Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Türbanı savunmak

        İki mesajın da tonu aynı, öfkeyle yazılmış. Hatta ikincisi biraz kırgınlıkla: "küçümser tavırlarınız" diyor Seyit Demir. Lütfen ilgili yazıyı okuyun, neküçümsemek yönünde bir amaç var ne de bir beyan.

        Ancak kendini karşı taraf olarak tanımlayan Sevgili Seyit Demir böyle hissediyor: küçümsenmiş.

        İktidar tarafından bir türlü açıklıkla ortaya konamayan, çözülemeyen türban konusunun toplumda yarattığı duygular can buluyor bu iki mesajda: öfke ve kırgınlık. Haklılar.

        Haklılar çünkü bugüne kadar onlara verilen sözler tutulmuş değil, ortadaneyi savunduğu belli olmayan bir erk var. Kah laikliği yeniden tanımlayalım diyen bir ses, kah"türbanda toplumsal mutabakat şarttır" diyen bir açıklama. Ne olduğu belirsiz bir politika - ya da politikasızlık.

        Hani AKP'nin türban projesi? Arpa boyu yol almadılar. Ve bir çözüm üretememiş olmanın öfkesiyle kadrolaşıyorlar.

        Mutabakat falan aradıkları yok, intikam peşindeler. Ancak Malatya'daki gibi bir durum yaşandığındaysa sus pus oturuyorlar.

        Net bir karşı duruş yok. Hep alttan alta, gizliden gizliye. Kapalı kapılar arkasında. Çözüm nerde? Yok.

        Öfkeyle, kinle, "günün birinde görürsünüz siz" (kimse artık o "siz"? )duygusuyla siyaset yapıyorlar.

        Ancak benim gibiler, yani kimsenin giydiği çıkardığı ile derdi olmayanlar rahatlıkla, açık açık, "türbanlılar dışarı" anonsu densizliktir diyebiliyor.

        Yine de anlaşılmıyor. Niye? Çünkü sapla saman karıştı bir kere. Nasıl düzelir bilmem?

        Buraya kadarı bir tespit. Kişisel bir tespit.

        Ancak okuyucular tespit kadar "kimin haklı, kimin haksız" olduğunu bilmek istiyor. Dünkü yazımın son cümlesini yani.

        "Haklıyken haksız duruma düşmeyelim.."i.

        Kimsenin giydiği ile bir derdim yok. Kimi türbanı sembol diye takar, kimi gelenekten, kimi de inançtan. Hiç ilgilendirmez beni.

        Kimi hiç takmaz. O da beni ilgilendirmez. Bence kimseyi de ilgilendirmemeli.

        Ancak kamu görevi yapan kişilerin türbanla, cüppeyle, sarıkla, takkeyle, kippayla, sariyle neyse ne... Böylesi dinsel ve etnik sembolerle bu görevi icra etmesine karşıyım. Ve benzer şekilde kamu karşısında hizmet alan her vatandaşın türbanla, cüppeyle, sarıkla, takkeyle, kippayla, sariyle neyse ne... her şekilde eşit ve hak bir hizmet almasından yanayım.Kamuda türbanı savunmam, onun dışındaki heryerde herkes için her türlü sembolü ( dini, etnik, cinsel... vs. ) savunurum.

        Malatya'daki olaydan yola çıkarak ortaya koyayım: Öğretmenler okulda eğitim verirken türban takmamalı, ancak bunun dışında her yerde diledikleri gibi giyinirler, kimse onları herhangi bir biçimde bir salonun dışına çıkartamaz, rencide edemez. Dediğim budur. Aslında benim açımdan durum berrak su kadar açık.

        Ama pek çok kişi için değil demek ki. Baksanıza dünkü yazıma gelen bir başka yorum, Çiğdem Balcı yazıyor:

        "Malum yazınızı okudum. Farkında olmadan bu yazınızla zaten türbanı savunur durumdasınız. Unutmayın ki türban artık masum bir baş örtüsü sıfatından çıkmış siyasi bir rest ve simge haline dönüşmüştür. Bugün mazlum rolünü üstlenenlerin yarın size bile türban taktıracaklarını unutmayın. Yeter ki o gücü bir bulsunlar .Yazınızı sadece yamak için değil, gerçekleri göstererek ve görecek şekilde yazınız."

        Şaşırtıcı değil mi?Okunan aynı yazı, aynı cümleler.

        Bakın yukarıya, Seyit Demir, Ahmet Sultan Şahin isimli okuyucular ne anlamış, Çiğdem Balcı hanımefendi ne?

        AKP hala toplumsal mutabakat peşinde.

        Toplumu geren onlar, öfkenin, kinin tohumlarını ha babam sulayan onlar, çözüm üretip net tavır koymak yerine çalıyı dolanan yine onlar...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