Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya Bir iftira yumağına yazılı cevaptır

        Rasim Ozan Kütahyalı’nın yazısını okumayanlar için, yazarın etik problemlerle dolu yazısından size yedi maddelik bir özet hazırladım. Kendi fikrimi de her maddenin ardına ekledim.

        Muhalif sanatçı olunur

        1. “...ülkemizde de (p)opüler kültür dünyası içinde kendi ‘sistem-karşıtı’ ve ‘muhalif’ fikirlerini hem sanatlarına hem genel konuşmalarına ve eylemlerine yansıtma iddiasında olan figürler var... Ahmet Kaya gibi çok değerli istisnaları hariç tutarsak bu tablo Türkiye için maalesef tamamen palavra... Yalancı ve sahtekâr bir muhaliflik bu.”

        Evet, ülkemizde bu iddiada bulunan insanlar var. Hayır, istisnalar o kadar az değil. Bu ülkede Barışarock diye bir müzik festivali yapıldı, “Savaşa Hiç Gerek Yok” diye bir single, Grup Yorum diye bir müzik grubu, “Güldünya Şarkıları” diye bir albüm var. Ceza diye bir adam var. Cem Karaca var. Aynur var. KardeşTürküler var. Moğollar var. Ezel Akay, Reha Erdem, Yeşim Ustaoğlu var. Var da var. Dolayısıyla bu gözlem bence yanlış, ama birisinin böyle bir fikri ifade etmesiyle bir sorunum olamaz. Oturup tartışırız. Palavranın nerede olduğu er geç çıkar ortaya.

        2. “Küçüklüğünden beri devletin okullarda ezberlettiği devletçi-milliyetçi söylemi hiç sorgulamadan üstünü ‘solculuk’ sosuyla kamufle ettin mi, işte sana oluyor ‘muhalif ve sistem-karşıtı’ Türk sanatçısı... Yani ortada klaksonundan başka her yerinden ses çıkan araba modeli gibi rezil kepaze bir ‘sanatçı’ modeli var...”

        Rezil kepaze bir sanatçı modeli diyerek yazar öfkesini net bir şekilde ortaya koymuş. Şurası kesin: pek çok sanatçı, gerçekten de Kemalizm’in 12 Eylül versiyonunu bile ilerici bir şey zannediyor. Ya da mesela Halit Refiğ, demokrasiyi yeniden düşünmemiz gerektiğini, çünkü soğuk savaşın bitmesiyle bizim zaten soğuk savaş başladığı için geçtiğimiz bu sistemi sürdürmemize gerek kalmadığını düşündüğünü bir televizyon programında açıkça ifade etti. Yine pek çok sanatçı, geçtiğimiz yıl kendisini 28 Nisan mitinglerinde alana çıkıp 1 Mayıs’ta susarken buldu. Ve ayrıca evet, ben de bazı sanatçıların kafalarının karışık olduğunu, hata yaptığını düşünüyorum. Peki “rezil kepaze” de neyin nesi? Örneğin bir yazar sevdiğim bir gazetenin kalitesini düşürüyor ve hem de benimsediğim değerlere gün aşırı küfrediyor diye ona “aşağılık bir yazar modeli” diyebilir miyim? Demem.

        3. “Bu feci modelin tipik örneklerinden biri aktör Nejat İşler (...) Bu oyuncu geçen hafta Habertürk’te ‘Kısa Devre’ programındaydı. Tam yukarıda anlattığım türde ‘muhalif’ konuşmalarını sürdürürken zihniyetini çok net belli eden bir cümle sarfetti... ‘Uluslararası sermaye güçleri, çok-uluslu şirketler bu topraklara ait olan, milli olan ne varsa elimizden almak istiyorlar, milli özelliklerimizden bizleri arındırmak istiyorlar, böylece bize daha çok mal satabilecekler. Temel planları bu...’ mealinde bir cümleydi bu...”

