Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kafka, kendi isteğiyle hukuk okumadı. Bir Aşkenaz Yahudi’si olan babası öyle istiyordu. Zengindi babası, oğlu da kendisine benzesin, zengin olsun, başarılı olsun istiyordu. Bu yüzden baskı altında büyüttü onu. Annesi de babasının iş yerinde çalışıyordu, babanın zorbalığına o da karşı çıkamadı, oğlunu hep uzaktan sevdi, bu yüzden anne baba şefkati görmeden büyüdü Kafka.

        “Olmak istediği” değil, “olmasını istedikleri” bir insan olacaktı! Zorba babası ile o zorbanın zulmü altında ezilmiş annesinin kararı buydu.

        Allahtan kitap müptelası bir çocuktu, durmadan okuyordu. İçindeki yazma isteğini de lise yıllarında keşfetti.

        1901 yılında kimyager olmak üzere Prag'ın Deutsche Karl-Ferdinands Üniversitesi’ne yazıldı. Ama babası kararlıydı, o hukukçu olacak, çok para kazanacak, babasının işlerini sürdürecekti. Bu yüzden kimya mektebinde eğitimi sadece iki hafta sürdü, okulu bıraktı, ertesi sene hukuk mektebine yazıldı. Hukuk istediği bir şey değildi ama okula devam etmesine sebep bir imkân sunuyordu ona; sanat dersleri alabileceği gibi talebe konferanslarına da katılabilecekti!

        *

        Bugün dünyanın en büyük yazarları arasında gösterilen Kafka denilen bir yazar varsa, yine bugün dünya edebiyatında “Kafkaesk” diye bir deyim varsa eğer bunu tesadüfi bir karşılaşmaya borçludur edebiyat dünyası. Yaz başıydı, Kafka hukuk mektebinde ilk yılını bitirmek üzereydi, Max Brod adında, kendisi gibi bir hukuk talebesinin Schopenhauer üzerine bir konferans vereceğini öğrendi, gitti konferansa. Konferans bitince, çekingen, kolay kolay ilişki kuramayan, içine kapanık bir genç olan Kafka nasıl olduysa artık Max Brod’un yanına gitti, arkadaşının evine doğru yürümeye başladılar. Yol boyunca felsefe üzerine sohbet ettiler. Max Brod, Nietzsche’nin bir sahtekâr olduğuna Kafka’yı ikna etmeye çalıştı yürürlerken, Kafka ise aynı fikirde değildi, ikna olmadı.

        Max Brod, çok sonra bu yolculuk sırasında tanıdığı Kafka’ya dair şunları söyledi:

        “Utangaç ve nadiren konuşan, fakat konuşunca da genellikle derin şeyler söyleyen biriydi.”

        Allah, hepimize hiç beklemediğimiz bir anda bir armağan verir bazen. O gün Allah’ın dağıttığı “ilahi armağan” denilen dostluk kuşu Franz Kafka ile Max Brod’u omuzlarına kondu. Bir daha ayrılmadılar. İsimleri bugün de birlikte anılıyor.

        *

        Kafka’nın bu aleme gelmiş herhangi bir insan olmadığını ilk fark eden kişidir Max Brod. “Bir Savaşın Tasviri” hikayesini okur okumaz, bunu yazanın sıradan bir insan olmadığını anladı. Onu yazmaya ve yazdıklarını yayınlamaya teşvik etti. Ama Kafka ne kendinden ne de yazdıklarından emindi. Yazdıkları, kendisi gibi yarımdı, yazdığı hiçbir şey tam anlamıyla bitmiyordu, bu yüzden yayınlamaya değer bulmuyordu.

        Sonunda kazanan Max Brod oldu.

