıktığı, örgütün kendisine engel olacağını düşündüğü hâkim-savcı, asker, emniyet personeli, mülki amirler ve diğer kamu personelleri hakkında uydurma tahkikatlar, tutuklamalar yaparak bunları saf dışı bıraktığı, aynı zamanda bu yolla diğer kişilere de gözdağı verdiği, silahlı kuvvetler mensupları ile ilgili uydurma soruşturmalar, toplu tutuklama ve davalarla TSK mensuplarının bir bölümünün bertaraf edildiği, böylece örgüt mensuplarının terfi etmesinin yolu açıldığı,
        • FETÖ mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının, hayatlarının farklı dönemlerinde FETÖ mensupları ile muhatap oldukları, örgütün öncelikli hedefinin Devletin askeriye, adliye ve mülkiye kadrolarına yerleşmek olduğu, kendilerinin de bu amaç doğrultusunda örgütün yargıdaki eleman ihtiyacını karşılamak üzere yetiştirildikleri, FETÖ tarafından üyelerine hâkimlik ve savcılık sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu, hatta mensuplarının sırf hâkimlik savcılık sınavlarına hazırlanmaları için hukuk fakültesi mezunları arasında çalışma evleri oluşturulduğu, ışık evleri, dershaneler ve okullar vasıtası ile mahrem görev kapsamında büyük önem atfedilen hâkim ve savcılık mesleğine örgüt mensuplarının yerleştirilmesi amacıyla, sınav sorularının yasal olmayan yollarla temin edilip sınavdan birkaç gün önce, abiler/ablalar tarafından cevapları işaretlenmiş kitapçıklar halinde öğrencilere gösterilerek ezberlemelerinin ve bu şekilde sınavda başarılı olmalarının sağlandığı, kendilerinden olan hâkim ve savcı adaylarının deşifre olmasını engellemek amacıyla, örgütle irtibatlarını gizlilik içerisinde ve sözde liderin "Tedbir" kurallarına uygun şekilde sürdürecekleri evlerde kalmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar halinde ve örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, iki evin irtibat halinde olmasının istendiği, bu evlere murakıp adı verilen örgüt mensubu kişilerin gönderilerek evde kalan öğrencilerden bilgi alınmasının ve tavsiyelerde bulunulmasının sağlandığı,
        • Örgütün yargı imamının, doğrudan Türkiye imamına bağlı olarak faaliyet yürüttüğü, gerektiğinde doğrudan Fetullah Gülen ile irtibat kurabildiği, örgüte ait ışık evlerinin il bazında eyalet adı altında birden çok bölgeye ayrıldığı, her bölgede 8 ilâ 10 evin bulunduğu, Bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi/ablası adı verildiği,
        • Her dönemin sorumlu abisinin/ablasının bulunduğu, evlere gönderilen örgüt mensubu murakıpların hâkim ve savcı adaylarına gerektiğinde oruç tutmama, oruç tutsa dahi elinde su şişesiyle gezme, cuma namazına gitmeme, kokteyl ve resepsiyonlarda içki içme, örgüt dışından başka bayanlarla evlenmeme yönünde telkinde bulunduğu, örgüt mensubu hâkim ve savcıların T1, T2, T3, T4 ve T5 şeklinde kategorize edilerek taşra ve dönem yapılanmasının oluşturulduğu, dönem yapılanmasında yazın bir haftalık kamp yapıldığı, taşra yapılanması içinde ise yıl boyunca düzenli görüşmelerin gerçekleştirildiği, örgütten olmamakla birlikte bu yapıya yakınlık duyan kişilerle irtibata geçildiği, ilgilenmeleri için kendilerine zimmetlenen hâkim ve Cumhuriyet savcılarının özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu nezdindeki taleplerinin yerine getirilmeye çalışıldığı,
        • FETÖ üyesi olan hâkim-savcı adaylarının diğer hâkim-savcı adayları arasında tanınır hale getirilmesi ve ön plana çıkartılması, örgüt terminolojisiyle ifade etmek gerekirse "parlatılma"sı amacıyla bu üyelerden müteşekkil hâkim- savcı adayları mezuniyet albüm kurulları oluşturulduğu,
        • Adalet Akademisinin hâkim-savcı adayları yönünden fişleme merkezine dönüştürüldüğü ve örgüt mensuplarına iyi siciller verilerek mesleki kariyer anlamında önlerinin açıldığı, kendilerinden olmayan adaylar için ise mesleğe kabullerini ve ilerde yükselmelerini engelleyecek mahiyette siciller oluşturulduğu, mesleğe kabullerini engellemek amacıyla usulsüz soruşturmalar açıldığı, nitekim hakkında usulsüz soruşturma açılarak disiplin cezası tayin edilen, bu ceza gerekçe gösterilerek mesleğe kabul edilmeyen Didem Yaylalı isimli hâkim adayının uğradığı haksızlıklar sonucunda girdiği bunalım sonrasında intihar etmek suretiyle yaşamına son verdiği,
        • Ayrıca örgüt mensubu hâkim-savcıların ilk ay maaşlarının tamamını örgüte aktardıkları, devam eden aylarda ise bekârlardan yüzde on beş, evlilerden yüzde on, üç ve daha fazla çocuğu olanlardan ise yüzde beş oranında himmet toplandığı,
        • Örgüt üyesi hâkim-savcılara yönelik adaylık dâhil tüm süreçlerde dil eğitimi, yüksek lisans-doktora öğrenimi, yurt dışı gezileri, mesleki ve kişisel bilgi ve görgüyü artırmaya yönelik yurt içi ve yurt dışı programları düzenlemek suretiyle emsallerine nazaran daha donanımlı hale getirilmeye çalışıldığı, örgüt mensubu bazı hâkim ve savcıların da hak etmedikleri halde ve mevzuat hükümlerine riayet edilmeksizin yurt içi ve yurt dışı yüksek lisans ve doktora programlarına yerleştirildikleri ve örgütün üniversitelerdeki akademisyen üyeleri vasıtasıyla bu kişilerin emsallerine nazaran söz konusu programları daha kısa sürede bitirmelerinin temin edildiği,
        • Örgüt, 07.02.2012 tarihli MİT soruşturmasıyla yargıyı kullanarak, bir yandan MİT yönetimini bertaraf ederek MİT'i ele geçirmek, bir yandan da aynı soruşturmayla hükümetin terör sorununu çözmek amacıyla başlattığı barış sürecini durdurmak için harekete geçtiği, MİT yöneticileri, hükümet üyeleri ve başbakanın terör örgütüne yardımla suçlanmaya ve böylece hükümete gözdağı vermeye ve yıpratmaya çalışıldığı,
        • HSYK Teftiş Kurulunca yapılan olağan denetimlerde örgüt mensubu hâkim ve savcılar lehine, hedef olarak görülenlerin ise aleyhine haksızlıklar yapılarak performans değerlendirme ve geliştirme formlarının düzenlendiği, ayrıca hedef olarak görülen hâkim ve savcılar hakkında yürütülen usulsüz disiplin soruşturmaları gerekçe gösterilerek terfilerinin uzun süre bekletildiği, bu şekilde terfi edemeyenlerin unvanlı görevlere atanmamalarına veya görev yerlerinin değiştirilmesine dayanak yapıldığı,
        • FETÖ’nün, 12.09.2010 günü yapılan Anayasa referandumu sonrasında yeni oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda seçimle gelen üyelikleri elde ettiği, bu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, büyük çoğunluğu örgüte mensup 160 hâkim ve savcının Yargıtay üyeliklerine seçildiği, yeni seçilen üyelerle örgütün çoğunluğu ele geçirdiği Yargıtay’da söz sahibi olduğu, artık belli ceza dairelerinde istediği kararı onaylatacak, istemediği kararı bozduracak güce kavuştuğu,
        • Örgütün her türlü yol ve yöntemi kullanmak suretiyle yeni alınan binlerce hâkimin ve Cumhuriyet savcısının büyük çoğunluğunun örgüt mensubu olmasını sağladığı, yargı teşkilatı içerisindeki mensuplarınca bu örgütün amaçları doğrultusunda ve yargı imamları tarafından verilen talimatlar uyarınca “Şemdinli”, “Ergenekon”, “Balyoz”, “Askeri Casusluk”, “Devrimci Karargâh”, “Oda TV” ve “Şike” davaları gibi kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan birçok dava açılarak bu davaların başta TSK olmak üzere farklı kamu kurum ve kuruluşlarındaki örgüt mensubu olmayan kamu görevlilerini tasfiye etmek ve farklı sivil çevrelerde örgütün çıkarlarına aykırı davrandığı düşünülen kişileri etkisizleştirmek amacıyla kullanıldığı,
        • Örgüt mensuplarının verdiği veya istihbarat birimlerinin topladığı bilgilerin, bilgisayarlara kaydedildiği, fuhuş, casusluk şebekesinin topladığı bilgilermiş gibi arama sırasında bulunmuş gösterilerek dijital delil olarak işleme konulduğu, bu yolla hedefteki kamu görevlilerinin hukuka aykırı iş yaptığı, suç işlediği gerekçeleriyle haklarında soruşturma açıldığı, İzmir ve İstanbul’da yürütülen askeri casusluk davaları ile kamu görevlilerinin tasfiye edilerek örgüt kadrolarına yer açıldığı,
        • 2010-2014 yılları arasında yapılan denetimler, incelemeler ve soruşturmalar, unvanlı görevler başta olmak üzere atamalar, terfiler ve yüksek mahkemelere üye seçimlerinde gerçekleştirilen sistematik uygulamalar sonucunda örgütün yargı teşkilatı içerisinde etkin bir güce ulaştığı, bu gücün korunması ve önceki örgütsel uygulamaların devamlılığının sağlanması amacıyla 2014 yılında yapılan HSYK üye seçimlerinin örgüt için büyük bir önem arz ettiği, 2014 yılı Ekim ayında yapılan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üye seçimleri öncesinde, 2010 ve sonrasında yüksek mahkemelere üye olarak seçilen örgüt mensupları sayesinde Danıştay ve Yargıtay’da ciddi bir hâkimiyet elde eden örgütün, sözde lider Fetullah Gülen’in sohbet ve vaaz adı altında şifreli şekilde gönderdiği talimatlar ile harekete geçtiği, Örgüt mensupları ciddi bir tehlike olarak değerlendirdikleri Yargıda Birlik Platformu adayları hakkında, sosyal medya hesapları üzerinden gerçek dışı yazı, yorum ve görüşler paylaşarak bu adayların itibarsızlaştırılması maksadıyla bilgi kirliliği yaratırken, genel olarak Yargıda Birlik Platformu listesinden aday olan kişilerin iktidardan bağımsız hareket edemeyeceği söylemi ile hâkim ve Cumhuriyet savcılarını etkilemeye çalıştıkları, bir yandan da her bir aday yönünden farklı iftiralar ve karalamalar ile aleyhe algı oluşturmaya çalıştıkları,
        • Örgüt içi iletişimin “Bylock” olarak bilinen şifreli haberleşme programı üzerinden sağlandığı, FETÖ mensubu adayların ise bir seçim taktiği olarak bağımsız aday görüntüsünde el altından dağıttıkları liste ile seçime katıldıkları, bunların yanı sıra seçime gerçekten pek çok bağımsız aday da iştirak ettiği, sözde bağımsız adayların bir kısmının seçim gezilerini birlikte gerçekleştirdikleri, blok olarak örgüt adaylarına oy veren örgüt mensuplarının bunun yanı sıra örgüt mensubu olmayan hâkim ve Cumhuriyet savcılarından da bu sözde bağımsız adaylar için oy istedikleri, seçim stratejilerinin üç grup oy üzerine kurulu olduğu, birinci grubun yine aynı örgüt mensupları tarafından verilecek blok oylar, ikinci grubun örgütle bağlantılı olmayan hâkim ve Cumhuriyet savcılarından gelecek oylar, üçüncü grubun ise YARSAV listesinden seçime giren cemaat adayına YARSAV’ı destekleyen hâkim ve Cumhuriyet savcılarından gelecek oylar olduğu, bu şekilde seçimin kazanılmasının hedeflendiği, örgüt adaylarına blok oy alamayacaklarını düşündükleri seçmen hâkim ve Cumhuriyet savcılarını siyasi görüşüne, hemşerilik bağına ya da ortak tanıdık bulunmasına göre örgütün en az bir veya birkaç adayına oy vermeleri yönünde ikna etmeye çalıştıkları, seçim gününde ise sistematik bir şekilde tüm oy sandık bölgelerinde oy kullanmaya gelen hâkim ve Cumhuriyet savcılarını karşılamak, seçim mahallinde kamera kaydı yapmak ve seçim sonuçlarını takip etmek suretiyle sandık başında da seçim faaliyetlerini örgütlü bir şekilde devam ettirdikleri, nitekim seçim sonuçları açıklandığında, sözde bağımsız adayların 4495 - 5312 oy bandında art arda sıralandığı, seçime tek liste ile giren YARSAV Derneğinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üye adayları 886 - 2078 arası oy alırken, gerçekte örgütün adayı olup YARSAV listesinden seçime giren adayın aynı liste ile seçime girdiği arkadaşlarından farklı fakat örgüt adaylarının oy bandında olacak şekilde beş binin üzerinde oy aldığının tespit edildiği, .
        • Örgütün seçim öncesi oluşturduğu gizli haberleşme ağıyla kendi mensubu olan hâkim ve savcıları tespit ederek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine aday olan sözde bağımsız adaylarının alacağı muhtemel oyları hesapladığı, seçimin başa baş geçeceğini düşünen ve işi şansa bırakmak istemeyen örgütün, stajını tamamlayan ve kuraya hazırlanan, büyük çoğunluğu kendi mensuplarından olan adayların seçimde oy kullanmasını sağlamak amacıyla Bylock üzerinden kendi mensuplarına talimat verdiği, bu hususun, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası başlatılan soruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan hâkim ve savcıların beyanıyla sabit olduğu,

