Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem MİT'leri temizlemek

        MİT'leri temizlemek

        NİHAL BENGİSU KARACA

        Kimilerine göre Sadrettin Sarıkaya’nın attığı adımla ortaya çıkan devlet krizinde abartılacak bir şey yok. Kırk yılın çirkin tortularını barındıran MİT, nihayet soylu bir biçimde hesap verecek ama bazı kişiler “başlarına MİT’çi kesildiğinden” bu kutlu faaliyet tamamına eremiyor gibi davranıyorlar. Aynı kişiler hükümetin açılım politikalarını sorgulamaya kadar giden bu girişim ile cemaat kelimesinin yan yana gelmesinden de rahatsız.

        Beni ise hem cemaate yönelik tasfiyeci niyetler rahatsız ediyor, hem de cemaate yaslanılarak yapılan güç gösterileri.

        Doğru, devlet, emniyetindeki ve yargısındaki simalara karşı bir ayrıştırma ve arındırma harekâtı içine girerse bu kısa zamanda cadı avına dönüşür, zulüm söz konusu olur, bu tutum tabana anlatılamaz ve ülke yönetilemez olur.

        Öte yandan, aidiyet duygularımız havaya bakıp ıslık çalmamıza neden olmamalı. Hürmeti fazlasıyla hak eden anne babalarımıza kafa tutabiliyorsak, bize anlamlı bir dünyanın penceresini açmış olan manevi akrabalarımıza da dönüp “Bu işler nasıl işler?” diye sorabilmeliyiz. Bunu yapmaktan geri düştüğümüz anda, anlamlı bir topluluk olmaktan çıkar, anlamsız bir yığına dönüşürüz.

        Bugün “cemaat” kavramı, elde kitap dolaşan, insanlığa hizmet için birçok fedakârlığa katlanan ihlaslı kitlelerden çok, belli bir ülke ve bölge tasavvuru, belli bir iç ve dış siyaset vizyonu için örgütlü ve ortak bir şekilde hareket eden belli bir baskı grubunu tanımlamak için kullanılıyor. Yeni Türkiye’nin oluşumundaki katkılarını anarken de, baskının dozunu kaçırdığı anlara ışık tutarken de, görmezden gelinemeyecek, rolü yadsınamayacak bir unsur. İsminin geçtiği her an yere yatıp ölü taklidi yapmak hem ciddiyetsizlik oluyor, hem de siyasi ve sosyolojik bir hakikati çarpıtmak...

        Mesele yüzleşme olsaydı eğer, herhalde daha önceki dönemlerden başlanırdı bu hesaplaşma işine.

        Mesele “MİT’in arınması” olsaydı eğer, Sadrettin Sarıkaya’nın, atacağı adımlar konusunda amirlerini bilgilendirmesi gerekmez miydi diye sormamız gerekiyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Çolakkadı’nın da, Adalet Bakanlığı’nın da atılan adımları basından öğrenmesi, işlendiği iddia edilen suçlarla orantılı büyüklükte değil.

        “MİT’çiler Oslo görüşmesi için çağrılmadılar ki, sebep bazı MİT elemanlarının KCK üyesi gibi davranırken suç işlemeleridir, ne yani bu az bir şey midir?” deniliyor. Mesele Oslo görüşmesi değilse, neden KCK içindeyken suç işlediği iddia edilen MİT’çilerin bizzat kendileri çağrılmadı da, bilgisine başvurulmak suretiyle bile değil, “şüpheli” sıfatıyla Hakan Fidan, Emre Taner ve Afet Güneş çağrıldı o zaman?

        Eğer amaç MİT’in arınması ise, bunun yöntemi fincancı katırlarının kulakları dibinde top patlatmak mıdır, filleri zücaciyeye sürmek midir?

