Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya Yiğit Bulut yazdı..

        BİR gazete yöneticisi düşünün; hükümetin yanlış yaptığına inanıyor.

        Gazetesini buna göre yapıyor ve “objektif olarak” haksız gördüğü noktalarda hükümeti eleştiriyor...

        Hakkı mı? Sonuna kadar hakkı! Peki hakkı olma ve haklı olma sınırını nerede geçiyor?

        Gazetesini, “seçilmiş hükümeti” askere devirtme dinamiğine alet ettiği hatta gazetesi vasıtasıyla bunu “tezgâhladığı” an. Kendi gazeteci arkadaşlarını “gammazlayıp” haber yaptığı noktadan itibaren.

        Demokratım diye bağırıp, demokrasi dışı yöntemlere “411 el kaosa kalktı manşeti” ile destek verdiği zaman...

        Bir gazete düşünün... Genelkurmay Başkanı’nın basın toplantısı sonrasında “Balyoz gibi sözler” diye manşet atıyor.

        Siyasi otoriteyi fikir bazında “değil”, kısa yoldan “asker botuyla” dövme rahatlığını seçiyor. Olması gerekenden “sapıyor”.

        Hastalıklı “medya işte” bu sınırda hayata geçiyor.

        Bir üniversite rektörü düşünün. Türkiye’yi yöneten “siyasi otoriteye” tezi itibarıyla “muhalif”.

        Hakkı mı? Sonuna kadar “muhalif olma”, karşı durma ve eleştirme hakkı var...

        Peki hakkı olmayan ne? Haksız ve yanlış olma sınırı nerede başlıyor?

        Muhalif olma hakkını “askeri tepkiyle bütünleştirme” çabası “anlaşılamaz”.

        Bir siyasi parti lideriyle görüşmek yerine kuvvet komutanından randevu isteyip “Artık yeter, ne duruyorsunuz” demesi kabul edilemez.

        İşte “ortak dokumuzun” patolojik olduğu bir “kenar”! Ortak “dokunun” bireysel temelde başlayan, “toplumsal” bütünde kayışı!

        Bir sivil ticaret örgütünün başkanı...

        Hükümeti beğenmiyor, eleştiriyor. Her türlü “meşru girişimde” bulunuyor.

        Hiç kimsenin “ses çıkarmaya” hakkı yok.

        Hakkıdır, örgütünü sokaklara taşımasına dahi bir şey denemez.

        Hakkı olmayan, “Paşam, üzerimize düşeni yapalım” noktasında başlar.

        Bu cümleyi kullanıp, sivil tepkiye “askeri destek” planını hayata geçirdiği anda “normal dokudan, hastalıklı tarafa doğru” hızla geçer.

        Sadece kendi geçmez, arkasındaki “binleri de” diğer tarafa taşır...

        Bir öğrenci topluluğu... Türkiye’de “var olan siyasi yapıyı” beğenmiyor.

        Örgütlenmek, izin alarak gösteri yapmak, yazmak, konuşmak sonuna kadar “en doğal” hakları. Normal ve “olması gereken”...

        Normal sınırını aştıkları “çizgi” ise çok açık; askeri öğrencileri de “içimize alalım”, tepkiyi büyütelim ruh hali, “yanlışın başladığı” ve katlandığı, dokunun “hastalıklıya” kaydığı ana dinamik.

        İyiyi, doğruyu istemek hakları, ama “istediklerini” elde etme yöntemleri, yolları “hastalıklı”!

        Yukarıdaki örnekleri, hatta daha vahimlerini bu ülke yaşadı.

        Gazete binalarında “askere” zarflar yazıldı.

        Almanya’da matbaa toplantıları yapılarak “alternatif hükümetler” kurgulandı.

        “Kaos” manşetleri atılıp “Bize biat etmeyen hükümet, asker sopasını hak eder” mesajı verildi.

        Sahte “anlaşmalar-protokoller ile medya şirketlerine” el konuldu.

        Sevgili dostlar, önemli ayrıntı da burada gizli.

        “Demokrat görünüp” 28 Şubat bayrağı sallayan “gizli cuntacılar” Türk medyasından tasfiye ediliyor ve edilmeye de devam edecek.

        Kimler mi? Bazılarını gördünüz, bekleyin, görmeye devam edeceksiniz!

        Sonuç: 28 Şubat sürecinin üç önemli aktörü vardı: Ertuğrul Özkök, Zafer Mutlu, Dinç Bilgin...

        İkisi artık yok. Diyeceksiniz ki; Zafer Mutlu yerinde. Aslında “o” hepsinden önce tasfiye edildi. Nasıl mı?

        Biraz düşünün, konuşalım!

        Bir TV programından iki genel yayın yönetmeni çıktı, üçüncüsü yolda!

        ENİS Berberoğlu, Parametre programına veda ederken, hüzünlendim.

        Hangi medya grubunda olduğundan bağımsız “Parametre” bir televizyon “ekolüydü” ve yeri doldurulamadı, doldurulamaz.

        Parametre, içinden iki genel yayın yönetmeni çıkardı, üçüncüsü de yolda...

        Aklı olan Vatan’a Bilal Çetin’i, Radikal’e Murat Yetkin’i genel yayın yönetmeni yapar! Bu köşeden yazdığım mektubumda “Sedat Ergin ve Ertuğrul’u görevden al” tavsiyemi dinleyen Doğan, kendine ve Türk basınına bir iyilik yapmak istiyorsa, bunu da yapar. En azından gerçek gazetecileri işbaşına getirerek bir nebze basınımıza yaptıklarının günahlarını hafifletir!

        2010 yılının Türkiye’ye “hayırlı olması” dileklerimle...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