        İşte burası fikrin bitip ayıbın başladığı yer. Ayıp 1: Yazarın kurgulayıp şimdi de “feci model” dediği kategoriye Nejat İşler’i sokmak. Sebebi, Nejat’ın aslında yaşam biçimi ve dahası varoluşuyla pek çok politik fikir ayrılığının üzerinde bir yerde olması. Bunu ayrıntılandıracağım. Ayıp 2: Nejat İşler öyle bir cümle sarfetmedi. Nejat, aynen şunu söyledi: “Bir şekilde milli olan, milli değil de, o toprağa, o coğrafyaya ait olan her şeyden bir şekilde orayı arındırıp (sözü kesilip devam ediyor) orada bir tüketici şekli bulmaya çalışıyorlar. Biz, çok uluslu şirketlerin birşeyler satmaya çalıştığı insanlarız.” Dikkatinizi çekti mi bilmem, “milli” kelimesini kullanır kullanmaz, hem de canlı yayının karmaşasında, kendini daha iyi ifade edeceği şekilde yeniden kurarak cümlesini bitirdi sevgili dostum. Gazlı içeceklerden, hamburger zincirlerinden, ilaç şirketlerinden, kısaca reklam pastasının büyük oyuncularından bahsediyor olmalı, çünkü moderatörü olduğum o ortamda o esnada rating ve AGB üzerine konuşuyorduk. Zihniyet bir cümlede “çok net belli” olan bir şey midir, ayrıca duyduğunu doğru yansıtmaktan aciz birinin hangi değerlendirmesine nasıl güvenelim? Belli ki kapitalizm eleştirisinin ufak bir dozu bile çıldırtmaya yetmiş yazarı. Bir ifadeyi tırnak içine alıp sonra da “mealinde bir cümle” demek vicdana sığar mı? Sığdıranın hayatına, “ben özgürlükçü bir yazar kılığına girmiş bir pisliğim, bulunduğum yerin saygınlığına zarar veriyorum ama olsun, ismimi parlatıyorum çünkü ilerde benden bir şey olur, belki lider filan olurum” mealinde bir hayat dense bu sizin vicdanınıza sığar mı, ey okuyucu?

        Programı iyi izlememiş

        4. “Sosyalizm ve faşizmin ne kadar uyumlu bir beraberlik oluşturabildiğinin somut örneği bir zihniyet yapısı bu.”

        Ne alakası var? Eğer amaç bu cümleyi sarfetmekse, mantıksal tutarlılığı şüpheli cümlelere bir iftira ekleyip kendi alanının en iyilerinden birkaç kişiye çamur sıçratmaya gerek yok ki...Cümleye gelince.. Ortada yazarın anlattığı türden bir zihniyet yapısı yok ya, diyelim ki var, buradan sosyalizmle faşizmin uyumuna atlanamaz. Akıl bunu almaz. Dolayısıyla artık elimizde, yazarın esas derdiyle - sola küfretmekle - ilgili bir veri var. Peki, o zaman eğri oturup doğru konuşalım. Faşist de demeyelim, bu ülkede faşizan zihniyetlerin hedefinde olmak konusunda kendine sosyalist diyenlerin kendine liberal diyenlerden bir eksiği var mı? Liberal düşünce topluluklarının toplantılarına, kariyer günlerine biber gazıyla, copla girilmemesinden aklı başında kimsenin rahatsız olacağını sanmam, bedel ödeme geyiğinden de bahsetmiyorum ama mesela siz hiç Besim Tibuk’u herhangi bir anti-faşist eylemde gördünüz mü? Üniversitelerde, sokaklarda ırkçıların, polisin veya türlü grupların hedefinde kimler olageldi bu ülkede? Anladık, biliyoruz, liberalizmin sosyalizmle ilgili bir meselesi var. Tersi de doğru. Peki bu dille, bu kolaycılıkla tartışılabilir mi bu meseleler? Tanıl Bora’nın liberal çizgideki kanaat önderlerinin çoğunu “pozitivist toplum mühendisliği anlayışını ve Kemalist otoriterliği tekrarlayan bir bilgiçlikle, yukarıdan yukarıdan konuşmaya yatkın” bulması (Birikim, Ekim 2008), Ümit Kıvanç’ın “Demokratlık Polisi”nden bahsetmesi (Taraf, 21 Haziran 2008) boşuna değil.

        5. “Hiçbir tartışma yaratmayan bu tür sözler, ‘muhalif ve solcu’ olmak adına akıp gitti program boyunca...”