        “Generaller yargılanırken iyiydi de sıra MİT’e gelince mi kötü oldu?” diye soranlar var. Generalleri darbe yapmaya teşebbüs etmek, andıç yayınlamak gibi seçilmişlerin iradesini bloke etme girişimlerinden yargılıyoruz diye biliyorum. Oysa birkaç MİT görevlisini, hem de Kürt meselesinin halli için siyasi otoritenin verdiği kararlardan dolayı infaz etmeye çalışmak, yine yeniden seçilmişlerin iradesine darbe vurma görüntüsü veriyor.

        Asıl mesele içeride büyük bir sosyal yapıya, dışarıda geniş bir networke sahip olan hareketin hem iç hem de dış siyasete nüfuz etme talebi. Bu noktada Ali Bulaç‘ın, iktidarı kaynakları temellük etmekten vazgeçip “paylaşmaya” davet eden “Fitne” başlıklı yazısını hatırlatmak isterim.

        Tabii artık gündemde şu sorular da var:

        Suriye’yle ilgili meselede Türkiye’den daha farklı talepleri olan, İran’a olası bir saldırıda Türkiye’nin çekinik tutum sergilemesini garanti almaya çalışan ABD mahreçli çevreler ve İsrail, MİT’i istedikleri forma uygun hale getirmeye çalışıyor olabilirler mi?

        Söz konusu güçler emniyet ve yargıdaki karar alma süreçlerine “hukuk devletinin gereği”, “şeffaflık”, “MİT’in aklanması” gibi ikna edici pembe kavramlar üzerinden sirayet ederek, onları kendi amaçları doğrultusunda manipüle ediyor olabilirler mi?

        Fethullah Gülen yurda döndüğü an, bu sorular da cemaat hakkında üretilen diğer “mit”ler de kendiliğinden son bulur. Keşke dönebilse.

        AKP ile Gülen Cemaati arasında kavga yok

        SERDAR TURGUT (13 Şubat 2012 tarihli yazısı)

        Sadece yüzeyde olanlardan, varsayımlardan yola çıkılarak sanki AKP iktidarı ile Gülen hareketi arasında bir tür iç savaş varmış gibi yorumlar yapmanın yalnızca Ergenekon yapılanmalarının rövanşist amaçlarına hizmet edeceğini iki taraftan da konuştuğum insanlar ifade ediyorlar. Bu insanlar AKP’yi çok iyi bilen ve bazıları da Başbakan’ın kulağına fısıldayabilecek kadar yakın olanlardı. Öte yanda Gülen hareketini de çok iyi bilen ve bazıları da Fethullah Gülen‘in kulağına fısıldayabilecek kadar yakın olanlardan oluşuyor.

        Bir savaş başladı ve “Bu savaş, taraflardan bir tanesi tasfiye edilinceye kadar bitmez” şeklindeki yorumun çok tehlikeli olduğunu söyleyenler, “Bu yorumu yapanlar iyi niyetli olsalar bile büyük bir yanlış içindeler” de dediler. Bu yorum iki taraf için de ortaktı.

        AHMET ALTAN ŞAŞIRTTI

        Özellikle Ahmet Altan‘ın yorumuna bir anlam veremediklerini söyleyenler “Galiba Ahmet Altan çok kızgın olduğu Başbakan ile hesaplaşmasını cemaat üzerinde yapıyor olmalı” yorumunu da eklediler.

        Ben bu görüşleri dinledikten sonra “Çok kısa süre önce Gülen hareketi bazı bakanlıklarda ve devlette cemaatten olduğu bilinen insanları tasfiyeye giriştiği için çok kızgındı, acaba şimdi bunun öcü alınıyor olabilir mi?” sorusunu da sordum. AKP tarafı, biliyorsunuz sizinle bu konuyu daha önce konuştuk, “Böyle bir tasfiye girişimi söz konusu değildir” diye tekrarladılar. Gülen hareketi tarafı ise “O günlerde bizim bir yanlış anlamamız oldu sonra işler düzeldi; hiçbir sorun kalmadı” dediler. Sonra da zaten Sayın Başbakan’ın Zaman Gazetesi’nin davetine Ankara’da katıldığı gün bu yanlış anlamanın giderildiğinin de işareti verildi.