        Anlaşılmıştır.

        Örgüt üyelerinin yargıya sızma girişimlerine dair faaliyetlerinin daha da iyi anlaşılabilmesi için bir kısım eski HSYK üyelerinin beyanlarına yer vermek faydalı olacaktır.

        Eski HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici medyaya yansıyan ifadesinde özetle;[3]

        "2010 yılında yapılan HSYK seçimleri sırasında Fetullah Gülen cemaati mensuplarının artık kendilerini gizleme gereği duymadıklarını, 2010 Anayasa referandumunda Fetullah Gülen'in talimatları doğrultusunda tüm cemaat mensuplarının bu referandumda “evet” çıkması için yoğun şekilde çalıştıklarını, 2010'daki referandumundan sonraki HSYK seçimlerinde Fetullah Gülen cemaati mensubu hakim ve savcıların yoğun şekilde çalıştığını, yeni kurulun bu kişiler sayesinde oluştuğunu, o dönemdeki ilk Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçiminde, cemaat mensuplarının çok etkin yerlere getirilmesinin sağlandığını” beyan etmiştir.

        REKLAM

        HSYK üyesi Mustafa Kemal Özçelik basına yansıyan beyanlarında özetle;[4]

        “Yargıtay üyeleri arasındaki yapılanmanın hukuk ve ceza olarak ayrıldığını, her grubun bir abisi bulunduğunu, Yargıtay’da daire başkanlığı seçimlerinde kime oy vereceklerini cemaatin belirlediğini, kendisinin Yargıtay üyeliği yaptığı dönemde Gülen cemaatinin desteklemediği hiç kimsenin daire başkanı olamadığını, cemaat bir adayı benimsemiyorsa seçimin kilitlenmesi yönünde oy kullanıldığını” ifade etmiştir.

        Eski HSYK üyesi Kerim Tosun medyada yer alan ifadelerinde özetle;[5]

        2014'te HSYK üyeliği için aday olmasını Fetullah Gülen Cemaatinin Yargıtay’da etkili konumdaki kişisi olan Yargıtay Üyesi Nazmi Dere ve eski Yargıtay Genel Sekreteri Aydın Boşgelmez’in kendisine bildirdiğini, bu kişilerin aday olmasını istemeleri üzerine bunun cemaatin teklifi olduğunu anladığını, 2010'daki HSYK seçimlerinden önce eski HSYK Genel Sekreteri Mehmet Kaya'nın FETÖ mensubu hakim ve savcıların bir kısmını topladığını kendilerine, "YAR-SAV seçimi kazandığı takdirde, cemaat için iyi olmaz. Bu nedenle mutlak suretle bizim desteklediğimiz adayların kazanması gerekiyor." dediğini, toplantıda Türkiye'nin değişik yerlerine seçim gezileri düzenlenmesi ve masrafların cemaat tarafından karşılanmasına karar verildiğini, seçimler sonucunda cemaate yakın kişilerin asil olarak seçildiğini, 2011 yılındaki Yargıtay üyeliği seçiminde “160'lar” olarak belirlenen Yargıtay üyelerinin 120'ye yakınının cemaat mensubu olduğunu bildiğini, bu kişilerden bir kısmıyla cemaat sohbetlerinde tanıştığını, bu toplantılarda maaşlarının yüzde 5 veya 10'unu himmet olarak verdiklerini, Yargıtay’daki seçimlerde nasıl hareket edeceklerini konuştuklarını, dairede olan önemli dosyaların görüşüldüğünü, Turgut Emiroğlu'nun kendisinin üstü olan sorumlulardan gelen talimatları aktardığını, Cemaatin talimatı üzerine hangi dairede, hangi üyenin görev yapacağının belirlendiğini, Fetullah Gülen cemaati mensubu olan kişilerin 4 ve 18. Hukuk, 4, 5, 8, 9, 11, 14 ve 15. Ceza Dairelerinde heyet çoğunluğunu sağlayacak şekilde dağıtımı yapıldığını” belirtmiştir.

