Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar 'Kendime güzel olmayı yediremedim'

        Fotoğraflar: Özge Mine SARIÇAM

        Yalan Dünya'nın hem Eylem'i hem de Vasfiye'si Gonca Vuslateri. Şu sıralar Craft Tiyatro'da Bora Akkaş'la birlikte Kabin oyununda karşımıza çıkıyor. Oyunun en çok güzellikle ilgili kısmından etkilendiğini söyleyen Vuslateri, "Kendime bir savunma mekanizması geliştirmişim oyundaki kadının güzellikle ilgili sorununu çok iyi anladım diyorum. Halbuki o tamamen benim sorunum. Bir türlü kendime güzel olmayı yediremedim" diyor.

        Bazı insanlarla yan yana geldiğinizde sizi bir anda enerjileriyle yükseltirler. Hayatı daha coşkulu yaşamanızı sağlarlar. İşte Gonca Vuslateri tam böyle biri... Onun yanında sıkılmanız mümkün değil. Bir anda karşısınıza bir roman kahramanı olarak çıkabilir, iki dakika sonra da teyzenizi andırır. Her an ne yapacağını kestiremezsiniz. Çünkü sürprizlerle doludur. Maskeleri yoktur Gonca'nın, o anda canı ne yapmak istiyorsa öyle davranır. O nedenle bence onun en kıymetli varlığı samimiyetidir. Arkadaşlarıyla aşk yaşar, bir de kitaplarıyla... Sayfadaki fotoğraflara baktığınızda eminim siz de "Güzel kadın" diyeceksiniz ama buna Gonca'yı ikna etmeniz çok zor. Bir türlü güzel olduğuna inanmıyor. Bence bu konuda fazlasıyla kör! Gonca, şu sıralar Yalan Dünya'da hem Eylem hem de Vasfiye Teyze karakterini canlandırıyor. Bir de Bora Akkaş'la Craft Tiyatro'da Kabin oyununda rol alıyor. Özellikle Kabin'i mutlaka izlemenizi öneririm. Çünkü sizi kendi içinizde acılı bir dünya turuna çıkarıyor, marazlarınızla yüzleştirip içinizi darmadağın ediyor. Ben de bu serüveni konuşmak için Gonca Vuslateri'yle buluştum, ortaya bu keyifli sohbet çıktı.

        Hepimiz büyüyünce ailelerimizin evinden çıkmayı hayal ederiz. Ama sen sanki kendi aileni yaratmak istiyorsun. Aile ortamından neden çıkmak istemiyorsun?

        Bazen adam olacak çocuk talihsiz anılardan da belli olur. Aileler bir kırılma noktası yaşarlar. Benim çocukluğum tam öyle bir döneme denk geldi. Yani anne ve babamın boşanması, boşanma sonrası onların psikolojileri, hayata tutunmaları ve tutunamamaları vardı. Bu dönemde evin içinde ezbere güttüğümüz bir ayakta kalma ve hayatı yaşama operasyonu vardı. İşte o zaman herkesin ne kadar yalnız olduğunu ve kendi ailesini kendisinin yaratması gerektiğini öğrendiğim anlar yaşadım. Bu dönem 13'ümden 19 yaşıma kadar sürdü.

        Sonrasında da evden ayrıldın, değil mi?

        19 yaşımdan beri ayrıyım. Maddi ve manevi çok yenildiğim zamanlar oldu. Ben güçsüz olduğumda söylerim. Tuhaf bir açlığım var. Hiçbir zaman bir ailenin içinde hissetmedim kendimi ama hep olduğum yeri aile sevgisine ve güvenine dönüştürmeyi sevdim. Arkadaşlıklarımda, ilişkilerimde hep bunu aradım. Annem bir hikâyenin içinde en güzel kendimi savunduğum nokta oldu. Dolayısıyla utançsız, keyifli, çok bilgili, en güzel hicivlerin, hikâyelerin ve katarsislerin yaşandığı bir aileden gelme bir çocuğum ama dibine kadar yalnızlığı da hissetmiş bir çocuğum. Olabilecek en erken yaş itibariyle... Belki bunun getirdiği bir şeydir o özlem.

        Senin yeni aile bireylerinde pek havalı... Yazarlar, gazeteciler, oyuncular, yönetmenler, müzisyenler var...

        Hep bir akşam yemeği şöleni, kutlamalar... Bir Ferzan Özpetek filmi gibi. Bütün yaşanmışlıklar bir günün hikâyesini anlatıyor. Kalabalık olmasından çok sadece görmek istediklerim ve duymak istediğim hikâyelerin sahipleri var. Benim hayatın içinde özendiğim, imrenerek baktığım, yaptığı işleri merak ettiğim insanlarla bir akşam yemeğini paylaşmayı seviyorum. Bu benim için çok ailevi. Böyle yerlerde acayip bir kalkan oluşturulduğuna inanıyorum ve bu kalkanın da o yemekten sonra asla kolay yıkılabileceğine inanmıyorum.