        İki tarafla da konuşmalarımdan sonra anladım ki hem Gülen hareketi ve hem de iktidar tarafı Ergenekon ile mücadelenin henüz daha bitmediğine inanıyorlar. Herkes Ergenekon’un bugüne kadar çok az bölümüne dokunulabildiğini ve hem devlette hem de medya da dahil diğer kurumlarda Ergenekon düşüncesinde olanların da tasfiye edilmesi gerektiğini söylediler. Bu aynı zamanda önümüzdeki günlerde yeni tutuklama dalgalarının da geleceğinin göstergesi mi? Bu yoldaki soruma iki taraftan da kimse “Hayır” cevabını vermedi.

        BENİM GÖRÜŞÜME GELİNCE

        Buraya kadar anlattıklarım, ben yazıyorum, gayet tabii ki benim imzam altında çıkacak, ama yukardakiler içinde kesin benim görüşüm diye adlandırabileceğim bir yön fazla yok; sadece tarafların görüşlerini aktarmaya çalıştım. Ama tabii ki ben de Ergenekon’un devlet içinde birçok kuruluştan henüz tasfiye edilmediğini düşünüyorum ve ben de bunun işaretlerini haberlerden takip ediyorum.

        Ben sadece yeni dalgalar gerçekten gelecekse bunların artık haksızlıklara yol açmadan yapılmasını istiyorum çünkü bundan önceki dalgalarda haksızlık algısı yaratan uygulamalar hem Türkiye’ye hem de Ergenekon soruşturmasının selametine zarar verdi.

        TARAF YOK Kİ SAVAŞ OLSUN

        AKP ile Gülen Cemaati’ni farklı taraflar ve gerektiğinde birbiriyle savaşabilecek taraflar olarak göstermek bence yanlış; çünkü böyle iki taraf yok ortada. AKP ve Cemaat tamamen birbirleriyle iç içe geçmiş durumdalar. Her konuda anlaşamasalar da önemli, hayati konularda anlaşma içindeler ne AKP Cemaatsiz yapmak istiyor ne de Cemaat AKP olmadan yapabilir, bunun tamamen bilincinde.

        Özellikle Ergenekon zihniyeti ve oluşumuyla mücadele konusunda AKP ve Cemaat tamamen anlaşmış durumda. Başbakan Anayasa oylamasında Cemaat’in çalışmasını ve verdiği desteği unutmuyor. Ve bir olası başkanlık seçiminde aynı tür desteğe ihtiyacı olacağını da biliyor.

        Cemaat denilen Gülen hareketi emir komuta zinciri içinde çalışan bir ordu benzeri hiyerarşik bir yapı değildir. Bu tür yorumları yapanlar sadece önyargılarıyla konuşuyorlar. Onlara tavsiyem, benim gibi uğraşıp bağlantılar kurup hareket içinde yer alan insanları tanımaya çalışmalarıdır. Ben bunu yaptım ve hareket içinde olan insanların amaçlarının, hayallerinin tamamen farklı olduğunu biliyorum. Bu hareket devlet ile çatışmayı katiyen istemez, iktidardan da korkar.

        GÜLEN KESİN İZİN VERMEZ

        Diyelim ki hareket içinde bazı insanlar gözünü kararttı ve iktidara karşı savaş açtı. Bunu sadece büyükleri olarak bilinen Fethullah Gülen‘i karşısına alarak yapabilir; çünkü Gülen defalarca yazdı konuştu, o devlete karşı katiyen karşı çıkılmasını istemiyor, devlet kurumları arasındaki uyumun ne kadar önemli olduğunu da defalarca anlattı. Şimdi bazıları diyecekler ki, peki sen inanıyor musun bu laflara, yalan olmadığını nereden biliyorsun... Evet inanıyorum, benim tanıdığım Fethullah Gülen böylesine dünyevi küçük bir şeyde yalan söyleyecek bir adam katiyen değil. Devlet sevgisi, saygısı son derece gerçek onun.

