Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca CHP'nin tüm CHP'yi kucaklayacak bir 'değişim' reçetesi var mı?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Özgür Özel’in CHP Genel Başkanı olduğu kurultayı televizyondan izledim.

        İkinci tura kalan genel başkan seçimi sonucunda Kemal Kılıçdaroğlu kaybetti. Partide bir ‘değişim’ rüzgarı esiyor ve değişimciler muhalefet seçimleri kaybettiğinden beri ilk kez gülümsüyorlar. Bir şeyi başarma hissinin uzun zaman sonra tekrar kapılarını çalması ile gelen bir keyif var hallerinde.

        Kılıçdaroğlu’nın bu kez kaybedebileceğine dair emareler çoktu.

        Ama ‘kazanır yaa’ diyenler de çoktu.

        Neredeyse herkesin kabul ettiği, üzerinde tartışmaya bile değer görmediği bir argüman vardı çünkü : “Delegeler Kılıçdaroğlu’nun elinde, PM Kılıçdaroğlu’nun elinde, sürekli başkan olarak kalmak için partinin her organını dizayn etti Kılıçdaroğlu.”

        Demek ki bu söylem o kadar doğru değilmiş, zira kurultay sonucu bu peşin hükmü ortadan kaldırdı.

        Ya parti delegelerinin neredeyse hepsinin Alevi olduğu hükmü yanlışmış ya da “Alevi oldukları için Kılıçdaroğlu’na biatlı gibiler, mecburen onu seçecekler” anlayışı… Ya da ikisi birden.

        Tabii denilebilir ki ‘değişim iradesi çok güçlüydü.”

        Doğrudur, tabanda da parti organlarında da değişimden daha doğrusu ‘Kılıçdaroğlu’nu değiştirmek’ten yana olanların sesi hiç olmadığı kadar gür ve kararlı çıkıyordu.

        “13 yıldır kaybediyor, havada karada kazanılacak bir seçim olan sonuncu seçimi bile kaybetti” itirazı en temel değişim talebi gerekçesiydi.

        “Cumhuriyetin kurucu partisini aldı, Alevi partisi yaptı” şikayeti vardı sonra.

        Bu biraz çürük bir itiraz cihetiydi. Kılıçdaroğlu Aleviydi ama CHP’nin CHP’yi sünni muhafazakarlarla en çok tanıştıran, bir araya getiren ve uzlaştırmaya çalışan ilk ve tek genel başkanı oldu çünkü. Ancak tam bu açının ufkunda beliren de başka bir şikayet vardı zaten: “Muhafazakarlara çok yüz verdi, GP’ye DEVA’ya Saadet’e 45 vekil verdi!”

        GP’nin DEVA’nın, Saadet’in ‘kazanmaya yetecek kadar’ oy getirememiş olmaları Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP tabanı nezdinde nefret objesi haline getirdi.

        Seçimin kaybedilmesi ile, “Helalleşme” olarak başlayan Altılı Masa'nın meşruiyet gerekçesi, ‘beni aday yapın- vekilleri kapın’ anlaşmasının pazar yeri olarak algılanmaya başladı. Seçim kazanmak için bile olsa, farklı siyasi kutupların farklı dünya görüşlerinin birlikte çalışabiliyor olmasının anlamlı olduğu genel kabulü hızla buharlaştı. Sırada yerel seçimler olmasına rağmen, yüzlerce sayfa reform ve politika metni yazmak için dirsek çürüten muhalefet partileri kaybettiysek de beraber kaybettik şeklinde bir hattı ve sathı müdafaa edemediler. İki tur arasında Ümit Özdağ gibi masa dışı ve açıkça aşırı sağcı ve milliyetçi olan bir parti lideriyle yapılan protokoller ve bu protokollerin nahoş içeriklerinin bizzat Ümit Özdağ tarafından kamuoyuyla paylaşılması, paylaştığı olgulardan Altılı Masa'nın diğer partilerinin bihaber olması söz konusu anlam buharlaşmasını da hızlandırdı.