        'TÜM TANIDIĞIM KARAKTERLER VAR'

        Biraz o aile bireylerinden bahsedelim... Çağ Çalışkur, İpek Bilgin, Kemal Hamamcıoğlu, Can Bonomo, Rıza Kocaoğlu, Mehmet Erdem, Ece Temelkuran...

        Ve sen... (Gülüyor) Öğrenciyken Melih Cevdet Anday kitabını coşkuyla elimizde taşırken hocalarımız "Biz onunla Gar Meyhanesi'nde otururduk" derlerdi ve ben gıptayla bakardım. Şimdi ben de kendi dönemimim gazetecileriyle, yazarlarıyla aynı masada oturuyorum. Üstelik kendimi izletme fırsatım olmuş. Benim için daha büyük bir övgü olamaz. Bir de arkadaşlıklardaki aşk beni çok etkiler.

        Gelelim Bora Akkaş'la rol aldığınız Kabin oyununa. Bu oyun nasıl doğdu?

        Yazarımız Kemal Hamamcıoğlu'yla üç yıl önce röportaj yaptık ve arkadaşlığımız pekişti. Sonra Kemal, "Aklımda bir oyun fikri var. Bunu askerde yazacağım ama seni de sık sık arayacağım" dedi. Askerdeyken arıyor ve "Bir kadın, bir erkek ve bir kabin var" diyor. Ben "Nasıl yani" derken 6 dakika konuşma süresi doluyordu. Dönünce oyunu okudum ve DOT'a götürdüm. Özlem Daltaban, "Kendini mutlu hissedeceğin şeyi yap" dedi. Ben de oyunu alıp Craft Tiyatro'ya geldim. Rıza Kocaoğlu'yla oyuna başladık. Ama hem benim, hem Rıza'nın hem de oynayacak diğer arkadaşımızın dizi setleri yoğundu. Oyuncumuz Bora Akkaş, yönetmenimiz de Çağ Çalışkur oldu.

        Oyun, bir kabinde geçiyor. Cinsel bir tatmin için girdikleri kabinden her ikiside ruhsal bir boşalmayla çıkıyor...

        Değil mi? Düşün bir kadın ve bir erkek bir mekâna giriyorlar ve gerçekte neden orada olduklarını anlayıp çıkıyorlar. Oyun bu.

        Oyun, 80 dakikada ilişkiler, iki yüzlülük, aile, cinsellik, hayat üzerine çok söz söylüyor. Ama ben en çok seni hangi sözün etkilediğini merak ediyorum...

        Oyunun güzellikle ilgili kısmı beni çok etkiliyor. Çünkü ben kendimi çok güzel bulamam. Bir de kendime bir savunma mekanizması geliştirmişim oyundaki kadının güzellikle ilgili sorununu çok iyi anladım diyorum. (Kahkahalar) Halbuki o benim ve tamamen benim sorunum. Oyundan sonra kuliste, ayakkabımı çıkarırken kendime şunu itiraf ediyorum: "Yine başkası gibi söyledim orayı." Bir türlü kendime güzel olmayı yediremedim. Oyunda, "İlk defa güzel olduğumu söylemesini istediğim biri güzel olduğumu söyledi" diye bir cümle var. O, çok özel bir cümle. Çok basit ama bir kere sesli söyleyince insan bir durup düşünüyor. Bir de yaşlanmaktan çok korkuyorum.

        Beni de en çok "Evden çıktım, yüzümde temiz bir gülümseme. İstanbul temiz, ben temizim" repliği etkiledi...

        Bu cümleyle içimde bağıra bağıra ağlamak isteyen bir erkek oluyor. Oyun ben de bütün tanıdığım karakterleri harekete geçiriyor. Bütün değirmenler çalışıyor. Bütün değirmenler çalışınca sen bendeki elektiriği düşün. (Kahkahalar)

        'Sanatla uğraşan psikologsuz yaşayamaz"-'

        Bir de her iki kabinde de ayna var ve seyirci çoğunlukla sizi o ayndan izliyor. O aynalar aynı zamanda içinize yaptığınız yüzleşmenin sembolü mü?

        İkimizin içinde çok zor bir şey bu. Birbirimizi görmeden sadece sesle oynuyoruz. İnsan kendini sadece sonuçlarıyla hatırlıyor. Oynarken ki anı görmek çok zor. Oyuncu olarak da çok feci kıstırıldık. Psikoloğum oyunu çıkarma sürecinde geçirdiğin krizi biliyor. Oyunu izlemeye geldiği gün çok heyecanlandım. Rolde dişlerimi sıkacağım kişisel algılayacak diye çok korktum. (Gülüyor) Sonunda bana "Aferin" dedi. Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Benim gibi yüksek frekansta yaşayan biri ömrünce psikologsuz yaşayamaz. Türkiye'de sanatla uğraşıyorsan zaten düzenli gittiğin bir psikolog olması gerekiyor.

