Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem "Oy oranımız hamdolsun artıyor"

        Başbakan Erdoğan, CHP lideri Deniz Baykal'ın "Anketlerde oy oranı düşüyor, onun için Başbakan'ın morali bozuk" sözlerine AK Parti Grup Toplantısı'nda cevap verdi.

        Erdoğan konuşmasının başlarında bu hafta sonunda İstanbul'da bazı sanatçı dostlarıyla biraraya geleceklerini bildirerek, ''Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi çerçevesinde sanatçılarımızın değerli düşüncelerini, önerilerini alma fırsatımız olacak. Gruplar halinde bu buluşmaları bir süre daha devam ettireceğiz'' diye konuştu.

        KIBRIS

        Kıbrıs konusunda açıklamalarda bulunan Erdoğan, müzakerelerin devam ettiğine dikkati çekerek şunları söyledi:

        ''Türkiye, BM Genel Sekreterinin iyiniyet misyonu çerçevesinde Ada'da kalıcı bir çözüme ulaşılmasına tam destek veriyor. Kapsamlı çözüm Kıbrıs'ta ilgili taraflar açısından yegane çıkış yoludur. Rum tarafının, liderler açıklamasındaki mutabakatın gereğini yerine getirmesi halinde, bu hedefe ulaşılması hiç de zor olmayacaktır. Ve bu hedefe aslında çok yaklaşılmış durumda. Rum tarafının bu çabaların kıymetini bilmesi ve KKTC liderliğinin çabalarına karşılık vermesini bekliyoruz.

        HABUR DİYALOĞU TARTIŞMASI

        Erdoğan, CHP Genel Başkanı Baykal'ın ''Habur Sınır Kapısındaki yargılamalar hakkındaki birtakım hezeyanlara tutunduğunu'' ifade etti.

        ''İftiralardan yola çıkarak Gensoru önergesi vereceklerini'' ifade ettiklerini anımsatan Başbakan Erdoğan, ''Affınıza sığınırım; Gensoru da artık bu ülkede yalama oldu'' dedi. Erdoğan, şunları kaydetti:

        ''Bir netice alamayacaklarını bildikleri halde iki de bir gensoru. Diyarbakır Valiliğinin, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı başvuru üzerine güvenlik gerekçesiyle savcılar Habur Sınır Kapısına gitmiştir. Bu uygulama, tamamen kanunlar çerçevesinde bir uygulamadır ve Türkiye'de ilk kez vuku bulan bir uygulama da değildir. Halkımızı yanıltmayalım, aldatmayalım, dürüst, samimi olalım. Ama Sayın Baykal'a yakışır, önemli değil. Ergenekon davasının Silivri'de görülmesi, Abdullah Öcalan davasının İmralı'da görülmesi bunun çok açık, net örnekleridir. Niçin İmralı'da görüldü? Orada adalet sarayı mı var? Demek ki bunun gerekçeleri var, olabiliyor. Sayın Baykal'ın ifade ettiği sözler tamamen uydurmadır, tamamen yalandır.

        Devamlı dinlendiklerini söylüyorlar. Demek ki Ahmet Türk ile Atalay görüşürken onlar da derin dinleme aletleriyle içeriyi dinliyorlardı. Ne konuştuklarını dinliyorlardı. Sayın Türk diyor ki 'Biz böyle bir şey yapmadık, konuşmadık, aramızda böyle bir şey geçmedi.' Sayın Atalay aynı şekilde 'böyle bir şey yok, böyle bir şey aramızda geçmedi' diyor. Ama diyor ki 'evet, orada bunlar konuşuldu.' Dün, İçişleri Bakanımızı bu konuyla ilgili açıklamasını yaptı. Ahmet Türk, o da yaptı. İlgili Cumhuriyet Başsavcılığı gerekli açıklamaları çok sert yaptı. Bu iddiaların gerçek dışı olduğunu açıkladılar. AK Parti iktidara geldiği ilk günden itibaren, demokratik bir devletin kendinden menkul bir meşruiyete sahip olamayacağını, meşruiyetin kaynağının da millet olduğunun altını çizerek kalın çizgilerle ifade etmiştir.''

        Erdoğan, muhalefete, ''Terörü bitirmek için reçeteniz nedir?'' diye sorduğunu, ancak adres gösterdikleri bölgesel kalkınma projelerinin ne aşamada olduğuna dair en ufak bir malumatları olmadığını söyledi.