        REKLAM

        Yukarıda ayrıntılarına yer verilen Anayasa Mahkemesi Kararı, HSYK Genel Kurulu Kararı, Ankara Çatı İddianamesi ve eski HSYK üyelerinin ifadelerinden açıkça görüldüğü üzere; yargı organları ile yargıya yön veren idari birimler FETÖ’nün nihai amacı çerçevesinde mutlaka ele geçirilmesi gereken birer hedef olarak belirlenmiş, örgüt bu hedefin gerçekleştirilmesi için uzun yıllara yayılan stratejik planlama doğrultusunda 15 Temmuz Darbe Girişimine kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. 15 Temmuz Darbe Girişimine giden yolda örgüt mensuplarının bilhassa 17/25 Aralık sürecindeki iş ve icraatları, kamuoyundaki isimleriyle Askeri Casusluk, Balyoz, Ergenekon, Kurmay Albay Hüseyin Kurtoğlu dosyaları gibi daha sonra hukuka aykırı işlemlerin tespit edildiği soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli sıfatındaki bir kısım askeri personelin rütbe ve silahlı kuvvetlerdeki mevkileri nazara alındığında FETÖ’nün yargı içindeki yapılanmasının örgüt için taşıdığı önem ve demokratik hukuk devleti için oluşturduğu tehlike tüm çıplaklığıyla göz önüne çıkmaktadır.

        • Güvenlik Kurumları

        Örgütün ele geçirmek istediği, bunun için çok büyük önem ve öncelik verdiği, büyük çaba gösterdiği kamu kurumlarının başında şüphesiz güvenlik birimleri gelmektedir. Bu birimler de Emniyet, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı’dır.

        Emniyet

        Örgütün başlangıcından beri ele geçirmeye çalıştığı ve 2013 yılı sonuna kadar büyük ölçüde başarılı olduğu güvenlik birimlerinden birisi Emniyet teşkilatıdır. Bu teşkilata yıllarca hizmet vermiş, en üst birimlerinde görev yapmış, bu esnada örgüte mensup emniyet görevlileri ile yakın ilişki içinde bulunmuş olan Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı 2010 yılında yazdığı “Haliç’te Yaşayan Simonlar : Dün Devlet Bugün Cemaat” adlı kitabında örgütün bu hedefini şu sözlerle anlatmaktadır : “Ülke genelinde istedikleri gibi bilgi toplamak, istedikleri kişilerin faaliyetlerini izleyip öğrenmek gayesinde olanların yapması gereken ilk şey Emniyet İstihbarat Dairesini ele geçirmektir…Eğer sadece bilgi toplamak ve bunlarla ilgili adli işlem yapmakla da yetinmeyip her memur, asker ve özel kanunlarla korunan kişiler hakkında da işlem yapmak isteniyorsa, o zaman özel yetkili mahkemelerin savcıları ve hâkimleri üzerinde de etkin olunması gerekir. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı sahip olduğu geniş teknik imkânları ile herkes hakkında her türlü bilgiyi toplayabilir, kim kimlerle görüşüyor öğrenebilir, eline telefon alan herkesin irtibatları ve ilişkileri belirlenebilir. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı ve her ildeki şubesi, hatta bazı ilçelerdeki birimlerin istihbari dinleme yetkisi vardır; kişiler dinlenir, izlenir ve bir süre sonra evraklar imha edilir. Yıllarca her konuda ve her kurumdan toplanmış terebaytlara sığmayan bilgi bankaları mevcuttur. Dahası kimsenin hesap edemeyeceği teknik imkanlara sahip Türkiye’nin her ilindeki istihbarat şubelerini 7000 civarındaki personeli vasıtasıyla ülke genelinde her yerde izleme faaliyetlerinde bulunma olanakları vardır. Onları yalnızca Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı denetleyebilir, müfettişler dahil kimse binalarına giremez ve işlemlerine karışamaz. KOM Daire Başkanlığı merkez ve ülke genelindeki örgütlü suçlar ve organize gruplarla ilgili tahkikatları yapar, aynı zamanda adli dinleme ve izlemenin Emniyetteki en etkin merkezidir. Özel yetkili savcılar ve mahkemeler biraz da kanunları zorlayarak herkes hakkında doğrudan dava açabilir, gözaltı kararı verebilir, tutuklayabilir… Herhangi bir fiil özel yetkili mahkemelerin görev alanına giriyor denince herkes hakkında doğrudan dava açabilir. İşte Türkiye’de son yıllarda böyle bir planın uygulandığını görüyoruz…Bu doğrultuda önce KOM Dairesi Başkanlığı, sonra İstihbarat Dairesi Başkanlığı, ardından da İstanbul ve Ankara İstihbarat Şubesi ve bunlara paralel olarak özel yetkili mahkemelerin savcı ve hâkimlerinin de belli oranda belirli eğilimlerde olan kişilerden oluşturulduğunu bugün net olarak görmekteyiz.”[6]

        REKLAM

        Bu sözler Devlet’i içten ele geçirmeye ve yıkmaya çalışan FETÖ’nün kamu kurumları içinde de neden Emniyet, ordu ve yargıya önem verdiğini, bu kurumlarda da bazı birimlere yöneldiğini çok net olarak ortaya koymaktadır.

        Örgüt Emniyet teşkilatına yerleştireceği elemanları en başından ışık evlerindeki öğrenciler arasından seçip yönlendirmiş ve lise ve yükseköğrenimlerini nerelerde tamamlayacaklarını belirlemiştir. 1980’li yıllardan itibaren özel eğitim yoluyla bürokrasi içinde yer almaya başlayan örgüt elemanlarından polislik mesleğine girecekler 1987 yılından itibaren de bu mesleğin asıl eğitim kurumları olan Polis Akademisi, Polis Koleji ve Polis Okullarında büyük sayılara ulaşmaya, bu okullara hâkim olmaya başlamıştır. Bunun doğal sonucu olarak da 1990’lardan itibaren Emniyet kadrolarında örgüt mensupları hâkimiyet sağlamaya başlamıştır. 1986 yılında lise ve üniversite mezunlarına Polis Kolejine girme şansı verilmesi ve neredeyse tamamı örgüt mensubu olan bu kişilerin 9 aylık kurs sonucunda “özel sınıf” olarak mesleğe başlatılmalarının da bu oluşumda büyük rolü olmuştur.

        REKLAM

        Araştırma Komisyonuna bilgi vermeye çağrılan kişiler örgütün Emniyet teşkilatındaki yapılanması hakkında aşağıdaki bilgileri vermiştir :

        Polis Akademisi Başkan Yardımcısı Şafak Ertan Çomaklı, devletin FETÖ'nün hizmet hareketi olmadığını bildiğini ve örgüt yapılanmasının 1980'li yıllara dayandığını, örgütün Polis Akademisi ve Polis Kolejine sızarak yapılanmaya 1980’lerde başladığını ifade etmiştir. Nitekim Sayın Çomaklı’nın Komisyon’a daha sonra sunmuş olduğu İstihbarat Daire Başkanlığının Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderdiği 18.03.1992 tarihli yazıda, FETÖ’nün Emniyet teşkilatına ne kadar erken tarihlerde ve ne kadar önemli ölçüde sızmaya başladığı açık ve net bir biçimde görülmektedir. İlgili yazıda; “Fethullah Hocanın talebeleri” adlı örgütün tüm Türkiye genelinde olduğu gibi teşkilat içinde de örgütlendiği, özellikle hareket noktası olarak seçtiği Polis Kolejleri, Polis Akademisi ve Polis Okulları içindeki faaliyetlerini Teftiş Kurulunun yazısı üzerine askıya aldıkları buna rağmen sempatizan kadroları ile bağlarını zayıflatmamak için toplantı ve çalışmalarını yoğun olarak sürdürdükleri, takip-tarassut ve tahkikatlarda Ankara Polis Koleji öğrencilerinin %50’sine yakın kesimi ile örgütün çeşitli şekilde temas kurduğu, örgütün yapılanmadaki temel stratejisine bağlı olarak devlet dairelerinin önemli yerlerine yerleşme planını en tabandan uygulamaya koymalarının teşkilatta da gözlemlendiği, gelecekte Emniyet Teşkilatının bürokratlarını oluşturacak Polis Koleji öğrencilerinin koleje seçiminden itibaren her aşamada sistematik çalışma yürüttükleri, amaçlarına hizmet için önlerine çıkabilecek engelleri aşmak amacıyla değişik kamu kurum ve kuruluşlarında kadrolaştıkları, işlerini yaptırabilmek için rüşvet ve hediyeye başvurduklarının, kamu kurum ve kuruluşlarına kendi fikirleri doğrultusunda bulunan şahısları yerleştirmede tavassutta bulundukları ve bunda da başarı elde ettikleri, telefon irtibatını asgaride tuttukları, önemli haberleşmelerde kurye kullandıkları ifade edilmektedir.[7]