        DÜŞÜNCELERİM BU KADAR

        Konuştuğum insanlardan sonra kendi düşüncelerim de böyle olunca ben AKP ile Cemaat arasında bir kavga olduğuna inanmıyorum. Bunu varmış gibi yorumlamak Türkiye’nin çıkarına değildir. Öyle tür bir kavga Türkiye’ye sadece zarar verir. Bu tür bir kavganın olduğu algısından sadece Ergenekon zihniyeti memnunluk duyabilir. Ergenekon zihniyeti de Türkiye’ye zarardan başka bir şey veremez.

        Başbakan bir an önce devlete çekidüzen vererek herkese haddini bildirip böyle yanlış yorumların, algıların doğmasına yol açan ortamı düzeltmelidir ve bunu da yapacak. Bu açıdan Gülen hareketinden insanların da, bu düzenin bir an önce kurulmasını istediklerini ve “İktidarın başında iyi ki Erdoğan gibi bir insan var, o bu işi toparlar” diye de konuştuklarını söylemeliyim.

        Ben geçen gün MİT konusunda biraz susmamız gerektiğini bu yüzden yazdım. Bilmeden, tam anlamadan konuşan gazeteciler bu kavganın içinde yokmuş gibi görünen gizli güçlerin emellerine alet oluyorlar. Bu yüzden herkes soğukkanlı olmalı ve bu hassas, kritik dönemde ve bugünkü dünya konjonktüründe Türkiye’yi zayıflatacak kavga ve tartışmaların dışında durmalıyız. Biliyorum sakin ve soğukkanlı tavır ve yazı, TV konuşmaları reyting ve tıklanma rekorları getirmez ama ben topluma karşı görevimi bu tür küçük kaygıların üstünde tutuyorum, herkese de aynı tavrı tavsiye ediyorum.

        Her türlü oyunun farkındayız

        YALÇIN AKDOĞAN (Yeni Şafak)

        9 yıldır içimin daraldığı, kalbimin sıkıştığı onlarca olay yaşadım. 2004 AB zirvesi öncesi Türkiye'ye dayatma yapıldığında, Davos'ta İsrail'in küstahlığı ilişkileri gerdiğinde, 27 Nisan'da yayınlanan bildiride ve öncesindeki uzun gecelerde tarifsiz gerilimler yaşadım. Ama şu son günlerde yaşananlar hepsinden fazla içimi daraltıyor. Bu olayların hepsi Başbakan Erdoğan'ın volkan gibi patlamasıyla, önüne aldığı herşeyi silip süpürmesiyle aşıldı. Bugün de durumu bir dayatma ve saldırı olarak görerek benzer patlama bekleyenlerin sayısı az değil, doğrusu haklı gerekçeleri de yok değil. Ama bazen susmak bağırmaktan fazla etki yapar, patlamaktansa sağduyuyu kuşanmak insafsızları da insafa getirir. Biz inanıyoruz ki, bir insanın gönül dünyasını yıkmaktansa veya tedirgin bakışlarla sükunet bekleyenleri kaygıya gark etmektense sıkışan kalbin patlaması evladır. İnsanın bir uzvu başka bir uzvuna adavet besleyemez, gönül koyamaz, hasmane tutum takınamaz. Bugün bazılarının anlamadığı şudur: Başbakan Erdoğan'ı gönülden seven cemaat mensupları ile Hocaefendi'ye sevgi besleyen AK Partililer arasında bir çatışma ve çekişme olamaz, bunlar birbirinden ayrılamaz, çünkü bunlar aynı insanlardır.