        Erdoğan, ''Ankara'dan bakınca Harran Ovası, Muş Ovası, Konya Ovası görünmez. Oralara gideceksiniz, oraların tozunu yutacaksınız. Ama gitmezler, gidemezler. Gitseler bile hakikati söyleyemezler. Bu muhalefetin yaptığı tek şey var; Ankara'da kriz üretmektir, kavga çıkartmaktır'' dedi.

        ''SİZ ORALARA HİÇ GİTTİNİZ Mİ?''

        Türkiye'nin dört bir yanındaki büyük, küçük her projeyi önemsediğini, zaman zaman telefonla ilgili vali, kaymakam, hatta muhtarı arayarak projelerin ne aşamada olduğunu sorduğunu belirten Erdoğan, ''Zaman zaman muhalefet partileri çıkıyor, 'GAP'a kazma vurulmadı, GAP'ta hiçbir şey yapılmadı, yapılmıyor' diye iddialarda, ithamlarda bulunuyor. Muhalefete soruyorum, siz oralara hiç gittiniz mi, gitme nezaketinde bulundunuz mu? Oralardan yolunuz hiç geçiyor mu?'' diye sordu.

        Bir grup izleyici ''Kıskananlar çatlasın'' diye bağırırken Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

        ''Soruyorum muhalefete, terörü bitirmek için reçeteniz nedir diye... Bölgesel kalkınma projelerini adres olarak gösteriyorlar ama o projelerin ne aşamada olduğuna dair en ufak bir malumatları yok. Ankara'dan bakınca Harran Ovası, Muş Ovası, Konya Ovası görünmez. Oralara gideceksiniz. Oraların tozunu yutacaksınız. Oralardaki çiftçi kardeşlerimle hemhal olacaksınız. Giderseniz eğer oralarda sizi 17 bin kilometreye ulaşmış yollar, okullar, hastaneler, üniversiteler, yeni yapılmış konutlar karşılayacak. Ama oraya gitmeniz lazım. Sulama kanallarını, göletleri, barajları göreceksiniz, o toprakların nasıl bir bereket fışkıran zemin haline geldiğini göreceksiniz. O bereketle birlikte şimdi nasıl bir umudun yeşerdiğini, umudun o toprakları nasıl kuşattığını, o toprakların insanlarını nasıl sarıp sarmaladığını göreceksiniz. Ama gitmezler, gidemezler. Gitseler bile hakikati söyleyemezler. Bu muhalefetin yaptığı tek şey var; Ankara'da kriz üretmek ve kavga çıkartmaktır.''

        Erdoğan, Türkiye'de yasama, yürütme ve yargının, bağımsız biçimde, her türlü etkiden, her türlü baskıdan uzak şekilde Anayasa'da tarif edildiği şekilde işlemlerini yerine getirdiğini belirterek, ''Kurumlarımız tam bir uyum, koordinasyon içerisinde çalışmalarına devam ediyor'' dedi.

        Erdoğan, konuşmada, ''Silivri'deki mahkeme yolunu arşınlayanlar, çetelerin gönüllü avukatlığını üstlenenler, Ankara'nın doğusuna geçip oralarda nelerin yaşandığını ve nelerin yapıldığını görmezler ve göremezler'' diye konuştu.

        ANKET TARTIŞMASI

        CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın partisinin il kongresinde bir kez daha anket konusunu gündeme getirdiğini anımsatan Erdoğan, ''Sayın Baykal, bizim oy oranımız sizi niye bu kadar meşgul ediyor? Niye bu kadar rahatsız oluyorsun? Çok mu yükseldi oylarımız yoksa?'' diye sordu.