        REKLAM

        Yukarıda bahsi geçen Raporda ifadesi alınan Rafet Yılmaz isimli bir şahıs daha 1991 yılında darbe yapacaklarını ifade etmiştir. Rafet Yılmaz ifadesinde şunları anlatmıştır; “… Yukarıda belirttiğim İzmir’deki Akyazılı Vakfı Yurtları ve Dersane olarak adlandırılan evler Fethullah Gülen’in Nurculuk faaliyetlerini organize etmek amacıyla açılmış, faaliyet gösteren yurtlardır. Demetevler’deki evlerde ise aynı şekilde nurculuğun esasları işlenmekte, bu amaçla Fethullah Hocanın risaleleri okutulmakta düzeltiyorum Fethullah Hocanın kasetleri dinletilmekte Saidi Nursi’nin risaleleri okutulmakta; bunun paralelinde T.C.’nin demokratik laik hukuk devleti ilkeleri reddedilerek şeriat hakim kılma doğrultusunda eğitim yapılmaktadır. Ayrıca bu düzenin belli bir zemin oluşturulduktan sonra ihtilalle geleceği bize anlatılmaktaydı…”[8]

        Rafet Yılmaz’ın oldukça ayrıntılı olan ifadesinde, FETÖ’nün Polis Akademisi özelinde örgütlenmesine dair birçok bilgi bulunmakta ve birçok isim zikredilmektedir. Bu isimler, FETÖ’nün Emniyet Teşkilatı içinde paralel örgütlenmesi olarak yıllar içinde kritik görevlere gelmişlerdir. Rafet Yılmaz’ın zikrettiği isimlerden;

        • Zekai Kıymaz, Kahramanmaraş Emniyet Müdür Yardımcılığı görevine kadar yükselmiş ve 30.08.2016 tarihinde FETÖ operasyonları kapsamında tutuklanmıştır.[9]
        • Sezgin Öndem, Zeytinburnu İlçe Emniyet Müdürlüğü görevine kadar yükselmiş ve 25.08.2016 tarihinde FETÖ operasyonları kapsamında tutuklanmıştır.[10]

        Yine Çomaklı, Örgütün Polis Akademisindeki kadroları aracılığıyla 10 bin örgüt mensubu polis memuru için 2011 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde açılan 'Güvenlik Bilimleri Lisans Tamamlama' ön lisans programı (POLİTAM) kapsamında kısa yoldan amir olma yolunu açmaya çalıştığını ifade etmiştir.[11]

        REKLAM

        Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala ise Komisyonun 18 Ekim 2016 tarihli toplantısında örgütün 1980’lerden itibaren Devletin önemsediği kademelerine sızmaya başladığını belirtikten sonra 17-25 Aralık’tan sonra başlatılan soruşturmalar sonucu örgüt mensuplarının“Emniyetin operasyonel birimlerinde, istihbaratında emniyet müdürleri seviyesinde (…) yüzde 90’ların üzerinde bir oranda” olduklarını gördüklerini beyan etmiştir.[12]

        Eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan 26 Ekim 2016 tarihli Komisyon toplantısında;

        “Daha önceki yıllarda siyasi değil, gizlice devletin ilgili kurumlarına sızmaya çalışan bu örgüt, rahmetli Turgut Özal zamanında artık resmen açık bir şekilde devlet kadrolarına yerleşmeye başladı…1987 yılında özel sınıf uygulaması başlatıldı. Yüzde sekseni Fetullahçı kadroların Emniyete yerleşmesi, amir statüsünde yerleşmesi bu özel sınıf uygulamasıyla oldu…Bizim Emniyet Teşkilatında en fazla, yine Latif Bey’in kitabında belirttiği gibi, İdris Naim Şahin Bey’in döneminde Emniyet müdürlüklerinin yüzde 80’i, istihbarat ve KOM dairelerinin hemen hemen tamamı bu örgütün kontrolüne girmişti”

        Şeklinde beyanda bulunmuştur.[13]

        Eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar ise 02.11.2016 günü Komisyona yaptığı sunumda 2011 yılı ve sonrasını aşağıdaki ifadelerle anlatmıştır:

        REKLAM

        “Ben Emniyet Genel Müdürü olarak 2011 yılının -sanırım- Temmuz ayında atandım. Bakanımız da yeniydi, yeni atanmıştı. Ben göreve başlarken Sayın Bakanımızla bunları çok açık konuştum. Sayın Bakana açıkça arz ettim çünkü kendisini de önceden tanıyordum. Ama maalesef atamalarda, mesela, ben göreve geldiğimde belki 81 müdürün 65’i, 70’i FETÖ’cüydü, ben göreve geldikten sonra bu sayı 75’e çıktı.”[14]

        Örgütün Emniyetteki yapılanması bazı yayınlarda da yer almıştır. Bunlardan birisi Necip Hablemitoğlu tarafından 2002 yılında yayımlanmış Köstebek isimli kitaptır. Kitabın önsözünde örgütün Emniyetteki yapılanması hakkında : “…Tüm dünyanın pek çok merkezinde uygulanmakta olan terörist ve de köktendinci ideolojik yaklaşımların yaptığı gibi, devlete ya da yabancı devletlere karşı silahlı mücadele vererek hedefe varmanın mümkün olmadığını en iyi kavrayan dinsel organize suç örgütü Fethullahçılardır. Mevcut sistemi yıkmak yerine, takiyyeyi ön plana çıkararak, devlet yapısıyla çatışmayacak bir örgütlenmeyle, zaman içinde devletin stratejik kurum ve kuruluşların içine sızmak ve ele geçirmek, bu yasadışı yapılanmanın “ılımlı” görüntüsünün altındaki en önemli neden ve etkendir…Fethullahçılar, istihbarat birimlerine sızmakla, kendilerine gelebilecek her türlü operasyonu önceden haber alma, önleme ve de karşı operasyonu başlatma olanağına sahip olmaktadırlar. Bu durum, onlara sadece savunma değil, saldırı olanağı da sağlamaktadır… Fethullahçılar, Türkiye’nin tek özel istihbarat örgütüne sahiptirler. Devletin istihbarat birimlerinin tüm olanaklarını kullanan; gizli bilgilerin tamamını elde eden bu yasadışı örgüt, gerek kendi “hasım”ları ve gerekse, hedef siyasiler, gazeteciler, mafya babaları, bürokratlar, akademisyenler, askerler ve diğer önemli meslek mensuplarının “açıklarını” içeren, şantaj malzemesi olarak kullanılabilecek her türlü görsel ve işitsel bant kayıtlarından, bu kayıtlara ait çözümlerden, fotoğraflardan her türlü resmi belgeye, hatta kişisel anekdotlara kadar her şeyi içeren bir arşive de sahip bulunmaktadırlar. Parayla satın alamadıklarına, hatta korkutamadıkları “hasım”larına karşı, çarpıtılmış, fabrikasyon bilgi ve belge tanzimi de, bu örgütün ilgi ve uzmanlık alanı içindedir” şeklinde ifadelerle kitapta örgütün yapılanması örneklerle anlatılmıştır.[15]

        REKLAM

        İstihbarat Daire Başkanlığı da yapmış eski Emniyet Müdürlerinden Sabri Uzun ise 2014 yılında yazdığı İN isimli kitabında FETÖ’nün Emniyetteki durumunu şu sözlerle özetlemiştir: “… 12 Eylül’den sonra, önce Cemaat şakirdi komiser yardımcıları Polis Kolejine yerleştirilmiş, 1986 yılında da ‘Özel Sınıf’ şakirtlerin Emniyet Teşkilatı’na alınmasıyla Cemaat kadrolaşması tamamlanmıştır. Bugün Polis Koleji öğrenci kadrosunun yüzde 99.9’u Cemaat şakirtlerinden seçilmiş 14-15 yaşında çocuklarımızdır. Binası devletten, her türlü harcaması devletten, öğretmeni ve öğrencisi Cemaat’ten...”[16]

        Bu oluşumun ilk resmi tespiti ise 1991 yılındaki Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkan’ın mesleğe yeni başlayan polislere yönelik kura yolsuzluğudur. Erkan kendisine gelen “Polis Akademisinden mezun olacak tarikat mensubu seçme öğrencilerinEmniyet'in istihbarat, personel, muhabere birimleri ile polis okullarına atanacakları” ihbarı üzerine Polis Akademisi'ndegeceyarısı yapılan kura çekim törenini basarak iki kura torbasının bulunduğunu, örgüte mensup öğrencilere Emniyet'in istihbarat, personel, polis kolejine ilişkin yerlerin bulunduğu torbadan, diğerlerine ise karakollar ve diğer sıradan görev yerlerinin bulunduğu torbadan kura çektirildiğini tespit etmiştir. Yapılan soruşturmada özel görev kurası çektirilen bazı öğrencilerin itirafı ile Emniyetteki FETÖ yapılanması ilk kez resmen ortaya konulmuştur.