        Öyle olmadı. Bizim programda yeri geldi Baykal’ı yerin dibine soktuk, defalarca darbelerden, muhtıralardan bahsettik, neler neler konuştuk, ama sözü geçen bölümde politika üzerine çok da fazla konuşulmadı. Sırtında kulağı olan bir fare yapmıştı genbilimciler, içim kalkarak izlemiştim. Dinlemeyi engelleyen bir genetik mutasyondan mı şüphelenmem lazım şimdi, yoksa seçici dikkatin akla zarar verdiği bir durumdan mı?

        6. “Bu isimler (Harun Tekin, Pelin Batu, Nejat İşler üçlüsünü kastederek) bir yandan da Baskın Oran’ın ve her özgürlükçü-demokrat entelektüelin kanını donduracak, Hrant’ın katillerini yaratan zihniyete ait kepaze sözleri de pervasızca edebiliyorlar... Bu sözler edilince itiraz etme gereği duymuyorlar... Ortada sıradan-faşizm durumu olduğu kadar, postmodern bir karaktersizlik ve omurgasızlık durumu da var...”

        İşte zurnanın zırt dediği yer. Ben kendi adıma, ilgili herkesi de cevap haklarını kullanmaya davet ederek söylüyorum ki, ben o katilleri yaratan zihniyeti destekleyen sözler etmiyorum. Bu kocaman iftira yumağını sıkıcı bir yazar modelinin tipik bir örneği olduğunu düşündüğüm Rasim Ozan Kütahyalı’ya aynen iade ediyorum. Omurgasızlık ve post modern karaktersizlik, genel olarak sol-Kemalist ve/veya ulusalcı çevrelerden liberallere doğru yöneltilen ithamlardır. Bunlar gibi, “liboş”, “dönek” türü ithamları da çirkin bulurum. Politikayla ilgili fikir yürüten insanlar yıllar geçtikçe fikir değiştirebilirler, bunu omurgasızlık ya da karaktersizlik olarak nitelemek adil olmaz. Sıradan faşizm ise, milliyetçiliklerle ilgili olduğu kadar fanatizmle de ilintili bir konu. Fanatizm, Rasim Ozan’ın üzerinde çalışması gereken bir hal. Ondan muzdarip çünkü. Hezeyanları sağduyusunun da, aklının da önünde. İfade etmek istediği fikre dayanak bulmak konusunda bütün meslek ilkelerini çiğneyebilecek kadar gözü dönmüş biri gibi görünmesi bundan bence. Yoksa omurgasızlıktan filan değil.

        Banal milliyetçiliğin banalliği

        7. “Bu isimler de tıpkı Okan Bayülgen gibi banal bir milliyetçiliğin, sıradan-faşizm diyebileceğimiz bir zihniyetin türbülansına kapıldıklarını farketmeliler...”

        Umut Özkırımlı’nın, Ferhat Kentel’in, Tanıl Bora’nın metinlerinde beni ikna eden ve çok önemli olduğunu düşündüğüm bir ortaklık var: bir tek milliyetçilik yoktur, milliyetçilikler vardır. Milliyetçi olmayan biri olarak, sıklıkla “milliyetçilik” olarak ele alınan bu kavrama gereğinden fazla anlam yüklendiğini ve milliyetçilikle mücadele adı altında seçilen bazı yolların amacın tam tersine hizmet ettiğini düşünüyorum. İnsanlar, türlü şikâyetlerini, korkularını, eksikliklerini ifade edecek bir şemsiye kavram olarak milliyetçiliği kullanabiliyorlar. Bir kent milliyetçiliği, bir Atatürk milliyetçiliği, bir kültür milliyetçiliği, bir etnik milliyetçilik, ulusalcılık ve daha niceleri aslında en çok biz onların hepsine birden milliyetçilik dediğimizde birbirine yaklaşıyor. Herhangi bir türünü olumlu bulduğumdan söylemiyorum bunu, ama iyi anlamadığımız, anlamaya yeterince çaba göstermediğimiz yanları olduğu ortada bu kavram dünyasının. “Banal bir milliyetçilğin türbülansına” sade vatandaş da katılabilir, “Sade Vatandaş” da katılabilir. Bu durumla, söylemini beğenmediğimiz kişileri lanetleyerek başedemeyiz. Anlatı savaşlarını, elinde yeterli imkân olmadığından veya kendi ihmali sonucu dar bir zihniyete savrulan insanları aforoz ederek yürütmek, onları ötekileştirmek demektir.

