Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik Özkök’ün “bölünme” yazısına tepkiler…

        HABERTURK.COM

        Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, 6 Temmuz’da bir yazı yazdı ve tartışma başladı.

        Özkök, “Birlikte yaşamak zorunda mıyız” başlıklı yazısına “Bu yazıyı yazıp yazmamakta çok tereddüt ettim. Mayınlı bir araziye girip oramı buramı paramparça etmekten çekindim” diye başlıyor ve şöyle diyordu:

        “Türkiye, tarihinde ilk defa Kürt meselesini en çarpıcı ve en gerçekçi biçimde tartışıyor.

        Diyorum ki, artık zamanı gelmiştir…

        Haydi gelin ağzımızı alıştırmak için hep birlikte soralım:

        “Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?”

        Eğer bu ortak iradeyi gösterip yaşayabileceksek, tabii ki yaşayalım.

        Tabii ki hem Türkler, hem Kürtler için en iyisi budur.

        Ama yaşayamayacaksak?

        Yaşayamayacaksak, artık adını koyalım.

        Bakın Özal 20 yıl önce “Federasyon dahil her şeyi konuşmalıyız” dediğinde yer yerinden oynamıştı.

        Şimdi bu soruyu soruyoruz, yer yerinden oynamıyor, yaprak bile kımıldamıyor.

        Demek ki, 20 yılda mesafe kat etmişiz.”

        “HER ŞEYİ KONUŞALIM”

        O gün NTV ekranlarında yayınlanan Basın Odası programında bu konu tartışıldı. Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz, “Eğer çözüm istiyorsak özerklikten federasyona, otonomiden ayrılmaya kadar her şeyi konuşabilmemiz gerekiyor. Yoksa nasıl çözeceğiz? Herkesi öldürerek çözebilir miyiz? Ayrılmayı da tartışmak gerekebilir bence” diye Özkök’e destek verirken yine Hürriyet’ten Nuray Mert “Bunu ilk yazan da bendim aslında. Ayrılmayı, bölünmeyi de tartışabiliriz tabi. Ama bizde kimin ne dediği de belli değil henüz” diye konuştu.

        Özkök’ün yazısına tepki gösteren yazarlar ise çoğunluktaydı.

        İşte medyada Ertuğrul Özkök’ün “Birlikte yaşamak zorunda mıyız” başlıklı yazısına gösterilen tepkiler.

        ÖZKÖK’E KARŞI ÇIKANLAR

        FATİH ALTAYLI (Gazete Habertürk)

        Bölünme imkân dahilinde değil

        Bir süreden beri bazı çevrelerde konuşulan, “Kürtlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız kardeşim” cümlesi, birkaç gündür “yazılır” oldu.

        En net seslendiren de Ertuğrul Özkök’tü.

        Şunu söyleyerek başlamam lazım. Evet bunu dillendirenler var ama bunu söyleyen Türklerin oranı, ayrılıkçı Kürtlerin oranından fazla değil.

        Yani anlamlı bir çoğunluğu oluşturmuyorlar.

        Fikir mi fikir!

        Özkök, yazısının “Beyaz Türk kibri” ile yazıldığını söyleyenlere kızıyor.

        Benim çevremde de çok kızan var.

        Doğrusunu isterseniz ben, Özkök’ün yazısında öyle bir Beyaz Türk kibri görmedim ama hassasiyet derecesine bağlı olsa gerek.

        Tonlamanın, “Ne istiyorsanız verdik. Daha ne kaldı” şeklindeki tezahürüne kızıyorlar.

        Ama ben öyle bir tonlama da hissetmiyorum. Dediğim gibi “hassasiyet” farklılığından olabilir.

        Ancak şu da bir gerçek ki, PKK’nın teröre başladığı gün talep ettiği ne varsa hemen hepsi gerçekleşti.

        Uygulamada sorunlar var mı?

        Var ama terör sürdüğü müddetçe bu sorunların tamamının ortadan kalkması daha uzun zaman alacak.

        Ayrılık mı?

        Bence imkânsız.

        Ne Bask modeli uyar Türkiye’ye, ne İrlanda, ne İskoç.

        De ki, her iki tarafta azınlıkta olanların istekleri oldu ve Türkiye bölündü.