        REKLAM

        Emniyet Teşkilatındaki FETÖ yapılanmasına ilişkin bir başka resmi belge de EGM İstihbarat Daire Başkanlığınca Ankara Emniyet Müdürlüğü ve EGM Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderilmiş 10.03.1992 tarih ve B.05.1.EGM.0.06.03.400/1 (79-92) sayılı “Bazı Emniyet Mensuplarının illegal faaliyetleri” konulu yazıdır. Bu belgede örgütün yapılanması hakkında;

        “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti niteliklerini değiştirerek yerine şeriat düzenini getirmeyi amaçlayan illegal "Fettulah Hoca'nın talebeleri" adlı örgütün, tüm Türkiye genelinde olduğu gibi, Teşkilatımız içinde de örgütlendiği, özellikle hareket noktası olarak seçtiği Polis Kolejleri, Polis Akademisi ve Polis Okulları içindeki faaliyetlerinin, Teftiş Kurulu'ndan gelen yazıya bağlı olarak askıya aldıkları, buna rağmen sempatizan kadroları ile bağlarını zayıflatmamak için toplantı ve çalışmalarını yoğun olarak sürdürdükleri ve illegaliteye son derece bağlı kaldıkları gözlenmiştir.

        Elde edilen bilgiler doğrultusunda yapılan takip-tarassut ve tahkikatlarda, Ankara Polis Koleji öğrencilerinin % 50'sine yakın bir kesimi ile çeşitli şekillerde temas kuran örgüt elemanları, kendilerine yakın olarak üzerindeki ajitasyon çalışmalarını sistemli olarak yürütmektedirler.

        REKLAM

        Örgütün yapılanmadaki, temel stratejisine bağlı olarak devlet dairelerinin önemli yerlerine yerleşme planını, en tabandan uygulamaya koymaları teşkilatımızda da gözlenmektedir. Gelecekte Emniyet Teşkilatı'nın bürokratlarını oluşturacak Polis Koleji öğrencileri için, koleje seçimden itibaren her aşamada sistematik bir çalışmanın yürütüldüğü görülmektedir…”

        FETÖ’nün Polis teşkilatı içindeki örgütlenmesine ilişkin bir başka belge de Ankara Emniyet Müdürlüğünün Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı, 28.09.1992 tarih ve B.05.1.EGM.4.06.00.14 İll.ve Sor. (F).92/8303 sayılı “Emniyet Mensupları” konulu yazıdır. Hazırlık:1992/256 sayısı alan bu yazı ekinde gönderilen 28.08.1992 tarih ve B.05.EGM.0.06.01/15-92 sayılı Fezleke’de o tarih itibariyle FETÖ’nün Emniyet Teşkilatı içindeki örgütlenmesi şu şekilde anlatılmıştır:

        “Yapılan inceleme ve soruşturma sonucu elde edilen bilgi ve delillere göre;

        Devletin temel nizamını dini inanç ve esaslar üzerine oturtmak amacıyla faaliyet gösteren ve stratejik amacına ulaşmak için bir örgüt yapılanması içerisine giren, siyasi iktidarı bir ihtilal hareketiyle ele geçirmek için teorik ve pratik eğitim aşamasına giren bu örgütün, temel hareket noktası Said-i Nursi tarafından kurulan ve onun çeşitli Fonksiyonlarından biri olan Fetullah Gülen tarafından organize edilmektedir.

        REKLAM

        Örgüt içerisinde çalışmış R.Y.'ın da ifade ettiği gibi mevcut durumdaki amacın hedefe ulaşacak ve Devlet kademesindeki belli kadrolara yeterli eleman yetiştirmek olduğu ifade edilmektedir. Bu amaçla, Devlet'in varlığının temel koruyucusu ve kollayıcısı olan Emniyet Teşkilatı'nda da amaca uygun bir örgütlenmeye gidildiği müşahede edilmektedir.

        Başta Emniyet Teşkilatı'nın gelecekte lokomotifi olacak olan ve teşkilata yön verecek, amir kadrosunu yetiştiren Polis Akademisi'nde illegal bir yapılanmaya gidildiği, kademe kademe mezun olan örgüt görüşüne göre militan veya sempatizan durumuna getirilen kişilerin, teşkilattaki diğer eğitim kurumlarına atanarak, uzun vadeli bir program uygulanmaya koyduğu gözlenmektedir…”

        Bütün bu bilgi ve belgeler FETÖ’nün 1980’lerin ikinci yarısından itibaren polis teşkilatında yer almaya başladığını, uzun vadeli ve planlı bir çalışma ile 1990’lı yılların başında birçok polis okulu ve eğitim kurumu ile Emniyet Genel Müdürlüğü ve önemli illerin istihbarat, eğitim, personel, bilgi işlem birimlerinde hakimiyet sağladıklarını, bu birimler sayesinde öncelikle çeşitli kurs ve yurtdışı eğitim programlarına dahil olarak teşkilat içinde kendilerini diğerlerinden üstün ve tercih edilir hale getirdikleri, zamanla kendinden olmayanları da eleme gücüne kavuşarak 2000’li yıllardan itibaren önemli mevkilerin sahibi haline geldiklerini ortaya koymaktadır.

        REKLAM

        Türk Silahlı Kuvvetleri

        FETÖ’nün ele geçirmeyi amaç edindiği en önemli devlet kurumlarından birisi de kuşkusuz Türk Silahlı Kuvvetleri olmuştur. Örgüt, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmayı; ileride buradan kendisine gelebilecek bir tehlikeyi önceden haber almayı sağlayacak bir imkân olarak gördüğü kadar şayet bu yönde büyük bir başarı sağlayabilirse hâkim olacağı bu kuvvet yoluyla bizzat ülke yönetimine gelebilmeyi de sağlayacak bir yol olarak da görmüştür.

        Ankara Çatı İddianamesinde örgütün Türk Silahlı Kuvvetlerine sızması şu şekilde anlatılmıştır:

        “Fetullah Gülen ve Cemaati, 1971 yılından itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde örgütlenmeye çalışmış, bu maksatla ailesi fakir olup zeki çocuklar tespit edilerek örgüte kazandırılıp askeri liselere yerleştirmek maksadıyla özel bir eğitime tabi tutulmuştur. 1984 yılından sonra bu faaliyetler yoğunluk kazanmış, ileriki yıllarda da örgüt mensupları askeri liselere giriş sınavı sorularını ele geçirerek cevapları bu çocuklara ezberletilmiştir.

        REKLAM

        Askeri Lise sınavlarını kazanan öğrenciler okula başlamadan hemen önce de yapması gerekenler ve öğrenime başladıktan sonraki hareket tarzları ile ilgili bilgilendirmeye tabi tutulmuştur.

        TSK içerisine yerleştirilen bu öğrencilerin birçoğu şu anda kurmay albay veya general rütbesindedir.

        Bu nedenle Ergenekon ve diğer askeri davalar, sivil siyaset üzerindeki askeri vesayetin kaldırılması için değil, örgütün TSK, üzerinde egemen olması için açılmış ve bu tasfiyelerle Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki FETÖ yapılanması endişe verici boyutlara ulaşmıştır.

        Örgüt 1994 yılında Harbiye giriş sınavı öncesi Türkçe sorularını çalarak mensuplarını o yıl harp okullarına kitlesel şekilde sokmuştur. FETÖ üyeleri bundan sonraki her yıl da daha fazla sayıda soruyu elde ederek üyelerinin sınavı kazanmalarını sağlamış, böylelikle askeri lise ve harp okullarında hâkim bir güç haline gelmiştir. Son yıllarda neredeyse bu örgütten olmayan hiç kimse bu okullara girememiştir.

        REKLAM

        Örgütün kendilerinden olmayan kişilere karşı, etkili olarak kullandığı bir diğer metot da baskı-mobbing uygulamasıdır. Organize ve sistematik şekilde birlikte hareket eden TSK içerisindeki örgütlü yapı, baskı uygulayıp kişileri emekliliğe ve istifaya zorlamıştır.

        Askeri yargı da, adli ve idari yargı gibi önemli ölçüde Fetullahçı hâkimlerden oluşmuştur. Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve diğer askeri mahkemeler ile adli müşavirlik kadroları da baskı ve yıldırma ile örgüt mensuplarının eline geçmiş bu nedenle örgüte yönelik yapılan hiçbir soruşturmadan da doğru dürüst netice elde edilememiştir.

        FETÖ mensubu olmayan veya bu örgüte boyun eğmeyen TSK'daki birçok subayın ise verilen notlar ile sicilleri bozulmuş, terfileri engellenmiş, sicilleri bozulan bu subaylar gelecek beklentileri kalmadığından ya ayrılmak veya emekli olmak zorunda kalmışlardır.