        Çeşitli sebeplerle sakatlanmış, örselenmiş, incinmiş ruhlarımıza dair yazdıkları, birçok kişi için “karamsar” şeylerdi. Akla aykırı, absürt durumların altında kımıldayan sancılı, karamsar insanlık halleri pek kimsenin umurunda değildi, bu yüzden yayınladığı şeyler pek ilgi görmedi. Yazdıkları, yaşarken ona şöhret getirmediği gibi, hiçbir edebiyat ödülünü de kazandırmadı.

        Ona göre de yazdıkları pek “matah” şeyler değildi. Kavrayış yoksunu okurlarla aynı fikirdeydi. Bir tek Max Brod hariç… O, ondaki cevherin farkında olan tek kişiydi.

        *

        Kafka çok genç yaşta umarsız bir hastalığa yakalandı. 40 yaşındayken ciğeri kanamaya başladı. Veremdi. Ciğerindeki kanamayı “hem bir ceza hem de bir özgürleşme” olarak gördü. Ama ölümden it gibi korkuyordu. Max Brod der ki, “Ölümden müthiş korkuyordu çünkü şimdiye kadar yaşamamıştı.”

        41 yaşındaydı. Doğum gününe az bir zaman kalmıştı. Viyana’nın dışında bir sanatoryumun 12 numaralı odasında, korkunç sancılar içinde doktorlardan hayatına son vermelerini istedi. Doktorlar ret ettiler, o da avazı çıktığı kadar (artık ne kadar çıkıyorsa) bağırmaya başladı, “Beni öldürün, eğer beni öldürmezseniz katil sayılırsınız” dedi ve kısa bir süre sonra ruhunu teslim etti.

        *

        Kafka öldüğünde, Max Brod’la onun “dünyevi bir mucize” olarak nitelendirdiği tam yirmi iki yıllık arkadaştılar. Mezarı başında yaptığı konuşmada arkadaşını “bir peygamber” olarak methetti Brod. Sonra onun evine gitti, ailenin izniyle odasına girdi, çalışma masasına oturdu. (Allah’ım o ne tuhaf bir histir! Benzerini ben de yaşadım çünkü. Mehmed Uzun öldüğünde biz de on beş yıllık arkadaştık. Tıpkı Brod’un oturduğu gibi masasına oturmuş, çekmecesini açmıştım ölümünden hemen sonra.) Brod açtığı çekmecede, bir yığın taslakla, hacimli bir günlük buldu. Koca bir arşiv duruyordu o çekmecelerde.

        Öldüğünde, bu çekmeceyi ilk açacak kişinin Max Brod olacağını biliyordu Kafka. En üstte, biri dolma kalem, öteki kurşun kalemle kendisine yazılmış iki mektup buldu Brod.

        “Sevgili Max

        Son arzum: Benden geriye kalan her şey... defterler, el yazıları, mektuplar, bana ait olanlar ve başkalarından gelenler, taslaklarım olduğu kadar -sende veya başkalarında kalan ve senin benim için onlardan geri alacağın- yazı ve notlarım da okunmaksızın son sayfasına kadar yakılmalı. Sana teslim edilmeyen mektuplarsa en azından onlara sahip olanlar tarafından dürüstçe yakılmalı.

        Sevgilerimle,

        Franz Kafka.”

        Kurşun kalemle yazılmış ikinci mektup ise şöyleydi:

        “Sevgili Max,

        Bir ay kadar süren, zatürre olması muhtemel akciğer ateşinden sonra muhtemelen bu sefer iyileşemeyeceğim. Ve iyileşemeyeceğimiz yazmak bile -yazmakta net bir güç olmasına rağmen- onu engelleyemez. Dolayısıyla bahsettiğim olasılığa göre yazdığım her şeyle ilgili son arzum: Bütün yazılarım içerisinde kalabilecek olanlar ‘Dava’, ‘The Stoker’, ‘Dönüşüm’, ‘Ceza Kolonisi’, ‘Köy Hekimi’ ve kısa öykülerden oluşan ‘Açlık Sanatçıs’ı... Ancak bunların haricinde bana ait olan her şey... bütün bu şeyler istisnasız yakılmalı ve sana yalvarırım mümkün olan en kısa sürede yap bunu.