        Gonca hep iş dedik. Peki aşk hayatı ne alemde?

        O kadar aşksızım ki, sapına kadar... Pamuklar arasında bir fasülye gibiyim, yağmurumu bekliyorum, filizleneceğim. (Kahkahalar)

        (Tiyatro fotosu altı)

        Bora Akkaş, içinde bulunduğu oyunun ve karşısındaki oyuncunun her şeyini idare eden iyimser çocuğunu oynuyor. Bence bu çok zor bir şey ve bu onun oyunculuk nurmarası. Ben oyunda "Yangın var" diye bağırdıkça, o sözcüklerinde serin sular taşıyan bir adam.

        'Vasfiye benim için tatil'

        Son haftalarda Yalan Dünya'da oynadığın Vasfiye Teyze'yi konuşur olduk. Bu karakter nasıl doğdu?

        Enerji düşürme potansiyeline sahip kadınlar vardır. Ben çocukken annemle babam boşandığı için girdiğimiz ortamlard Vasfiye Teyze'nin tonunda dibimde konuşan kadınlar vardı. "Ah yavrum, ne çektin be... Ana bir yerde, baba bir yerde" derlerdi. Ben şen şakrakken bu konuşmalara anlam veremezdim. Bir gün Gülse Birsel'e "Ne çektin be" diyerek bu hikâyeyi anlattım. Gülse, Vasfiye Teyze'yi getirdi. İlk oynayamadım. "Ne çektin be" kısmı olduyor ama devamını beceremiyordum. Sonunda çektik ama içimize sinmedi. Tekrar sete girdik. Bu kez oldu ve hepimiz gülüyorduk. Resmen bir hafta Vasfiy'yle geçti. Yayınlandığı akşam korkudan telefonumu kapattım. Sonra Twitter'dan yorumları görünce beş kez arka arkaya izledim. Biz bu kadar tutacağını beklemiyorduk. O nedenle Vasfiye Teyze rolü devam edecek. Ben Eylem'i seviyorum ama Vasfiye'de benim için inanılmaz bir tatil.

        'Can Bonomo şarkı yaptı'

        Can Bonomo, Kabin oyununuz için bir gecede şahane bir şarkı yapmış. Onu nasıl ikna ettiniz?

        Oyunun bir şarkısı olsun istedik. Ben Can'ı çok seviyorum. 2012'de çok zor bir dönemimde Can'ın Meczup albümü bana çok iyi gelmişti. Kabin oyununda da hem romantik, hem sert, hem de çok alaturka bir şey var. Can'ın sesinde de bu üçü var. Bir gece Can'a "Sana bir oyun okuyacağım ve bir şeyler katmanı istiyorum" diye mesaj attım. Hemen "Süper" diye cevap geldi. Can'ı provaya çağırdık. Oyunu izledikten sonra kabine bakmaya devam ediyordu ve ben oyunun Can için devam ettiğini biliyordum. Yanıma gelip sakin ve süzülmüş bir ruhla "Nasıl bir şey istersin?" dedi. Ben de "Müzik tarif edemem ama sen şu anda piyononun hangi notasında kaldıysan oradan devam etmeni isterim" dedim.

        Birbirini bu kadar iyi anlamak ne güzel şeymiş...

        İnanılmaz bir şey Oya. Can o gece şarkıyı yaptı ve her şeyi bitmiş haliyle beş gün sonra bize verdi. Çok beğendik. Birlikte bir şey yapmak şimdiki zamanda çok zor. Düşün bir bir oyun yapıyoruz ve bir arkadaşımız bize şarkı yapıyor. Bu şahane bir şey. Sonuçta hepimiz yaşlandığımızda etrafımızdakilere "Başıma ne geldi, biliyor musun?" demek için yaşıyoruz. Çok da güzel bir şey geldi.

        '27 yaşını zor geçiriyorum'

        Hayatı çok yüksek frekansta yaşıyorsun. Senin mutluluğu yüksek ama mutsuzlukta da en dibi mi yaşıyorsun?

        Evet, çok yüksek oluyor. Geçen gün Rıza Kocaoğlu'na "27 yaşındayım. İlk defa kendimi yalnız ve güçsüz hissettiğim bir dönem bu. Acaba bu 27'nin dünyada gerçekten böyle bir duruşu mu var? Hormonel bir şey mi? Yok olmak istiyorum" dedim. Düştüğüm zaman çok zor kalkıyorum. Bu 27yaş çok zor geçiyor. Her depresyon çocuk doğruyormuş gibi geçiyor. Sence geçecek mi?

        Merak etme, 28 yaşına bastığın gün "Oh be" diyeceksin...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