        Askeri Liseler ve Harp Okullarından en çok öğrencinin atıldığı dönem 2007-2013 yılı aralığıdır. Bu tarih aralığının aynı zamanda FETÖ'nün TSK'nın içerisine en fazla öğrenci yerleştirdiği dönem olmuştur. Bu 6 yıl içinde Harbiye’den bütün Cumhuriyet Tarihi boyunca atılan öğrenciden fazla öğrenci atılmasının sebebi sivil liselerden harp okullarına öğrenci alıp örgüt mensuplarına kadro açma arzusudur.

        REKLAM

        Önceden askeri liselerden öğrenci alan harp okulları 2008 yılından itibaren sivil liselerden de öğrenci almaya başlamıştır. Bu tarihten sonra askeri liselerden Harbiye’ye geçenlerin oranı düşerken sivil liselerden alınan öğrenci sayısının hızla artmış böylece Örgüt kendisine ait lise, dershane ve yurtlarda yetiştirdiği öğrencileri harp okullarına kitleler halinde sokmaya başlamıştır. Örgütün harp okullarında kadrolaşabilmesi için harp okullarının puanı özellikle düşürülmüş, böylelikle sivil liseden çok kişinin mülakata gelmesi sağlanarak mülakata gelenler arasından da en fazla sayıda örgüt mensubu kişi harp okullarına alınarak kadrolaşmasını tamamlanmıştır. Örgütün anlayışına göre bu bir “fetih hareketi”dir.[17]

        Örgütün çekirdek kadrosunda yer alıp sonra örgütten ayrılan Ahmet Keleş ise FETÖ’nün Günah Piramidi isimli kitabında örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki yapılanmasını şu şekilde anlatmaktadır:“Gülen, 1980 ihtilalinden sonra ciddi bir şekilde askeriyede kadrolaşmaya karar verdi. Çünkü şu kanaate gelmişti. Devlet içinde ne kadar kadrolaşırsa kadrolaşsın asker istediği zaman darbe yapıp yönetime el koyabiliyordu. O halde devlette kadrolaşma kadar askeriyede kadrolaşma da önemliydi. Hatta daha da önemliydi. Zira askeriyede kadrolaştığında hem olası bir darbeyi önleyebilirdi hem de ihtiyaç duyduğunda kendisi darbe yapabilirdi. Nitekim 15 Temmuz 2016’da bunu denedi.”[18]

        Örgütün orduya sızma ve yapılanma durumu önce 1990’ların sonuna gelindiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin dikkatini çekmiş ve hakkında raporlar hazırlanmaya başlanmıştır. Bunlardan birisi Jandarma Genel Komutanlığınca hazırlanan Eylül 1999 tarihli Hizbullah Terör Örgütü ve Diğer İrticai Faaliyetler isimli kitapçıktır. Bu kitapçıkta diğer örgütlerin yanında FETÖ’ye de ayrıntılı olarak yer verilmiştir. “Hizmete Özel” gizlilik derecesi ile basılan ve Genelkurmay İstihbarat Başkanı Tümgeneral H.G. tarafından; düzenlenecek konferanslarda müracaat dokümanı olarak kullanılması, bölük seviyesine kadar dağıtımının yapılması ve personele öğretilmesi talimatı ile yayımlanan bu kitapçıkta Gülen ile ilgili şu değerlendirmeler bulunmaktadır.

        REKLAM

        “c. Nurculuk:

        Türkiye genelinde dokuz ayrı grup halinde faaliyet yürüttükleri bilinen Nurcu unsurlardan en önemlisi, Fetullah Gülen grubu Nurcularıdır. Şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurma yönündeki amaçlarını gerçekleştirmek için izledikleri yöntem itibariyle diğer Nurcu kesimlerle ve diğer taraftarlarla mukayese edildiğinde;

        • İslamiyet’i Türklük şuuru ile yorumlaması,
        • Demokrasi kurallarına uygun yasal ve çağdaş yapılanmalarla faaliyet göstermesi,
        • Medya imkânlarını en iyi şekilde kullanarak halka açılması,
        • Her fırsatta bizzat liderleri vasıtasıyla devlet yanlısı olduklarını ifade etmeleri,
        • Devlet yöneticileri ve halkın önemli bir kısmından kabul görmelerini sağlamıştır.

        Grubun yurt içi ve yurt dışı örgütlenmesinin, mali kaynaklarının, masum ve devlet yanlısı gibi gözüken faaliyetlerinin, gerçekte şeriat devletini oluşturmak için gerekli olan kadroyu oluşturmaya yönelik bir strateji olduğu artık ortaya çıkmıştır.[19]

        REKLAM

        TSK, bu tarihe kadar olduğu gibi bu tarihten sonra da Yüksek Askeri Şura kararları ile bu tür görüş ve inançtaki kişileri ordudan ihraç etmiştir.

        2006 yılında ise Genelkurmay Askeri Savcılığı ordudaki Fetullahçı yapılanma hakkında bir soruşturma başlatmış ise de yıllarca süren bu soruşturmadan da bir sonuç elde edilememiştir.

        Komisyon toplantısına davet edilen eski TSK mensuplarının FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetlerine sızması ve yapılanması hakkındaki görüşlerine aşağıda yer verilmiştir:

        Emekli Jandarma Kurmay Albay ve Yazar Mustafa Önsel; FETÖ’nün askeriyeye sızmasının 1982 yılında Harp Okulunda tamamen sivil lise kökenli öğrencilerden oluşan özel bir sınıf oluşturulması ile başladığını, bu öğrencilerin 1985 yılında mezun olup göreve başladıklarını, daha sonra bunların çoğunun general olduğunu ve hemen hepsinin de darbe teşebbüsüne katıldığını,[20]

        1986 yılında askeri lise sınavlarına giren öğrencilerin yarısına yakınının Türkçe sınav sorularının tamamını doğru cevapladığını, bunun tespit edilmesi üzerine içlerinden küçük bir kısmının okuldan atıldığını ise de diğerlerine herhangi bir işlem yapılmadığını, bu kişilerin 1994 yılında Harp Okulunu bitirerek göreve başladıklarını,

        REKLAM

        Bütün bunların bilindiğini ancak bu kişilerin “Alnı secdeye değiyor, iyi çocuklar, işte kravatlı çocuklar” diye hoşgörüyle karşılandığını, bu kişiler için zaman için de Nuh Mete Yüksel’in açtığı gibi bazı soruşturmalar açılmış ise de bunların etkili olmadığını, daha sonra Ergenekon, Poyrazköy, Balyoz gibi davalarla ordu içinde tasfiyeye gidildiğini, askerlerin rejim üzerindeki vesayeti kaldırılıyor düşüncesi ile bu davaların desteklendiğini hâlbuki FETÖ’cü askerlerin önünün açıldığını, kendisinin de FETÖ’nün asker içindeki yapılanmayı 2008’de fark etmeye başladığını,

        FETÖ’nün 2008’den itibaren disiplinsizlik ve sağlık sorunları gibi sebeplerle askeri okullardan da tasfiyeler başlattığını, 2012’de şakirt olmayanın askeri liselere giremez duruma geldiğini,

        2013, 2014 ve 2015 yıllarında da FETÖ mensubu albayların “külliyen” generalliğe terfi ettirildiğini,

        İfade etmiştir.[21]

        Komisyonun 18 Ekim 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ümit Dündar da; örgütün tüm kurumlara olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetlerine de sızdığı, bu sızmanın 1984’lü yıllardan itibaren başladığını ve yıllar içinde artarak devam ettiği, 2000’li yıllardan itibaren daha da arttığını, bunun gerek harp okullarına gerekse askeri liselere alımların ÖSYM tarafından yapılan sınava bağlanmasından kaynaklandığı şeklinde beyanda bulunmuştur.[22]

        REKLAM

        Komisyonun 19 Ekim 2016 tarihli toplantısına katılarak Komisyona bilgi veren Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ise; 1957 yılında Bursa Işıklar Lisesine başladığını, 1982 yılında Harp Okuluna Öğrenci Alay Komutanı olarak atandığını, o tarihte de okulda değişik siyasi ve dini görüşte öğrenciler bulunduğunu, mevzuatta Sağcılık, Solculuk, Fetullahçılık, Nurculuk yasaktır gibi hükümler bulunmadığını, bunlardan “askeri kişiliğini kaybettiğini hissettiklerini” disiplin mevzuatı hükümlerine göre okulla ilişiğini kestiklerini,

        Daha sonra Genelkurmay Personel Daire Başkanlığına atandığını, bu görevi sırasında bu işlemlerin yaygınlaşmakta olduğunu hissettiklerini, Silahlı Kuvvetlerin hedef alındığını ve girilmek istendiğini fark ettiklerini, haklarında istihbarat raporu gelenleri ordudan çıkardıklarını, ancak asker kişilerin birlik dışındaki davranışları hakkında istihbarat toplayamadıklarını, diğer istihbarat birimlerinden gelen bilgilere göre hareket ettiklerini, ancak durumu Yüksek Askeri Şura toplantılarında anlattıklarını,