        İngiltere'de katıldığım bir akademik programda şunu öğrenmiştim: Bizler ne söyleyeceksek yazının sonunda söylüyoruz, İngilizler ise başında söylüyorlar. Ben de Türk gibi yazıp, onlar gibi yazının sonunu başa taşıyorum ve şunları söylüyorum:

        1. AK Parti ile Gülen cemaati arasında hiçbir zaman bir çatışma ve çekişme yaşanmamıştır, bundan sonra da yaşanmayacaktır. Bu sadece gönül birlikteliği değil, büyük Türkiye idealinde temerküz eden bir amaç ve hedef birlikteliğidir. İki farklı kulvarda hareket eden bu yapılar arasında güç ve iktidar çekişmesi yaşanmasını murad edenler yine hayal kırıklığına uğrayacaktır. Fitne ateşine odun atanlar, sadece parti ve cemaati 'kaybet-kayber/ sarmalına sürüklemek istememekte, aynı zamanda Türkiye'yi iddialarından ve demokratikleşme perspektifinden koparmaya çalışmaktadır.

        2. 15 Şubattan itibaren yeni bir kalkışmaya hazırlanan terör örgütü ve bölgede Türkiye'nin etkisini kırmaya çalışan Türkiye düşmanlarına fırsat verilmemelidir. Asker, polis ve istihbarat örgütlerinin uyumunu ve motivasyonunu güçlendirerek orlak hareket etmek, terörle ınücadele açısından hayati derecede önemlidir. Ne Ergenekon davası sulandırılmalıdır, ne KCK/PKK ile mücadele akamete uğratılmalıdır, ne de kirli ilişkilerle ve karanlık odaklarla hesaplaşma kesilmelidir. AK Parti iktidarı maruz kaldığı sıkınlılı duruma rağmen bu kararlılıktadır.

        Gelelim geçen haftadan bu yana oluşan görüntüye ve ortaya atılan iddialara:

        - MİT'in PKK ve KCK'yı kurarak ve büyümesini sağladığı iddiası bugüne kadar yaşanan tüm ölümlerin katili olarak devleti göstermekte, BDP'nin 'düşman devlet, ceberrut devlet 7 tezine güç vermektedir.

        - Yargı ve güvenlik bürokrasisinin, seçilmiş iktidara politika dayattığı, siyasete yön vermeye çalıştığı şeklinde bir algf oluşturulmaktadır.

        - AK Parti ile Cülen cemaati arasında çatışma üretilmek istenmektedir. - 250. madde değişikliği yaptırılarak Ergenekon sürecinin boşa çıkanlması murat edilmektedir.

        - MİT Müsteşarı ve bazı hükümet üyeleri KCK'lı gibi gösterilerek KCK operasyonları sulandırılmaktadır.

        - MİT, polis ve asker arasındaki uyum bozularak, moralsizlik oluşturulmakta, PKK ile mücadele zafiyete düşürülmek istenmektedir.

        - Devlet içinde çok parçalı, bölünmüş ve çatışma halinde biryapı otuştuğu izlenimi uyandırılarak otorite zafiyeti görüntüsü verilmektedir.

        - Kapalı devre çalışan bir ekibin Başsavcının, valinin ve hükümetin bilgisi dışında işler yaptığı algısı üretilerek güvensizlik pompalanmaktadır.

        - Bölgesel gelişmelerde etkili olan ve İsrail'in hedefi haline getirilen MİT Müsteşarının devre dışı bırakılmasıyla Türkiye'nin bölgesel etkinliği kırılmak istenmekledir.

        -MİT ve emniyet istihbarat arasında bir çatışma ve inisiyatif mücadelesi ateşlenmeye çalışılmaktadır.

        - Başbakan Erdoğan'ın Meclis kürsüsünden kendisinin görevlendirdiğini söylediği Hakan Fidan hedefe konularak, Başbakan'a karşı hamle yapılmaktadır.