        Franz.”

        *

        Ama Max Brod, yirmi iki yıllık dostunun, en yakın arkadaşının, bıraktığı mektuplarla adeta yalvararak ondan istediği vasiyetini yerine getirmedi. O taslakları, kitapları, mektupları, günlükleri teker teker yakmak yerine, hepsini tek tek yayınladı.

        Bundan sonra edebiyat aleminde bir tartışma başladı. Birçok edebiyat dergisi “Kafka yakılmalı mı?” diye soran anketlerle okurlarının fikrini sordu. Zaman içinde ortaya çıkan genel kanı, “Max Brod Bedel Ödemeli!” şeklinde oldu.

        Bu tartışma hâlâ sürüyor.

        *

        İşte benim bugün size anlatacağım hikâye bu tartışmaya dairdir.

        Kürtçe bir roman var elimde. Adı, “Evîndarên Franz K.”; yazan Burhan Sönmez, Lis Yayınlarından çıkmış, aynı kitabın Türkçesini de Kürtçesi yayınladıktan hemen sonra “Franz K. Aşıkları” adıyla İletişim Yayınları basmış. Kitap bir roman, ben kitabı Kürtçesinden okudum. Yazarın Kürtçe yazdığı ilk kitaptır bu kitap, zira Burhan Sönmez’i bilenler bilir hem Uluslararası PEN’in başkanı hem de meşhur bir yazardır. Daha önce İletişim’den “Kuzey”, “Masumlar”, “İstanbul İstanbul”, “Labirent”, “Taş ve Gölge” gibi romanları çıkmış. “Taş ve Gölge” romanıyla “Orhan Kemal Roman Armağanı”nı kazanmış. ABD’de Vaclav Havel, Britanya’da EBRD Edebiyat Ödüllerini almış. Haymanalı bir Kürt’tür, hukuk okumuş, romanları 48 dile çevrilmiş, şu anda hem yazarlık yapıyor hem de Cambridge Üniversitesi’nde edebiyat dersleri veriyor.

        Bir polisiye roman mı desem, bir edebi gerilim ve aşk romanı mı desem bilemedim. Her açıdan ilginç bir roman “Evîndarên Franz K.”… Kendine özgü hususiyetleri var kitabın. Bir kere Kürtçe bir roman, Kürtçesi ile Türkçesi aynı anda yazılmış, peşe peşe yayınlanmış, dünya dillerine de şu anda Kürtçe üzerinden çevriliyor... Ama kitap Kürtçe diye Kürtlerin “acıyla yoğrulmuş” siyasi dertlerini, kederli hallerini anlatmıyor, tam tersine evrensel bir sanat hadisesini Kürtçe anlatıyor. Daha önce yazdığı ilk romanlarında çocukluğunda, Haymana’da Kürt ninesinden duyduğu hikayeleri modern edebiyata uyarlayarak yeniden anlatmıştı Sönmez, bu kez tersine bir işe girişiyor, Kürtlerin dertlerinden çok uzak bir meseleyi, sanatın bir iç meselesini, Max Brod’un Kafka’ya yaptığı “ihaneti” kendi ana dilinden, Kürtçe anlatıyor. Diyaloglardan oluşuyor roman, karakolda, mahkemede, cezaevinde ve mahkeme yolunda geçiyor. Mekân İstanbul, Paris ve Berlin’dir. Berlin’in Nazilerin elinde kurtarıldığı günlerden 1970’li yılların başına kadar uzanan bir zaman dilimi içinde vuku buluyor hadiseler.

        Roman şu soruyu tartışıyor:

        Max Brod, Kafka’ya ihanet ederek ölümü hak etmiş midir?