        Nasıl böleceksiniz ki!

        Oralarda Basklar Bask’ta yaşıyor, İrlandalılar İrlanda’da, İskoçlar İskoçya’da.

        Türkiye’de ne yapacaksınız?

        Sayısal olarak en fazla Kürt herhalde İstanbul’dadır, ne diyeceksiniz onlara?

        Antalya’dakilere, İzmir’dekilere, Ankara’dakilere.

        “Hadi yallah” mı?

        Özkök’ün yazısındaki “kibir” de belki buradan, bunu ima eden tavrından kaynaklanıyor. Ben hissedemedim ama hissedenlere de saygım var.

        Ben bu işin sarpa sardığını söyleyenlere de katılmıyorum.

        Çözüme her zamankinden daha yakınız gibime geliyor.

        En zorunu aştık çünkü.

        MEHMET BARLAS (Sabah - 7 Temmuz)

        Anti-liberal demokratlık “Ayrılıkçılık” mı demektir?

        Bir ülkenin bütünlüğünü tartışma konusu yapmak, toplumdaki farklılıkların bölünme nedeni olmasını gündeme getirmek, binlerce yıldır ve bugün de birlikte yaşayan insanların birbirlerine "Ben seninle birlikte yaşamak istemiyorum" demesine çanak tutacak ortamı önermek ezber bozmaksa bunu daha önce Abdullah Öcalan da yaptı, Ahmet Kaya'ya bu toprakları yaşanılmaz kılanlar da yaptı.

        Sanki Orhan Pamuk'un etnik kökenine mi bakıp onu hedef gösterdi bunlar?

        "Derin Devlet"in ve "Cumhuriyet Muhafızları" nın sürekli sahneledikleri toplum mühendisliği projeleri karşısında hep kendi ezberini bulmuşçasına destek vereceksin.

        Sonra da "Bu ülkede demokrat olmak bir avuç güya liberalin tekelinde değil" diyerek kendinden menkul demokratlığını "Ayrılıkçılık" biçiminde sunacaksın.

        Ertuğrul Özkök'ün salı günkü Hürriyet'te yayınlanan "Birlikte Yaşamak Zorunda mıyız" başlıklı yazısı, aslında bir farklı ezberin bozulması anlamına geliyor.

        Hürriyet'i "Devletin Sesi" olarak da gören ve kullanan merkezler kimlerse, tutumlarını açıklamalıdırlar.

        Devlet böyle mi düşünüyor?

        Gerçekten "Derin Devlet" de böyle mi bakıyor "Kürt Realitesi"ne?

        "Dersim"in bu defa da referandum yoluyla yeniden sahnelenmesi mi düşünülmekte?

        Bu çağda bölünen devletlerin yaşadıkları serüvenler artık hatırlarda değil mi?

        Siyaseten ve insanlık açısından soruna "Birlikte yaşamamızı daha sağlıklı hangi koşullarda sürdürebiliriz" çizgisinde yaklaşmak doğru olan değil midir?

        Amerika'nın bile bir siyah deriliyi Başkan seçebildiği bir zaman diliminde Türklerin Kürtlere veya Kürtlerin Türklere "Birlikte yaşamak zorunda mıyız" diye yaklaşmaları mı demokratlıktır ve ezber bozuculuktur?

        Demokrasi ve insan hakları konularındaki sorunlarımız sadece Kürtleri mi etkiliyor?

        Askeri ve yargısal vesayet benzeri konular gündeme geldiğinde bizim ezber bozucular neden farklı bir ezberi kekelemeye başlamaktalar?

        "Profesyonel ordu şart" diye yıllardır konuşulurken ve bu hep ertelenirken susanlar, amatör askerlerin bölücü kurşunlarına ve mayınlarına kurban olmaları yüzünden mi bu tür kabul edilmesi imkânsız bir "Açılım"ı gündeme getirdiler?

        Bazen kelimeler gerçekten kifayetsiz kalır.

        Yaşar Kemal-Orhan Pamuk

        Düşünebiliyor musunuz?

        Mesela Orhan Pamuk Yaşar Kemal'e gidecek ve "Ben seninle birlikte yaşamak zorunda mıyım" diye soracak.

        Evlilikte, aile ilişkilerinde ezberler bozuldu, demek sıra birlikteliğimize geldi.