        ''Oranımızın anketlerde nasıl çıktığını sen bize bırak. Biz onları çok yakından takip ediyoruz. Hamdolsun milletimizin teveccühünün her geçen gün arttığını da memnuniyetle müşahede ediyoruz'' diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Ama anketler senin, partin, tavırların, politikaların hakkında ne söylüyor, sen çık onu anlat. Sayın Baykal sen iktidar olmak için değil, partinin başında kalabilmek için gayret sarfediyorsun. 'Çekilip gitmekten' bahsediyorsun. Biz, bunu zaten her zaman söylüyoruz. Milletimiz bizim hakkımızda ne karar verirse biz 'başımız, gözümüz üstüne' diyoruz. Ama sen kendin için acaba ne diyorsun? Bak şu anda sosyal demokratlar senin değerlendirmeni yapıyorlar. Ne diyorlar? 'dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir siyasi parti, sosyal demokratlarda, bir seçime girdi kazanamadı, ikincisine girdi kazanamadı, onun lideri başında durmaz.' Sen niye bu kadar direniyorsun, bu koltuk ne kadar tatlıymış. Almanya'dan, İngiltere'den örnekler veriyorlar. Şu anda Tony Blair isteseydi hala başbakan olarak görevine devam edebilirdi ama oylarının düştüğünü görünce kendisi çekildi ve arkadaşına bıraktı. Aynı şekilde Schröder seçimi ikinci olarak bitirdi hemen çekiliverdi. Sen niye bu kadar diretiyorsun, bırak. Bak artık senden sosyal demokratlar da memnun değil, 'çakıldın kaldın' diyorlar. Bunu ben değil, sosyal demokratlar, kendi partinden eski arkadaşların söylüyor. Ama ben tabii memnunum bundan. Senin gibi ana muhalefet liderine can kurban.

        Psikoloji biliminde sayın Baykal'ın bu yaklaşımına 'yansıtma' derler. Bu, bir savunma mekanizmasıdır. Kişi kendisindeki olumsuz durumları başkasına yakıştırır. Yalnız, Sayın Baykal'a bir tavsiyem var; yansıtmanın ileri derecesi düşünce sapmasıdır ki bu taşkınlıktır. En tehlikesi de halüsinasyondur. Yani kendini darı ambarında görmeye başlamaktır. Umarım Sayın Baykal, en kısa zamanda Türkiye'nin gerçek gündemine döner ve bizim oy oranlarımızı bırakıp kendi oy oranlarıyla ilgilenmeye başlar. Ben bunun kendi ruh sağlığı için de partisi için de son derece faydalı olacağına inanıyorum. Kendisini yenileyemeyen, dönüşümünü gerçekleştiremeyen, kendi durumunu idrak edemeyen, kendi durumu noktasında gerçekten bir değerlendirme yapamayan parti, nasıl Türkiye'yi dönüştürsün? Nasıl Türkiye'nin durumunu doğru anlayabilsin? Kendi sorunlarını çözemeyen bir hareket, Türkiye'nin sorunlarını nasıl çözebilir? Kendi toplumundan kopan, kendi insanının değerlerine yabancılaşan bir parti, devlet-millet kaynaşmasını nasıl sağlayabilir?''

        ''TEFRİKA OLUŞTURMAYA ÇALIŞIYOR''

        Baykal ve arkadaşlarının her fırsatta çıkıp, ''kurumlararası kavgadan, çatışmadan, uyumsuzluktan'' bahsettiğini belirten Başbakan Erdoğan, ''Sabah çıkıyor tahriklerle kurumlar asındaki güveni sarsmaya çalışıyor. Akşam çıkıyor 'kurumlararasında kavga var' diyor'' dedi.

        Baykal'ın ''polisin, yargının, askerin içine fitne sokmaya, Hükümetin güdümünde göstererek, bu kurumların içinde tefrika oluşturmaya çalıştığını'' belirten Başbakan Erdoğan, ''Bir bakıyorsunuz kurumların yıpratılmamasından bahsediyor. Askeri, polisi, yargıyı hükümet yanlısı-hükümet karşıtı gibi konumlandırmaya çalışmak, kurumların güvenilirliğini sarsmak, itibarını zedelemek açıkça fitne çıkarmak değil midir? Kurumlarımızı bölünmüş, parçalanmış gibi göstermek, bu kurumlara zarar vermek, bu kurumların saygınlığını zedelemek değil midir? Sayın Baykal hizipçilikte mahir olduğu için her kurum içinde hizipler oluştuğu iddiasıyla 'nasıl bölünme meydana getiririm, bu kurumları Hükümetin üzerine nasıl gönderirim' diye hesap yapıyor. Bu çabalar beyhudedir'' diye konuştu..