        Geçen haftadan bu yana basında resmedilen fotoğraf budur. Bunların doğruluğu yanlışhğı bir yana, acaba bu görüntüyü kim üretmek istemektedir? Bir kısım savcı ve polisler mi böyle bir durumu planlamışlır yoksa onların girişiminden sonra birileri bu görüntüyü oluşturmaya mı çalışmaktadır?

        Eğer bu girişimi başlatanlar istemeden böyle bir duruma sebep oldularsa bir adım sonrasını göremeyecek bir yetersizlik içindedirler. Eğer bunu bilerek yaptılarsa ortada daha vahim bir durum vardır ve söylediklerinin tam tersi bir tezgahın parçası olmuşlardır.

        MİT'i temizleme ve yanlışların hesabını sorma arayışı ile bugünkü durum tamamen farklı eksene oturmuştur. Bugün daha büyük bir sorun önümüzde durmakladır. Elbette hangi kurum olursa olsun yanlış yapan hesap vermelidir, tüm kurumların ve yapıların içindeki Ergenekoncular, çeteciler, kirli ilişkiler günyüzüne çıkmalı ve bir arınma yaşanmalıdır. Ama bunun bir yolu ve yordamı vardır. Eğer üç günde gelinen noktada Ergenekoncuların, PKK'nın, İsrail'in, MİT içindeki karanlık yapıların, hükümet muarızlarının ve Türkiye düşmanlarınm bayram ettiği bir noktaysa, kimse çıkıp bunu işi abartmakla ve alınganlıkla izah edemez. Hele üstüne bir de hükümete 'tuzağa düşmeyin', 'MİT'in karanlık ilişkilerine arka çıkmayın' tavsiyesinde bulunmak ayrı bir istihzadır. Eğer bir tuzak varsa tuzağın başlangıç noktası neresidir? Şer güçlerin işine yarayacak bu iklimi kim üretmiştir? Ergenekon sadece MİT'in içine mi sızmıştır, yoksa her kurum ve yapı bu yönlendirmeden nasibini almakta mıdır? Tuzak sadece hükümete mi kurulmuştur?

        'MİT konusunda kişileri ve niyetleri sorgulamayın, vahim sonuca bakın' deniyorsa, bugün yaşadığımız vahim sonuç kimin eseridir? Yargı ve güvenlik bürokrasisi içinde kimseye güvenmeden gizli kapaklı iş çeviren bir grup, ülkeyi yönlendirmeye ve siyaset mühendisliğine kalkışıyorsa, bunun daha önceki durumdan ne farkı olur?

        AK Parti bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da karşılaştığı badireleri 'ortak akıl'la atlatmasını bilecektir. Ama bu işleri üreten akıl da nasıl birtutulmaya uğradığını veya nasıl bir kriz ürettiğini görmelidir.

        Şunu herkesin bilmesi gerekir: Türkiye'nin zararına olan bir durum, ne AK Partinin ne herhangi bir grubun faydasına olabilir. Bugün için AK Parti iktidarına zarar vermek ise Türkiye'ye ve Türkiye içindeki herkese zarar vermek anlamına gelir.

        9 yıllık iktidar döneminde maruz kalınan türlü türlü oyunlar, provokasyonlar, tezgahlar büyük bir tecrübe oluşturmuştur. Samimiyet, her türlü oyunu bozar. Milletin hayır duasıyla ve desteğiyle bütün badireleri atlatan AK Parti iktidarı bu oyunu da bozacaktır. Menfaat değil ideal birlikteliğiyle oluşan kardeşliğe kimse halel getiremez.

        Biz kardeşlikle, samimiyet ve ortak akılla hareket etmeyi sürdüreceğiz. Yanlış yapanlar veya istismar edilecek durumlara sebep olanlar hesabını millete ve adl-i ilahiye verirler.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