        Son olarak yeniden Hrant’ı anmadan geçemeyeceğim. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı kimse, sanatçılar olmadan yenemez. Yenemez, çünkü örneğin genç yaşında ırkçı olmuş birisini siz münazara yoluyla ikna edemezsiniz. Ama Sezen Aksu kendisini ona da dinletebilir. Bir sanatçının hiç paylaşmadığı görüşleri hayat felsefesi edinenler, onun bir sanat eserinin kendilerine çarpması sonucu yepyeni şeyler düşünebilirler. Ancak bu hallerde bir değişim şansı vardır bazıları için. İsmail Türüt dinleyeceğine Kazım Koyuncu dinlerse bir genç, orada binlerce makalenin sağlayamayacağı bir olanak vardır. Ceza’nın bir nakaratta söylediğini anlatmak için yıllarca boşuna çabalamış kaç köşe kadısı gelip geçmiştir gazete köşelerinden. Popüler kültür, bu yüzden çok önemli bir alandır ve bu yüzden, kimsenin o alanda alnının akıyla varolup çoğu zaman göz ardı edilen binbir zorlukla boğuşan sanatçıları bir kalemde silmeye hakkı olamaz. Beni ve başkalarını, yanlış bilgilere dayanarak pervasızca doğru yerde durmaya davet edenlere, Ahmet Altan’ın benzer durumda yaptığından esinlenerek karşılık veriyorum: Siz, böyle saygısız, nezaketsiz, duyarsız bir yazma üslubunu benimseme cüretini nereden buluyorsunuz? Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu sizin?

        İşte Rasim Ozan Kütahyalı'nın 06.12.2008 tarihli yazısı

        Faşist sanatçılar ülkesi

        Dünyanın hemen her yerinde sanatçılar genel olarak muhalif eğilimlere sahiptirler. Sanatçıların muhalif, ezberbozucu, sistem-karşıtı ve devrimci tavırlarından bahsedilir... Daha doğrusu öyle olmaları gerektiği, öyle olmalarının sanatçı olmanın temel şartlarından biri olduğu ifade edilir... Bu tür “muhaliflik” “sistem-karşıtlığı” gibi şeyleri takmayan popüler kültürün kimi figürlerine yönelik küçümseyici, aşağılayıcı ve kınayıcı bir dil kullanılır. O tür popüler isimlerin ucuz, basit, sabun köpüğü isimler olduğundan dem vurulur...

        Bizim ülkemizde de buna benzer bir söylem ve ayrım var... Popüler kültür dünyası içinde kendi “sistem-karşıtı” ve “muhalif” fikirlerini hem sanatlarına hem genel konuşmalarına ve eylemlerine yansıtma iddiasında olan figürler var...

        Ahmet Kaya gibi çok değerli istisnaları hariç tutarsak bu tablo Türkiye için maalesef tamamen palavra... Türkiye’de kendince “sistem-karşıtı, muhalif ve solcu” tavırda olan sanatçılar genelde Batı’daki trendler öyle olduğu için, öyle olmanın iyi PR getireceğini hissettikleri için öyle olmuş kişiler... Dolayısıyla bu tavrın hiçbir sahiciliği yok. Hiçbir tutarlılığı ve omurgası olmayan oradan buradan duyulmuş şeylerin pastiş şeklinde biraraya getirilmesinden oluşmuş yalancı ve sahtekâr bir muhaliflik bu...

        Dahası Türk sol geleneğinin İttihatçılıktan süzülmüş berbat söylemleri de “solcu ve muhalif olmam lazım” dürtüsündeki popüler kültür figürlerinin dünyasına süzgeçsiz şekilde transfer oluyor. Aslında ortalama Türk sanatçısının geldiği aile geleneği de genelde Kemalist olduğu için, bu feci söylemler onların zihninde verili olarak duruyor... Küçüklüğünden beri devletin okullarda ezberlettiği devletçi-milliyetçi söylemi hiç sorgulamadan üstünü “solculuk” sosuyla kamufle ettin mi, işte sana oluyor “muhalif ve sistem-karşıtı” Türk sanatçısı... Yani ortada klaksonundan başka her yerinden ses çıkan araba modeli gibi rezil kepaze bir “sanatçı” modeli var...