        *

        Romanın kahramanı Ferdy Kaplan, Alman bir anne ile Türk bir babadan olma, İstanbul’da büyümüş, sık sık Paris ve Berlin’e gidip geliyor. Alman annesi Nazi taraftarı, Türk olan babası da annesiyle aynı fikirde. Savaşın son günlerinde, Berlin’de bir Sovyet bombardımanında ölmüş ikisi de. O sırada yanlarında olan çocuk Ferdy yıkıntıların arasından yaralı kurtulmuş. Dedesi almış onu ama o da hastalınca çocuğu İstanbul’a, babasının ailesinin yanına göndermiş. İstanbul’da okulda babası Kürt, annesi Ermeni Amalya diye bir kızla tanışmış. Amalya on beş yaşına gelince DP iktidara gelmiş, bunun üzerine annesiyle Paris’e yerleşmişler, on sene sonra 27 Mayıs askeri darbesine yakın bir dönemde ülkeye İstanbul’a geri dönmüşler, Turan Emeksiz’in öldürüldüğü öğrenci olayları sırasında Ferdy, Amalya’yı görür nümayişte, araya giren onca zamana rağmen onu tanır, bundan sonra iki aşık olarak sürdürürler hayatlarını. Almanya’yı mahveden savaş, Türkiye’yi sarsan siyasi hadiseler, Fransa’da baş gösteren gençlik hareketlerinin tümü Ferdy’nin hayatını her açıdan etkileyen olaylardır.

        Berlin’deki yıkıntılar arasında çıkan Ferdy’nin ruhunu iyileştirmek için dedesi ona resim yapmayı öğretir. Nazi olmayan ama mecburiyetten öyle görünen dedesinin ona dediğine göre “insan unutmamak için resim yapmaya başlar sonra da hatırlamak için yapmaya devam eder”. O İstanbul’dayken Almanya’daki dedesi ona mektuplar yazar. Günün birinde de arkadaşı Amalya’ya, Berlin’den İstanbul’a doğru yola çıkmadan önce dedesinin ona anlattığı yolculuğa dair bir hikâye anlatır:

        Kafka denilen bir adam, günün birinde parkta oyuncak bebeğini kaybettiği için ağlayan bir kız çocuğuna rastlamış. Kızı sakinleştirmek için, “şimdi bebeğini bulmaya gidiyorum, yarın burada buluşalım” demiş. Ertesi gün elinde bir mektupla gelmiş, meğer mektup kaybolan bebektenmiş, sahibine ağlamamasını, uzun bir yolculuğa çıktığını, ona sık sık yazacağını söylemiş bebek. Franz Kafka, kıza her gün bir mektup getirmiş kayıp bebeğinden. Üç hafta sonra bu kez elinde bir oyuncak bebekle gelmiş, “İşte bebeğin, bak sana geri döndü”demiş. Kız sevinmiş ama bebek onun bebeğinden farklıymış. Bunun üzerine Kafka, “yolculuk insanı değiştirir” demiş.

        Ferdy, Amalya’ya bu hikâyeyi anlattıktan sonra, ertesi gün buluştuklarında Amalya’nın elinde, dayısının kitapları arasında bulduğu Almanca bir Franz Kafka kitabı varmış. Ferdy, o kitaptaki hikayeleri okuyarak Amalya’ya tercüme etmiş. Her gün bir hikâye okumuşlar birbirlerine, kitap bittiğinde yazarına aşık olmuşlar. O günden sonra Franz Kafka’nın adı onların dilinde “Bizim Franz’ımız” olmuş.

        *

        Büyüyüp kangren zamanlara ayak bastıklarında, en yakın arkadaşı Max Brod’un Kafka’nın ona yazdığı iki mektupta ondan kitaplarını yakmasını “rica” ettiği halde vasiyetini yerine getirmeyip, tam tersine hepsini peş peşe yayınladığını öğrenince; edebiyat dünyasında o sırada ortaya çıkan “Max Brod hesap vermeli” görüşünden hareketle onu öldürmeye karar verirler. Bir otobüs durağında, otobüs bekleyen Brod’u çapraz ateşe tutarlar ancak sıktıkları kurşunlardan birisi ihtiyarı yaralarken, o sırada durakta bekleyen Ernest Fischer adında bir üniversite öğrencisinin ölümüne sebep olurlar.