        Devletin bir ve bütün olarak Anayasal görevlerini yerine getirdiğini ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Sizin dönemlerinizde böyle ayrışmalar, gruplaşmalar olmuş olabilir. Kurumların siyasallaşması sonucu hizipler ön plana çıkmış olabilir. Lütfen AK Partiyi kendinizle karıştırmayın. Geçmişteki yanlışlarınız faturasını bu millet çok ağır ödedi. Türkiye'de yasama, yürütme ve yargı, bağımsız biçimde, her türlü etkiden, her türlü baskıdan uzak şekilde Anayasa'da tarif edildiği şekilde işlemlerini yerine getiriyor. Aynı şekilde kurumlarımız tam bir uyum, koordinasyon içerisinde çalışmalarına devam ediyor. Yargının aldığı her kararı biz de memnuniyetle karşılamıyoruz. Ülkenin, milletin menfaatine ters sonuçlar ortaya çıkabildiğini görüyoruz ama yargının kararlarına karşı çıkıp 'AK Parti düşmanlığı yapıyorlar, hükümeti yıpratmaya çalışıyorlar' demiyoruz. Beğenmediğimiz her yargı işlemine karşı yargıyı belli grupların hakimiyetine girmekle, karanlık emellerin peşinde koşmakla suçlarsak, bunun vereceği zararları nasıl telafi edebiliriz? Hukuk sistemine inanmazsak, biz güvenmezsek başkalarının inanmasını, güvenmesini bekleyemeyiz. Elbette her kurum kendisini yenilemeli, evrensel normlara, çağdaş ölçülere adapte etmelidir. Milletini iradesini, ülkenin selametini düşünmelidir. Ama kurumlara duyulan güveni sarsmak kendi bindiğiniz dalı kesmek anlamına gelir.''

        7,5 yılda demokrasiyi güçlendirerek, erkler ayrımını da sağlıklı bir zemine kavuşturma noktasında büyük gayret sarf ettiklerini ifade eden Erdoğan, buna rağmen her fırsatta kurumları hedef almak, kurumları yıpratmaya çalışmak, kurumları birbiriyle çatıştırma gayretine girmek, kurumlar arasında ikilik oluşturmaya çabalamanın, ''muhalefetin değişmez politikası'' haline geldiğini kaydetti.

        Baykal'ın işine gelen yargı kararları karşısında ''şeriatın kestiği parmak acımaz'' dediğini, işine gelmeyen yargı tasarrufları karşısında ''hükümeti yargıya müdahaleyle suçladığını'' söyleyen Erdoğan, şunları ifade etti:

        ''Yandaş yargı oluşturmak gibi ağır ithamlarda bulunuyor. Hükümet, hangi adımı atsa hemen Anayasa Mahkemesinin kapısına koşuyor. Bunu öyle bir alışkanlık haline getirdiler ki yasamanın yetki ve fonksiyonlarını etkisiz hale getirmek, anlamsız hale getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Peki o zaman milli egemenlik, demokratik irade nasıl tecelli edecek, ne anlam ifade edecek? Siz yasama ve yürütmeyi yargı üzerinden etkisiz hale getirmeye çalışırsanız, o zaman Mecliste sayın Başkanın arkasında 'Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir'' ifadesinin ne anlamı kalacak? Sürekli kriz çıkarmayı, engel olmayı muhalefet sanırsanız şu ülkede demokrasi nasıl hayata geçer, millet iradesi nasıl hayata geçer? Yargı sizin istediğiniz gibi karar verirken yargıyı yüceltir, farklı kararlarda yargıyı AK Partili olmakla suçlarsanız size kim inanır?''

        Erdoğan, CHP'nin cumhuriyetçilikle yakından uzaktan alakası olmadığını belirterek, CHP'ye; bölücü, ayrıştırıcı, kışkırtıcı üsluptan vazgeçmesi çağrısında bulundu.

        MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin konuşmalarına yansıyan hırçınlık ve saldırganlığın, siyasetin seviye kaybetmesine neden olduğunu ifade eden Erdoğan, ''Bundan sonra fevkalade bir durum olmadıkça ne Sayın Baykal'ı ne Sayın Bahçeli'yi ağzıma kolay kolay almayacağım'' dedi.

        Başbakan Erdoğan, partisinin TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, devlet-millet ilişkilerinin evrensel demokratik ölçüler çerçevesinde yeniden inşa edilmesi gerektiğini her zeminde savunduklarını söyledi.