        Genelkurmay 2. Başkanı olarak görev yaptığı sırada da bu olayların sık sık Şura toplantılarında dile getirildiğini,

        2002 yılında Genelkurmay Başkanlığına atandığını, 2004 Ağustos ayındaki Milli Güvenlik Kurulunda Silahlı Kuvvetler Komuta katı olarak bunun bir örgüt olduğunu, çok büyük bir imkân ve kabiliyete sahip olduğunu dile getirip “Bir icra planı yapılsın, bu iş takip edilsin.” dediklerini, Hükümeti kesin olarak bilgilendirdiklerini ancak ondan sonra “bir şey yapıldığını görmediklerini”,

        REKLAM

        İfade etmiştir.[23]

        Komisyonun 19 Ekim 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Yazar-Gazeteci Yavuz Selim Demirağ da; 1980’li yıllarda Kuleli Askeri Lisesi’nde okurken bazı arkadaşlarının hafta sonu izinlerinde cemaat evlerine gittiklerini fark ettiğini, bunu Okul Komutanına söylediğini, 1982 yılında bir araştırma yapılarak okul bölgesinde 240 ev olduğu ve bu evlere giden 136 öğrenci tespit edildiğini, bunlardan 86’sının okuldan uzaklaştırılıp geriye kalanının affedildiğini, 15 Temmuz günü bu affedilenlerden darbe girişimine katılan 11 general bulunduğunu,

        1980’li yıllarda çok organize olmadıklarını, bireysel çabalarla, hücre çalışmalarıyla Harp Okuluna da sızmaya çalıştıklarını, daha sonra TSK’daki yapılanma içerisinde 1986 askerî lise girişlilere, 94 mezunlarına, Harp Akademilerinde soruların nasıl dağıtıldığını yazdığı kitaplarda anlattığını, askeri okullarda kendilerinden olmayan öğrencilerin önceki yıllara göre olağanüstü sayıyla çeşitli sınav hileleriyle tasfiye edildiğini,

        REKLAM

        2006 yılında Şemdinli’deki astsubayların tutuklanması ile kumpas davalarının başlatıldığını,

        1980 öncesi de bu örgütün mevcut olduğunu ancak bu kadar güçlü olmadıklarını,

        İfade etmiştir.[24]

        Komisyonun 26 Ekim 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Gazeteci Hüseyin Gülerce Örgütün Türk Silahlı Kuvvetlerine sızma taktiğini; “En zeki öğrencileri buluyorlar, dershanelerde bunları ikişerli, üçerli özel gruplar hâline getiriyorlar, bunları en iyi şekilde yetiştiriyorlar, en yüksek puanları almalarını sağlıyorlar ve bu çocuklar mesela Boğaziçi bilgisayar mühendisliğini, ODTÜ işletmeyi kazanması gereken, çok yüksek puanlarla girmesi gereken yerler varken polis akademisini ve harp okullarını tercih ediyorlar, askerî liseleri tercih ediyorlar. Hâliyle çok zeki öğrenci okula gidince parlak talebe oluyor, parlak talebe olduğu için Silahlı Kuvvetler bunu değerlendiriyor” şeklinde açıklamıştır.[25]

        REKLAM

        Komisyonun 26 Ekim 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ise;

        “Fetullahçı terör örgütünün eylemlerinin bir suç olarak telakki edilmediği dönemde” görevde olduğunu, o dönemde örgütün öğrenci evlerinden söz edildiğini, burada endoktrine edilen insanların özellikle askerî okullara sokulmaya çalışıldığını, yapabilecekleri tek şeyin yetkili makamları bilgilendirmek olduğunu, bu işin de yapıldığını, bu olayların nihai bir amacının olduğundan şüpheleri olmadığını ancak endişelerinin 15 Temmuz gibi bir olayın cereyan edeceği şeklinde olmadığını,

        Silahlı kuvvetlerin kışla hudutları dışarısında istihbarat toplamasının söz konusu olmadığını, böyle bir görevi ve yetkisinin bulunmadığını, istihbarat faaliyetlerinin kışla sınırları içerisinde veya tatbikat arazisinde personelin takip edilmesinde ibaret olduğunu, bu nedenle MİT’ten ve Emniyetten kendilerine bilgi gelmesi halinde Yüksek Askeri Şura kararları ile ilgili personelin Silahlı Kuvvetlerden ilişiğinin kesildiğini, ancak bazı basın organlarının kamuoyunda oluşturduğu “Namaz kılan atılıyor, içki içmeyen atılıyor” şeklindeki yanlış imaj nedeniyle Şura kararlarının engellenmeye başlandığını, bu nedenle son 8-9 yıldır TSK’nın kendini koruyamaz duruma düştüğünü, böyle olunca da Örgüt mensuplarının TSK’ya yerleştiğini, güçlendiğini, rütbe aldığını ve yetkili makamlara geldiğini, bu arada Örgüt tarafından üretilen sahte bilgi ve belgelerle davalar açılarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin önemli kadrolarının tasfiye edildiğini ve Örgüt mensuplarına yer açıldığını söylemiştir.[26]

        REKLAM

        Komisyonun 3 Kasım 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da;

        1992 yılında MİT Müsteşarlığına bir sivil kişi getirildiğini, bu tarihten sonra MİT Müsteşarlığındaki askerî kadroların tedricen azaltılarak sıfır noktasına getirildiğini, bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmalar ve içinde oluşan cuntalar hakkında MİT’ten bilgi alamadıklarını,

        Kendisinin sorumlu mevkide görev yaptığı 2002-2010 arası dönemde ise Fetullahçılar konusunda MİT’ten kendilerine hiçbir bilgi verilmediğini, kendisinin bir rapor istediğini, o zamanki MİT Müsteşarı Emre Taner’in gayriresmi olarak 100 sayfalık kadar bir rapor verdiğini, raporda Fetullah Gülen Cemaati’yle ilgili basında, medyada, İnternet’te çıkan yapılanması, ekonomik gücü gibi genel bilgiler bulunduğunu, bu kişilerin Silahlı Kuvvetlere nasıl sızdığı ve kim oldukları hakkında bir bilgi bulunmadığını, sadece 8-9 polisin Fetullah Gülen Cemaati mensubu olduğu veya ilişkisi olduğuna dair bilgi bulunduğunu,

        REKLAM

        2002-2010 döneminde Emniyet ve Jandarma istihbaratından da kendilerine isim bazında gelen bir bilgi bulunmadığını, hukuken askeri personeli karargah dışında izleme yetkilerinin olmadığını, böyle bir birim kurulması için talepte bulunduklarını ancak uygun görülmediğini,

        Askerin askeri okullara sızabilme gerekçesinin ise bu okullara ÖSYM tarafından yapılan sınavla öğrenci alınmakta olduğunu, sorunu mülakatla çözmek için personel temin merkezleri kurmuş iseler de bu merkezlerin de örgüt tarafından ele geçirilmiş olduğunu,

        Beyan etmiştir.[27]

        Tüm bu belge ve bilgilerden;

        Örgütün 1971 tarihinden itibaren tespit ettiği zeki öğrencileri özel olarak eğitip askeri okul sınavlarına sokarak Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmaya başladığı, 1986 yılında askerî lise sınav sorularının çalınmasıyla TSK’ya sızmaların arttığı,

        Örgütün 2000 yılından itibaren özellikle askeri okullarda çeşitli nedenlerle kendilerinden olmayanların tasfiyesini sağlamaya çalıştıkları, 2007-2013 yılı aralığında harp okullarından en çok öğrencinin atıldığı yıllar olduğu, 2008 yılından itibaren harp okullarına sivil liselerden de öğrenci almaya başlandığı, zamanla bu liselerden alınan öğrencilerin askeri okullardan gelenlerin sayısını geçtiği, böylelikle örgütün yetiştirdiği öğrencileri harp okullarına kitleler halinde sokmaya başladığı,

        REKLAM

        Kurmaylık sınavı sorularının da önceden kendilerine verilmesiyle örgüt mensuplarının hızla üst rütbelere tırmandıkları ve emir subaylığı, özel kalem müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı muhafız alay komutanlığı gibi stratejik görevlerde yer almaya başladıkları,

        TSK’nın üst yönetiminde örgüt mensuplarına yer açmak maksadıyla 2008 yılından itibaren soruşturma ve davalar açıldığı, böylelikle örgütten olmayan albay ve general kadrosundaki kişilerin tasfiyesinin sağlandığı,

        Anlaşılmıştır.