        İki tur arasındaki savrulma, Kılıçdaroğlu’nun riski bireysel olarak büyütmesi anlamına geliyordu. Kazansaydı, hem masa kurdu, hem o masaya en uzak adamlarla ayrı protokol yaptı, iğneyle kaza kaza muhalefeti büyüttü, işte emek budur, liderlik budur diyenler gerçeğin bir kısmını ifade etmiş olacaktı, kaybedince ‘kaybettik üstüne üstlük onurlu bir biçimde de kaybedemedik’ diyenler haklı oldu. Ancak siyasetin doğası bu ironideki dev çelişkiyle akrabadır. Kılıçdaroğlu Altılı Masa'yı kurarak CHP tabanına karşı risk almıştı, masa dışı bir aktöre sözler vererek ise masaya karşı risk aldı.

        Seçimin kaybedilmesi ile yine siyasetin doğası gereği tüm bu risklerin maliyetinin tahsil edilme vakti geldi. Geçen onca zaman zarfında hem kendisinin hem partisnin daha az yıpranmasını sağlacak olan tutum, ben o bedelin faturasını kendim bizzat şahsım kendime kesiyorum. Partim artık daha genç yeni bir liderle yürüsün demesi olurdu.

        Bunu yapmadı.

        Sürekli olarak kurultayı işaret etti. İnsanlar aday olur gelir kurultayda kim delegeden en fazla oyu alırsa… diyerek prosedürü tarif etti.

        Günün sonunda delege o prosedürü takip ederek kararlı olduklarını gösterip CHP’yi en çok değiştirmiş olan genel başkanı değişim talep ederek değiştirdiler.

        O koltukta artık Özgür Özel oturacak.

        Peki böyle olunca sahiden değişim talepleri karşılanmış olacak mı?

        Öyle olmadığını Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını en çok destekleyen partili aktörlerin seçim kaybedilir kaybedilmez kendilerini değişim talebinin omurgasıymış gibi lanse etmelerinden anlayabilirsiniz. Bir de ‘değişim’ isteyenlerin her birinin gönlünde başka bir ‘değişim reçetesi’ olmasından…

        CHP’de birden fazla eğilim, birden fazla kesim, grup var ve dolayısıyla partinin ne yönde değişmesi gerektiği konusunda bir o kadar fazla yönelim var.

        HANGİ GRUBUN İSTEDİĞİ DEĞİŞİM?

        Mesela bir kesim, eğitimli demokrat ve seküler. Aralarında Kürtler ve Aleviler de var ama ortak paydaları etnik ya da mezhebi birlikteliklerden çok iş ve akademi çevreleriyle de bağlarının olması. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çıkışını doğru bulan bu kesim muhalefet seçimi kaybettiğinden beri ise ‘Doğruydu ama olmadı, iyi bir fikirdi ama tutmadı ve yıpranmış bir liderle olacağı da yoktu, artık önümüze bakalım ve yeni şeyler deneyelim’ diyorlar. Onların gönlünde yatan aslan aslında İmamoğlu. Özgür Özel’i geçici bir durak olarak görüyorlar. Haklı olmakla yetinmiyorlar ve kazandıracak formülleri araştırıyorlar. Sadece Kılıçdaroğlu’nun değil yedi nesildir CHP’ de vekillik yapan ve CHP’liliği bir meslek haline getirmiş olan eski kurtların da gitmesi gerektiğini, değişimin öncelikle parti içi demokrasi olduğunu, partililerden alınan yetkiyle koltuğa yapışıp kalmayı mümkün kılacak politbürolara set çekmek gerektiğini düşünüyorlar ve partinin gücünün mezhebi birliktelik gibi ilkel referanslardan değil, temsil ettiği muhalif kesimlerin çeşitliliğinden gelmesi gerektiğini düşünüyorlar. Liberal görüşlere yakın ama sol değerlere de yakınlar, metropollerde etkinler.