        Erdoğan, 7,5 yılda bu yönde ciddi mesafe kat ederek devlet-millet ilişkilerini demokratik evrensel normlar esasında yeniden tanımlayan düzenlemelere imza attıklarını belirterek, ''Türkiye'de, demokrasinin gelişiminin önüne zihni duvarlar örenler, cumhuriyeti dillerinden düşürmeyip onun temeli olan vatandaşlık kavramını hiçe sayanlar, cumhuriyetin eşitlik ilkesini bizden olanlar ve olmayanlar ayırımıyla bir imtiyaza dönüştürmeye çalışanlar, bugün kendi ürettikleri hayati senaryolar düzeninden AK Parti'yi açığa düşürmeye çalışıyorlar'' dedi.

        CHP'nin cemazievvelini çok iyi bildiklerini belirten Erdoğan, tarihin bunun açık şahidi olduğunu söyledi.

        Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

        ''İktidarı döneminde halkının iradesine saygı duymadan, kendi il başkanını o ile vali tayin edebilen bir anlayıştır bu CHP zihniyeti. Tarih, buna şahit, bunları yaptınız. Ama tabi yeni kuşaklar bunu bilmiyor. Kendinizi demokrat, cumhuriyetçi... Ne cumhuriyeti ya, sizin cumhuriyetçilikle yakından, uzaktan alakanız yok. Sadece tabelanızda var. Cumhuriyet, halkın ta kendisidir, halkın iradesinin kurumsallaşmasıdır, siz de bu yok. Türkiye'de siyaset içi ve dışı aktörlerin kafasındaki devlet ve siyaset tasavvuru, dost ve düşman ayırımına dayanan bir tasavvurdur. Bu anlayışa göre, milletin belli unsurları düşman iken, belli unsurları da dost. Vatandaşlık, hak ve hukukla mukayyetken; vatandaşlığa, ideolojik konuma göre anlam kazandırmaya çalışanlar, büyük bir yanlış yaparlar. Yurttaş, vatandaş olmak, belli bir ideolojiye yakın veya uzak olmakla değer kazanmaz. Bir ülkede yaşayan her insan, herkese tanınan hak ve hukuka sahiptir. Kafa yapısına, etnik özelliğine, mezhebine göre imtiyaz sahibi olmaz. Öz veya üvey ayrımına tabi tutulamaz. Suçlular bile vatandaştır. Temel yurttaşlık haklarına sahiptir. Bir insanın suçlu olması, onun düşman kategorisine yerleştirilmesine izin vermez. Vatandaşını makbul olan, makbul olmayan diye ayırıma tabi tutmak hiç kimsenin görevi de değildir, haddi de değildir.

        Kişilerin hukuka uygun olan ya da olmayan eylemleri olabilir. Bunu da değerlendirebilecek olan hukuk sistemidir. Bu tasavvurun siyasetteki son temsilcisi, CHP'dir. 1940'lı yılların otoriter devlet telakkisiyle yoğrulan CHP için demokrasi sadece zaman zaman hatırlanan, zaman zaman faydalı görülen bir araçtır. CHP, sahici bir demokratikleşme sürecini, eşitlik ve özgürlüğü sağlayacak bir gelişme olarak değil, imtiyaz ve vesayet sistemini yerle bir edecek bir tehlike olarak görür. Bugün aynı şekilde çıkıp kurumları ve yargıyı; sizinkiler, bizimkiler, yandaş, yandaş olmayan diye ayırmak da işte bu zihniyetin uzantısıdır. CHP, iddia ettikleri gibi samimi bir değişimin içine giriyorsa, öncelikle bu bölücü, ayrıştırıcı, kışkırtıcı üsluptan vazgeçmelidir. İkbalini vesayetçi rejimlerde arayan siyaset tarzını derhal terketmelidir. CHP için, Türkiye için, demokrasimiz için hayırlı olacak tavır budur. CHP, oynadığı bu tehlikeli oyuna bir an önce son vermelidir. Cumhuriyetin kurumları arasında böyle bir ayrışma, böyle bir kutuplaşma olduğu izlenimi uyandırmak, kurumları birbirine düşürmeye çalışmak çok büyük bir yanlıştır.''

        ''SİYASETİN DİLİ VE ÜSLUBU''

        Başbakan Erdoğan, siyasetin son günlerdeki dili ve üslubunun gündeme yoğun bir şekilde girdiğini ve tartışıldığını söyledi.