        Komisyonumuzun ulaştığı bilgi ve belgeler, FETÖ’nün orduda kadrolaşmaya yönelik programlı ve sistematik çabasının 40 yıllık bir geçmişe dayandığını göz önüne sermektedir. Komisyonumuzun 8 Aralık 2016 tarihli toplantısında Komisyona bilgi veren Dr. Hasan Polat, 1989 yılında Harp Okullarına girmesi sağlanan askeri öğrencilerin 1993 yılında mezun olarak TSK'da teğmen olarak göreve başladıklarını belirtmiştir.[28] Milli Savunma Bakanlığınca Komisyonumuza gönderilen 3 Şubat 2017 tarih ve TFŞ:43624358-1040-51-17/İnc.ve Sor.D. sayılı yazıya ekli tabloda görüleceği üzere darbe girişimine katıldıkları ya da FETÖ ile iltisakları sebebiyle TSK’dan ihraç edilen subaylar arasında (Albay-Kur.Alb.) 1993 devresinin oranı %17.9 ile 1994 devresinden (%26.7) sonra ikinci sırayı almaktadır. İhraç edilen Kurmay Albaylar arasında da 1993 devresi %22.5 ile 1994 devresinden (%32.4) sonra yine ikinci sırada yer almaktadır. Komisyonumuzun 13 Ekim 2016 tarihli toplantısında bilgisine başvurulan E.Kur.Alb. Mustafa ÖNSEL, Örgütün TSK’ya sızma girişimlerinin 1980’li yıllarda başladığını ifade etmiştir : “Harp okulunda da 1982 yılında özel bir sınıf ihdas edilmiştir. Tamamen sivil kaynaklı öğrencilerden oluşuyor bu kısım. Mezuniyetleri 1985 yılında olmuştur bunların, yani 1985 yılında teğmen çıkmışlardır. Bu kısmın yarısı general oluyor, 11 kişi general şu anda tespit ettiğim tabii, belki 13 kişidir ama 11 tanesi general. Peki, olabilir, bu da rastlantı olabilir diyebiliriz. Bu 11’in 11’i de 15 Temmuz gecesi darbenin içerisinde. 1986 yılında bütün askerî liselerde yani Işıklar, Maltepe ve Kuleli Askerî Lisesinde öğrencilerin yarıya yakını Türkçe sorularını tam yapıyor. Edebiyatçı mutlaka vardır aramızda. Matematiği belki yaparsınız ama yani Türkçeden tam yapmak çok büyük bir rastlantı sonucu olabilir. Bu mümkün değildir yani on binde 1 filan...sadece Kuleli Askerî Lisesinde 250 kişiye yakın Türkçe sorularını tam yapıyor. Bunlar ne zaman bitiriyor askerî liseyi? 1990’da. Harp okuluna gidenler ne zaman bitiriyor? 1994’te. 1994 devresi, Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en fazla kurmay subayın çıktığı devre. Cumhurbaşkanının arkasında duran (yaveri) askerî lisedendir, Türkçe sorularını tam yapanlardandır. Muhafız Alay Komutanı 1994’lü, Genelkurmay Başkanının Özel Kalem Müdürü Ramazan Gözel bu da 1994’lü, bu da aynı ekiptendir, bu da soruları tam yapanlardan, Genelkurmay Başkanının danışmanı Orhan Yıkılkan o da 1994’lü.” E. Kur. Alb. Mustafa Önsel'in bahsettiği 1986 yılında soruların çalınması sonucu askeri liselere girenler Harp Okullarından 1994’te mezun olmuştur. Darbe teşebbüsünden sonra TSK'dan ihraç edilen subaylar (Albay-Kur.Alb.) arasında 1994 devresi %26.7 ile ilk sırayı almaktadır. 1994 devresi Kurmay Albaylar arasında da %32.4 ile yine ilk sırayı almaktadır. Yine bahsi geçen Kara Harp Okulundan mezun olan 1985 devresinden darbe girişiminde yer alan 6 Tümg. ve 9 Tuğg.'in TSK'dan KHK ile ihraç edildiği görülmektedir. İhraç edilen generallerin %67.8’i sivil lise kaynaklıdır.[29] Yine 15 Temmuz darbe girişimine direnen ve darbeciler tarafından mermiyle ağır yaralanan Gazi P.Alb. Davut ALA da Komisyonumuzun 23 Kasım 2016 tarihli toplantısında, hain darbe girişiminde etkin rol alan 1994 devresiyle ilgili olarak “Bu devreye kadar normalde kurmaylık sınavı yüzbaşıyken yapılıyor ama -bu devreye has olduğunu düşünüyorum çünkü- bu devre sınava girebilsin diye kurmaylık sınavı üsteğmenliğe alındı 1999’da ve Silahlı Kuvvetlerde -yanlış biliyor olabilirim ama- en çok kurmay olan devre bu devre, 1994 devresi. Eğer bu devrenin, bu darbe girişimi olmasaydı şu anda çoğunluğu tuğgeneral olacaktı. 1999’dan sonra beş yıl, altı yıl üst üste erken terfi alan subaylar oldu” şeklinde bilgiler vermiştir.[30]

        REKLAM

        Darbe girişimine katıldığı ya da Örgüt ile iltisakı sebebiyle Hava Kuvvetlerinden ihraç edilenler incelendiğinde; 15 Temmuz darbe girişiminde yer alan ve TSK'dan (Hava Kuvvetleri Komutanlığı) ihraç edilen subaylardan (Alb.-Kur.Alb.-Org.) albayların %74.3ü, kurmay albayların %54.5’i ve generallerin %79’unun sivil lise kaynaklı olduğu görülmektedir. TSK'dan ihraç edilen tuğgeneral ve tümgenerallerin toplamının %66.3’ü sivil lise kaynaklıdır. Komisyonumuza bilgi vermek üzere komisyon toplantılarına katılan pek çok konuğun sıkça dile getirdiği üzere 1994 Harp Okulu mezunlarının 15 Temmuz darbe girişiminde etkin rol oynadıkları görülmektedir. Sonuç olarak, Milli Savunma Bakanlığınca Komisyona sunulan istatistiki verileri içeren aşağıdaki tablolardan da anlaşılacağı üzere Örgüt, 40 yıllık bir süreç içerisinde tam bir gizlilik içinde ve programlı bir çalışma neticesinde subay kadrolarının önemli bir bölümüne militanlarını yerleştirmiştir.

        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM
        REKLAM

        Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı

        Örgüt terminolojisiyle “mahrem yerler”den biri olarak kabul edilen Milli İstihbarat Teşkilatı’nın da örgütün hedefi olmadığını söylemek mümkün görünmemektedir. Ancak teşkilatın kamuoyu gözünden uzak yapısı ve çalışma sistemi nedeniyle örgütün hedefini elde etmede ne kadar başarı sağladığını söylemek diğer güvenlik birimlerindeki kadar mümkün değildir.

        REKLAM

        Ankara Çatı İddianamesinde de bu hususta; “Mahrem yerlerden biri olarak kabul edilen Milli İstihbarat Teşkilatında da FETÖ ciddi bir örgütlenmeye sahiptir. Ancak bu örgütlenmenin boyutları ve kimlerin bu yapıya mensup olduğu, kurumun niteliği nedeniyle oldukça zordur. Kurumda FETÖ’nün örgütlü bir yapısının olduğu buraya müstakil bir imam tayin edilmesinden anlaşılmaktadır. Milli İstihbarat Teşkilatına emniyetten ve TİB gibi başka kurumlardan geçen bazı FETÖ mensubu kamu görevlileri bulunmaktadır. Örgüt, Milli İstihbarat Teşkilatından sorumlu müstakil bir imam tayin etmiştir. Doktor Sinan kod adlı Murat Karabulut, MİT'ten sorumlu FETÖ imamı olarak uzun süre görev yapmıştır. Murat Karabulut’un ABD'de yakalanıp kimliğinin deşifre olması üzerine bu göreve Harun Doğan getirilmiştir. 17 Aralık 2013 günü emniyetten sorumlu imam Abdulletif Tapkan ile birlikte ABD'ye gidip operasyon talimatını alanlardan biridir.” denilmiştir.[31]

        9 Kasım 2016 tarihli Komisyon toplantısına katılan MİT Eski Müsteşarı Emre Taner de bu hususta; “Ben çalıştığım dönemde MİT’e FETÖ’nün sızması sıfıra yakındır. İsterseniz almazsınız, iyi incelerseniz almazsınız, ondan sonrasını bilemem, ondan sonrasını daha sonraki yönetim cevaplayacaktır.

        Şimdi ‘70 kişi, 80 kişi MİT’ten FETÖ bağlantılı diye ayrıldı.’ denildiği zaman yani yadırgamamak mümkün değildir. Geçmiş döneme ait değildir, belki 2, 3, 5 kişi olabilir, ona bir itirazımız yok ama son dönemde bu girmelerin daha rahat ve fazla olduğuna dair bir izlenim vardır, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. MİT devlet kurumları içerisinde FETÖ anlamında ve diğer yıkıcı örgütler anlamında en temiz kalmış örgüttür…” demiştir.[32]

        İddianamede yer alan ifadeler ve Emre Taner’in beyanları Milli İstihbarat Teşkilatı’nın da örgütün hedefinde olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Ancak bu sızmanın diğer güvenlik bürokrasisi kadar yoğun ve kapsamlı olmadığı anlaşılmaktadır.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