        İkinci kesim şehirli ama ilk grup kadar rahat ve varsıl olmayan memur eskisi ya da memur çocuğu ulusalcı ve kemalist kesim. Onların değişimden anladığı, Kılıçdaroğlu’nun ‘çoook’ değiştirdiğini iddia ettikleri partiyi tekrar değiştirip özüne döndürmek. Atatürk’ün ilke ve inkılaplarının ve Altı Ok'u yoluna sokmak. CHP içindeki Kürtleri olabildiğince azaltmak ve muhafazakarları kapsamak ile ilgili yönelimlerden hızlıca vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Atatürk’e yönelik ilgi ve sevginin son dönemde artmış olmasından dolayı bu öze dönüşün partiye de topluma da iyi geleceğini varsaymak gibi bir bakış var ama bu biraz yanlış bir okuma. Çünkü son Cumhuriyet Bayramı'nda Cumhuriyeti kutlamak için boğaz hattına akın edenlerin en az yarısı Cumhur İttifakı'na oy vermiş halk kesimleriydi. Özellikle 15 Temmuz’dan beri ‘Cumhur İttifakı tipi Atatürkçülük’ ve "Devletçi Milliyetçilik" diye bir şey var ve Cumhur İttifakı pekala bir eğilimi temsil ediyor. CHP içindeki değişimden daha fazla Atatürkçülük uman bu kesimin görmezden geldiği dinamik bu. Çözüm reçeteleri kesinlikle ilk grubunki ile örtüşmüyor.

        Üçüncü kesim Aleviler. Alevilerin önemli bir kısmı diyelim. Biraz daha ‘Partide Alevi çeteleşmesi başlamıştı, şimdi Özgür Özel bu çeteleşmeyi yıkacak geçecek’ analizi dinlemek zorunda kalırlarsa haklı olarak küsebilirler. Zira seçim sonrası süreçte Kılıçdaroğlu ile birlikte kendilerinin parti içindeki varlıklarının da yargılandığını düşünmelerine yetecek kadar çok sosyal medya mesajı okudular. Eğer gönülleri alınmazsa TİP’in üye sayısında muazzam artışlar görülebilir.

        Dördüncü kesim CHP’nin bundan sonra Sol’a yönelmesi gerektiğine inananlar. Ülkede sendika ve grev hakları, iş standartları ve işçinin güvenliği gibi konularda, yani vahşi kapitalizmi frenleyecek alanlarda Sol’a ihtiyaç olduğu kesin. Ancak Türk tipi solculuğun millette olumlu bir karşılığı yok, dahası Türk tipi solcunun Sol’da bir karşılığı yok. Herkesin ne düşünmeyeceğine neye inanmayacağına ve nasıl yaşamayacağına ben karar vereyim anlayışının Bağcılar’da oturup geleni geçeni dinle korkutan softadan farkının olmadığı bir türlü anlaşılamadı, bahsi diğer. Ancak Sol siyasete dair bir talep olmadığı aşikar. Belki iyi anlatılamadığı içindir bilemiyoruz.

        Beşinci kesim, diğer dört kesim içinde de geniş kesişim kümeleri içeren kindarlar. Bir ideoloji yahut bir din gibi kinine bağlı olanlar. Çoğulculukla, çeşitlilikleri kucaklamakla en ufak bir ilgileri ve teşriki mesaileri yok. İktidarı kazanmayı istemelerinin nedeni sert bir karşılık verme dürtüsünden ibaret. Bu yönleriyle karşıtlarının/rakiplerinin safları sıklaştırmasına yarayışlı oldukları için iktidara sık sık koltuk değneği olmalarıyla biliniyorlar. Sosyal medyayı seri ve aktif kullanıyorlar. Ancak öfke yaratıcı ve harekete geçirici olduğu içindir ki ‘taban rahatsız’ yahut ‘taban böyle istiyor’ denildiğinde referans alınan hassasiyetlere damga vuran da bu kesim. Birden fazla değişim reçetesi ve reçeteler arasındaki tutarsızlıklara neden olacaklarını görmek için kahin olmaya gerek yok.

        Özgür Özel’e başarılar diliyoruz. Zira dilek ve temennilere sahiden çok ihtiyacı olacak.