        Partilerini kurdukları andan itibaren siyasete yeni bir üslup ve dil kazandırdıklarını belirten Erdoğan, yapıcı olmaya, gönül diliyle konuşmaya çalıştıklarını, söz üretmekten çok iş üretmeyi dert edindiklerini, 'biz değil eserlerimiz konuşsun, yaptıklarımız konuşsun' istediklerini kaydetti. Erdoğan, her zaman yaptıklarıyla, hedefleriyle milletin huzuruna çıktıklarını belirtti.

        Başbakan Erdoğan, tüm bu süreçte şahsına, partisine ve Hükümete yönelik son derece ağır ve haksız iftira ve ithamlar karşısında da susmadıklarını bildirdi. Muhalefetin seviyesiz ve kırıcı üslubu karşısında seviyeli bir üslupla gerekeni söylemekten kaçınmadıklarını ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu:

        ''Geçen hafta partilerin grup konuşmalarındaki hakaretlere, tahriklere aşağılamalara bakınca bu üslubun Türk siyasetine yakışmadığını, siyaseti de yanlış bir mecraya doğru sürüklediğini düşünüyorum. Çünkü, demokrasinin temeli diyalogtur, uzlaşıdır. Böyle kin ve nefret kokan bir üslupla, ne diyalog olabilir ne uzlaşı sağlanabilir. Konuşamayan, tartışamayan sadece suçlayan, hakaret eden bir üslupla aynı masaya gelip oturamayan bir anlayışla demokrasiyi de geliştiremeyiz siyasetin itibarını da yükseltemeyiz. Milletimiz bu seviye kaybından son derece rahatsızdır. Özellikle bazı konular gündeme geldiğinde bakıyorsunuz, çok farklı bir üslup ortaya çıkıyor. MHP liderinin konuşmalarına yansıyan hırçınlık ve saldırganlık, siyasetin seviye kaybetmesine sebep oluyor. Siyasi tarihimizde bu kadar hakaret cümlesi, bu kadar tahkir kelimesi, küfür, bu kadar aşağılama ifadesi yer alan başkaca bir konuşma olduğunu sanmıyorum. Adeta bir küfür ve hakaret antolojisi oluşturuluyor. Türkçe argo sözlüğü didik didik edilmiş ve o sözlükteki her kelime bir cümle içinde kullanılmış. Sayın Bahçeli'nin bu üslubu, siyaset tarihine en çirkin üslup olarak geçecektir, eminim ki hiç bir zaman hatırlanmak istenmeyecektir.''

        Başbakan Erdoğan, daha önce bir kaç kez, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli konuşurken, çocukların televizyondan uzak tutulması gerektiğini söylediğini ifade ederek, bu tavsiyesini Bahçeli'yi tahrik etmek için söylemediğini, çocuklar adına gerçekten kaygı duyduğu için söylediğini bildirdi. Erdoğan, ''Çünkü bu ifadeler sağlıksız bir siyasi zihniyeti, problemli ruh halini gösteriyor'' diye konuştu.

        ''KENDİ YANLIŞLIKLARIYLA BAŞBAŞA BIRAKIYORUM''

        MHP'ye yakın olan vatandaşların, bu üslubu tasdik etmediklerini bildiğini, bu üsluptan hicap duyduklarını belirten Erdoğan, şöyle konuştu:

        ''Bu ve buna benzer hakaretler kime yapılıyor? Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanına, Hükümetine yapılıyor. Yüzde 47 oy olarak, her iki kişiden birinin oyunu alarak Meclise gelen bir siyasi partiye yapılıyor. Düşüncenin bittiği yerde, hakaret başlar. Mantığın tükendiği yerde şiddet başlar. Diyor ya bir metreden daha yakın olmayacaksınız. Ama bizim sıralarımıza gelebilirsiniz, bizim kapılarımız açık. Bizim kapımız gönül kapısıdır gel. Ne olursan ol yine gel. Fakat ertesi gün arkadaşlarım ziyaret ettiler. Bir metre filan uygulanmadı. Millete söyleyecek sözü olmayanlar hakaret sözcüklerinin arkasına saklanır. Sağduyuyu, erdemi, fazileti yitirenler tahkir etmeye, hakaret etmeye başlarlar. İşte bu sağduyunun, sözün ağırlığını ve anlamını kaybettiği ciddi bir heyezan halidir. Bu psikolojinin dayandığı zihniyet; siyasi rakibini düşman olarak gören, siyasi rekabeti savaşmak olarak algılayan bir siyasi düşünceye dayanmaktadır. Bu siyaset tarzının, üslubunun bütün dünyada demokrasi dışı görülmesi, işte bu saldırganlığındandır. Tahammül etmek, tolere etmek, anlayışla karşılamak, sağduyu ile aklı selimle hareket etmek bizim medeniyetimizin gereğidir. Bu ülkenin Hükümetini, 9. haçlı seferi yapmakla itham edecek kadar ölçüsünü, dengesini kaybetmiş olmak, bizim medeniyet değerlerimizden kopmuş olmanın, milletin değerlerinden uzaklaşmış olmanın bir göstergesidir. Bunu sen, yüzde 47 oy almış bir siyasi partiye nasıl söylersin? Hangi hakla ve gerekçeyle söyleyebilirsin? Her türlü hakareti yapanları, ölçüsüzlüğü yapanları ben kendi yanlışlıklarıyla başbaşa bırakıyorum. Bizi kendi seviyelerine, üsluplarına çekeceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar. Seviyeli ve bütünleştirici bir üslupla konuşmaya devam edeceğiz.

        Biz Yunus Emre'nin, o arı duru, o saf, o süt gibi temiz diliyle konuşacak ve diyeceğiz ki; 'sözü bilen kişinin yüzünü ak ede bir söz, sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz, kişi bile söz zemini, demeye sözün kemini, bu cihan cehennemini 8 cennet ede bir söz'. Bizim farkımız üslubumuzdur, seciyeli, ahlaklı nişanımızdır. Bizim farkımız eserlerimizdir, hizmetlerimizdir, biz bu farkı muhafaza edeceğiz. Onlar iftira atacak, biz onlara değil, milletimize konuşarak cevabını vereceğiz. Onlar itham edecek biz milletimizi muhatap alacağız. Bundan sonra da fevkalade bir durum olmadıktan sonra ne Sayın Baykal'ı ne Sayın Bahçeli'yi ağzıma kolay kolay almayacağım.''

        EYLEMLER

        Başbakan Erdoğan, konuşmasında, dün bazı illerde yaşanan provokatif eylemlere de değindi.

        Dünyada demokratik mücadelenin yöntemi ve üslubunun belli olduğunu belirten Erdoğan, taş ve molotof atmanın, camları kırmanın, esnafı tehdit ederek kepenk kapattırmanın, demokratik bir mücadele yöntemi olmadığını söyledi.

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sokakları savaş alanına çevirerek, güvenlik duygusunu tahrip etmeye, devlete olan güveni sarsmaya çalışmanın ancak terör ve şiddeti yöntem olan seçenlerin bir tarzı olabileceğini kaydetti. İllegal gösterilerde çocukları kullanmak, küçücük çocukları karanlık emellere alet etmenin büyük bir vicdansızlık ve sorumsuzluk olduğunu ifade eden Erdoğan, ''Çocuk masumiyeti hiç bir mücadeleye alet edilemez, hiç bir siyasi çekişmeye kurban edilemez'' dedi.

        Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle tamamladı:

        ''Bu masumları sokak çatışmalarının içine atmak, ellerine taş verip sağa sola saldırtmak hangi vicdana sığar? Eline molotof kokteylini tutuşturmak suretiyle toplu taşım araçlarına bunları fırlatmak, Serap gibi yavrularımızın ölümüne sebep olmak hangi vicdana sığar? Bu ancak insaniyetten nasibini alamamış, yüreği taş tutmuş kişilerin yapabileceği bir alçaklıktır. Aylardır çocukların yargılanmalarında adalet istediğini söyleyen sivil toplum kuruluşları, aydınlar, yazarlar niçin bu duruma tepki göstermiyorlar? Bu yavrularımızın, birilerinin siyasi hesaplarına kurban edilmelerini, istismar edilmelerini de istemiyoruz. Veliler çocuklarına sahip çıksınlar. 'Suç işleyen çocuklar' deniyor, ama biz öyle demiyoruz; 'suça itilen çocuklar' diyoruz. Bunları suça itenler var.''

        Başbakan Erdoğan'a, konuşmasının ardından Yeditepe Üniversitesinden gelen bir öğrenci grubu çiçek ve plaket sundu.

        AA

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