        Dünkü Zaman'da Bejan Matur'un konuya yaklaşımı, gözden kaçırılmaması gereken noktaları vurguluyordu:

        Bir bölümünü aktarayım:

        "- Türkiye'de yaşayan herkesin özgür bir irade ile birlikte yaşamaya evet demesi istenen mutlu son. Ama soru, 'birlikte yaşamak zorunda mıyız?' gibi okuyucuyu, dinleyiciyi tavır almaya sevk eden bir soru olarak mı sorulmalı? Tartışmanın alt metni önemli. Demokratlık kisvesi altında yürütülen bu şov, deşifre edilmeye muhtaç; 'Kürtlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız' sorusunu soranların mantık silsilesi yine dehşet verici!

        Statükonun sesi mi?

        - Aslında burada konuşmamız gereken, Türkiye'nin demokratikleşmesi, merkez-çevre ilişkisinin yeniden tanımlanması, devletin toplumla kurduğu efendi-köle mantığının değişmesini istemeyenlerin başvurdukları kavramlar. 28 Şubat'ta bu, irtica tehlikesiydi. Bu yılın popüler tartışması 'sivil vesayet' olarak şekillendi. Kürt sorununda, ölümler ilk sıraya oturunca, tartışma 'birlikte yaşamak zorunda mıyız' sorusuna evrildi. Bütün bu tartışmaları başlatan cenah hep aynı. Devlettoplum ilişkisinde statükonun devamını savunanlar."

        Bejan Matur'un aşağıdaki sorusunun cevabı mutlaka verilmelidir:

        "- Demokratlık iddiasıyla yapılan bu önermenin altında yatan, gizli ırkçılığı, sorumsuzluğu deşifre etmek bu nedenle önemli... Bir günde mi demokrat olmaya karar verdiler? 'Medeni ölçüler içinde anlaşamayanlar ayrılabilir' kanaatine bir günde mi vardılar?"

        MEHMET BARLAS (Sabah - 10 Temmuz)

        “Zırva tevil götürmez ama kafaları karıştırabilir”

        Zırva tevil götürmez ama kafaları karıştırabilir...

        En özlü sözlerden biri “Zırva tevil götürmez” şeklinde değil midir? Düşünün ki Türkiye'nin merkez medyasının önemli gazetesi Hürriyet'te “Ezber bozuyorum” diyerek “Birlikte yaşamak zorunda mıyız” sorusunu gündeme getireceksiniz.

        Sonra “Haydi gelin ağzımızı alıştırmak için hep birlikte soralım” diyecek ve soracaksınız:

        “- Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?”

        Bu yaklaşımınızı eleştirenlere de kızacak ve şöyle diyeceksiniz:

        “- Bana laf yetiştirmeye, yazımın altında abuk sabuk derin ilişkiler aramaya çalışan güya aydınların gözümde zerre kadar önemi yok.”

        Gerçekten zırva tevil götürmüyor.

        Burada sorun “Ezber bozumu” ile “Ülkenin bütünlüğünün bozumu”nu karıştıranların kimi temsil ettikleri noktasında kilitleniyor.

        Devlet ve siyaset olarak “Kürt Realitesi”ni “Bölücü terör”den soyutlamak için her çeşit yolu deneyeceksiniz.

        Sonunda “Siyasi temsil” ve “Kültürel kimliğin tanınması”na kadar getirilecek bu arayışlar.

        Demokratikleşme çerçevesinde önemli adımlar atılacak.

        Irkçı ezber bozumu

        Derken bir gün biri çıkacak ve bölücü terörün eylemlerini bu realiteye kaynaklayıp "Sizinle birlikte yaşamaya mecbur muyuz" diye ayrılıkçı bir ortama çanak tutacak.

        Üstelik bunu bir ırkçı fraksiyon organında veya ROJ TV'de değil, neticede toplumdaki yerleşik değerlerin temsilcisi olduğu kabul edilmiş bir kitle gazetesinde yapacak.

        Eski Yugoslavya'da bunu gündeme getirenler, sonunda ülkeyi nerelere sürüklediler.

        Gerçekten zırva tevil götürmez.

        Ama zırva "Ezber bozmak" diye sunulduğu zaman, kavram kargaşasına yol açar.