        Bu feci modelin tipik örneklerinden biri aktör Nejat İşler... İşler, her çıktığı yerde tavırlarıyla ve konuşmalarıyla “farklı, muhalif ve sistem-karşıtı”!!... Üniversiteli “muhalif” birçok genç, ucuz ve basit popüler kültür figürlerine karşı bu “karakterli” sanatçıyı ve onun gibileri seviyor... İşler, o tür “muhalif-solcu” gençlik dergilerinin baştacı ettiği isimlerden biri...

        Bu oyuncu geçen hafta Habertürk’te ‘Kısa Devre’ programındaydı. Tam yukarıda anlattığım türde “muhalif” konuşmalarını sürdürürken zihniyetini çok net belli eden bir cümle sarfetti...

        “Uluslararası sermaye güçleri, çok-uluslu şirketler bu topraklara ait olan, milli olan ne varsa elimizden almak istiyorlar, milli özelliklerimizden bizleri arındırmak istiyorlar, böylece bize daha çok mal satabilecekler. Temel planları bu...” mealinde bir cümleydi bu...

        Bu sözlerin analizi sadece bu yapay sanatçı modelini değil, aslında genel olarak Türk solcusu modelinin de berbat halini anlatıyor bize. Çoğu Türk solcusu ve Türk “muhalif” sanatçısı yukarıdaki cümleyle özetlenen zihniyetin taşıyıcılığını yapıyor bugün... Sosyalizm ve faşizmin ne kadar uyumlu bir beraberlik oluşturabildiğinin somut örneği bir zihniyet yapısı bu. Duygusal olarak İttihatçı-faşist ezberleri tekrarlayan, teorik söylem olarak da solcu bir dile sahip o korkunç ve ahlaksız zihniyet...

        O ortamda Mor ve Ötesi grubunun solisti Harun Tekin ve oyuncu Pelin Batu da var. Hiçbir tartışma yaratmayan bu tür sözler, “muhalif ve solcu” olmak adına akıp gitti program boyunca... Tekin ve Batu da İşler gibi “muhalif” tavra sahip bilinen figürler... Baskın Oran gibi bir sapına kadar özgürlükçü-demokrat bir ismi desteklemiş isimler. Muhtemelen İşler de desteklemiştir Baskın Hoca’yı... Hrant Dink’in katledilmesi üzerine Agos’a da gitmiş olabilir bu isimler, hiç şaşırmam... Ama bir yandan da Baskın Oran’ın ve her özgürlükçü-demokrat entelektüelin kanını donduracak, Hrant’ın katillerini yaratan zihniyete ait kepaze sözleri de pervasızca edebiliyorlar... Bu sözler edilince itiraz etme gereği duymuyorlar... Ortada sıradan-faşizm durumu olduğu kadar, postmodern bir karaktersizlik ve omurgasızlık durumu da var...

        Ben özellikle Harun Tekin’i ve Pelin Batu’yu hayatı ve dünyayı sorgulama çabalarında samimi bulurum. İşler çok yapay bir adam portresi çiziyor ama özünde belki o da öyledir... Hrant’ın katlini lanetlerken ve Baskın Hoca’yı desteklerken de içten olduklarını düşünürüm ve öyle de inanmak isterim... Fakat bu isimler de tıpkı Okan Bayülgen gibi banal bir milliyetçiliğin, sıradan-faşizm diyebileceğimiz bir zihniyetin türbülansına kapıldıklarını farketmeliler... Bu ülkenin solculuk kültürünün rezilliklerini bünyelerinden uzak tutmalılar...

        Özellikle Nejat İşler muhalif ve ezberbozan değil cahil ve faşist bir zihniyetin esiri olduğunu farketmeli. Muhalif olmaya kendi iç dünyasının solcu söylemle örtülmüş faşizan saplantılarına muhalefet etmekle başlamalı...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