        İşte roman bu cinayet soruşturmasından hareketle, Max Brod’un davranışını tartışan bir romandır. Daha fazla ayrıntı vermeden, romanın bütün sırlarını açıklamadan, öldürmek isteyip de sadece yaraladıkları Max Brod’a dair bir şeyler anlatarak devam edelim yazıya.

        *

        Max Brod’un; Prag’ta doğmuş velut bir yazar, çevirmen ve bestekâr olduğu halde adı hep Kafka ile anılmış. Kafka ile dostlukları, yazının girişinde bahsettiğimiz felsefe semineriyle başlamış ve Kafka’nın ölümüne kadar sürmüş. Max Brod, Kafka’dan önce meşhur bir yazar olarak tanındı. Kafka’nın mektuplar yazdığı Felice’le tanışmaları da Brod sayesinde olmuş. Kafka’nın ilk hikayelerini o yayınlamış. Onunla uzun seyahatlere çıkmış. Daha sonra aktif bir Siyonist olmuş. Yahudilerin Ortadoğu’da bir devlet kurma fikrini yaşadığı sürece güçlü bir şekilde savunmuş. Bu konuda çok sayıda kitap yazmış. Kafka’nın ölümü üzerine babası, yazılı mirasıyla Brod’un ilgilenmesi iznini vermiş, o da sıkı bir çalışmaya girişmiş. Tam on üç yıl çalışarak, bu süre zarfında Kafka’ya ait ne varsa “vasiyetine rağmen” hazırlayarak yayınlamış. 1937 yılında oturmuş, Kafka’nın biyografisini yazmış. Naziler Prag’ı işgal edince, 1939 yılında karısıyla birlikte Tel Aviv’e taşınıp oraya yerleşmiş. Brod, Kafka için söylenen “Kafkaesk” lafından nefret ediyor, onu en iyi tanıyan kişi olarak bu kavramın o büyük yazara kesinlikle uymadığını söylüyordu.

        Max Brod 20 Aralık 1968’de Tel Aviv’de öldü. Vasiyetinde Kafka’nın çalışmaları dahil bütün arşivini sekreterine bırakarak bunların bir kamu kurumuna bağışlanmasını istedi. Sekreteri bu vasiyetine uymadı, arşivdeki kitapları mülkiyetine geçirdi. Ölünce de onları kızlarına bıraktı.

        Alın size yeni bir dava ve başka bir roman konusu olabilecek bir vasiyet daha!

        *

        Max Brod, Kafka’nın vasiyetine rağmen, o çapta bir yazarın yazdıklarını onun vasiyetini çiğneyerek bugüne gelmelerini sağladı. Gerçek bir dost gibi davrandı anlayacağınız. Gerçek dost, “size rağmen, yani yanlışınıza rağmen sizin için doğru yapan kişidir” der Ferdy’yi sorgulayan Komiser Müller. Romanın kahramanı Ferdy Kaplan gibi düşünenler ise, Brod’un bu davranışını “şeytanca” olarak nitelendirirler. Romanda Ferdy Kaplan şunları söyler:

        “Tanrı insanı kendi suretinden yaratınca, Şeytan itiraz etti. Tanrı’nın eşsizlik niteliğinin bozulacağını, O’nun yegâne olma özelliğinin kaybolacağını söyledi. Sırf Tanrı’yı savunmak niyetiyle Tanrı’ya karşı geldi Şeytan. Bay Brod’un Kafka’yı savunmak niyetiyle Kafka’ya karşı gelmesi gibi. Böylelerinin gideceği yer Dante’nin Cehennem’idir.”

        Ferdy Kaplan; Max Brod Tanrı’ya karşı gelen Şeytan’a benzediği, “her dinde ‘büyük günah’ listesi bulunduğu gibi edebiyatta da büyük günahlar varsa, bay Brod o günahlardan birisini işlediği, bir yazarın iradesini yok sayarak onun ruhunu ezdiği” için onu cezalandırma yoluna gider ama onun yerine masum bir üniversite öğrencisini öldürür.

        *

        Kafka yaşarken yazdıklarını yayınlamaya değer görmedi. Onlardan adeta utandı. O yaşarken kimse okumadığına göre, o öldükten sonra hayda hayda kimse okumazdı. Kendi eserlerini kendi eliyle yakma cesaretini ise gösteremedi, “infazı” en yakın arkadaşına bıraktı. O arkadaşı ise, ona, yazdıklarına, yayınladıklarına, yayınlamadıklarına, ondan geriye kalan her satırına o kadar inanıyordu ki, gözünü kırpmadan vasiyetini ayaklarının altına alıp çiğnedi.

        İyi ki de yaptı.

        Teşekkürler Max Brod!

        *

        Ha, yazının içinde geçen, Alman dedesinin torunu Fredy Kaplan’a anlattığı, onun da sevgilisine anlattığı, içinde Kafka’nın da geçtiği bebek hikayesiyle ilgili olarak yazar; romanının bir yerinde aslında dedenin o hikâyeyi anlatırken onu süslediğini, kendine göre mutlu bir sonla bitirdiğini, oysa Kafka’nın kimseye umut vermeyen bir yazar olduğunu, tek bir derdinin hayatın boğucu yanlarını göstermek olduğunu söyler. Hikâyenin aslını Ferdy Kaplan, kırk yıl sonra, Kafka verem olunca yanından hiç ayrılmayan sevgilisi Dora’nın anılarını okurken öğrenir ki şöyle:

        Kafka ile Dora bir gün parkta dolaşırlarken, bebeğini kaybettiği için ağlayan bir kız çocuğuna rastlarlar. Kafka kızı teselli etmeye çalışır, ona bebeğinin kaybolmadığını, hep aynı aile ile birlikte yaşadığı için sıkıldığını, bu yüzden yolculuğa çıktığını söyler. Kız “nerden biliyorsun” diye sorar, “bana her gün mektup yazıyor, oradan biliyorum” cevabını verir. Kız inanmaz, Kafka’dan söylediklerini ispatlamasını ister. Kafka ertesi gün elinde bir mektupla gelir parka. Bu mektup getirme işi tam üç hafta sürer, her mektupta bebek, kıza kendisine dair yeni şeyler anlatır. Üçüncü haftanın sonunda, son mektupta bebek, birisiyle tanıştığını, evlendiğini, bu yüzden artık gelmeyeceğini söyler.

        *

        Sahi; Yahudi ama Yahudiliği yaşamadığı için Yahudi kabul edilmeyen, Almanca konuşan bir Yahudi olduğu için Çek sayılmayan, memur olduğu için burjuva olamayan, ailesi burjuva olduğu için işçi sınıfına girmeyen, memur olup kendini yazar gören, yazmaktan çok çalıştığı için tam yazar sayılmayan, Parg’ta yaşadığı halde Prag’lı olmayan, bu sıra dışı, nevi şahsına münhasır Franz Kafka nam yazarın kitapları vasiyetine uygun olarak Yahudi Max Brod tarafından yakılsaydı, Haymana Kürt’ü Burhan Sönmez, “Evîndarên Franz K.” (Franz K. Aşıkları) adıyla Kürtçe bir roman yazmayacak, Hakkarili Muhsin Kızılkaya da anadilinden böyle bir roman yazıldı diye aşka gelip, onunla bir kez daha gurur duyup bu yazının başına şehvetle oturmayacaktı.

        “Seni seviyorum Max.”