        Bunu da "Bu ülkede demokrat olmak bir avuç güya liberalin tekelinde değil" diyerek kendinden menkul demokratlığını "Ayrılıkçılık" biçiminde sunduğun zaman, kavram kargaşası, kafa karışıklığı ile birleşir.

        Irkçı demokratlar

        Ortaya "Irkçı demokratlar" diye yeni bir siyasal kesim çıkmaz mı?

        Söylenmek istenenin ne olduğunu ve bunu okuyanların ne anladıklarını Zaman'daki Mümtaz'er Türköne'nin yorumundan anlamak mümkündür.

        Bazı bölümleri aktarayım:

        “- Bu sözün ne kadar ırkçı olduğunu, anlamsızlığı ile kanıtlamak mümkün. Irkçılık ele avuca gelen bir mantık içermez; sadece önyargıları, kini-nefreti kusar. 'Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?' sorusuna, PKK'lılarla beraber 'hayır değildir' cevabını verseniz kaç yazar? Ayrı yaşamak mümkün mü? Ankara'nın batısında yaşayan Kürtleri ne yapacaksınız? Tek tek tespit edip Güneydoğu'ya mı göndereceksiniz? Akıl ve izan içinde bir cevap bulabilir misiniz? Mümkün olmayan bir şey neden önerilir? Irkçı kibri tatmin etmek, başkalarını aşağılamak için değil mi?

        - Şayet bir insanın, doğduğu anda annesinden babasından tevarüs ettiği özelliklerden dolayı (buna içine doğduğu kültür çevresi de dahildir) o insan hakkında bir hüküm tesis ediyorsanız, onu hak kaybına uğratıyorsanız, aşağı bir yere yerleştiriyorsanız bunun adı ırkçılıktır. 'Senin etnik kökenin, benim seninle yaşamamı mümkün kılmıyor' demek firesiz, kılçıksız bir ırkçı saçmalıktır. Bunu söyleyen de ırkçıdır.”

        RASİM OZAN KÜTAHYALI (Taraf)

        Türk bölücübaşı Ertuğrul Özkök

        Bundan üç yıl önce Ruşen Çakır beni başında olduğu SORAR adlı kurumun “off the record” toplantısına çağırmıştı, o toplantıda Kürt meselesi konuşuluyordu. Kadro çok kallavi bir kadroydu. O zaman için bir tek ismi cismi bilinmeyen adam bendim orada. O toplantıda “Çok yakında Türkler Türkiye’nin bölünmesini isteyecek, İzmir merkezli bir Türk ayrılıkçı hareketinin çıkacağını düşünüyorum çok yakında” demiştim. Bunun üzerine kimi katılımcılar da bana tepki göstermişti, kimileri de destekledi ve bir tartışma çıkmıştı... Sonrasında bizim gazetede de bu kanaatimi birkaç defa yazdım... Bunun devamında meczup bir general bu Türkçü ayrılıkçı ruh halini ifade eden kimi şeyler geveleyince bu “Türk bölücülüğü” meselesini bir daha gündeme getirmiştim...

        Laik, kentli, eğitimli orta ve üst-orta sınıf Türklerin çoğunluğu belli süredir “Niye birlikte yaşayalım ki? Kürtler bize yük oluyor, ne halleri varsa görsünler” ruh haline sahip. Bu durum özel sohbetlerde dillendiriliyordu fakat “siyaseten doğru” olmak adına bu hissiyat kamusal alanda ifade edilmiyordu... Fakat artık bu sınır da aşıldı, bu tarz Türklerin medyadaki en iyi temsilcisi Ertuğrul Özkök de bu ruh halini ifade eden yazıları kaleme almaya başladı. Tabii Özkök malum meczup general gibi bodoslama bir adam olmadığı için bu ruh halini ince ince ifade ediyor. Sözde kendi hüküm cümlesi vermiyor ama sorular soruyor...

        Özkök zaten böyle bir adamdır, Dostoyevski ve Camus romanlarından çıkmış karakterlerin çakması gibidir... Bazen domuzuna kasıtlı olarak suç işler, sonra gider o işlediği suçun pişmanlığı üzerinden ayrı bir entelektüel rant devşirir. Bir anda işlediği cinayet sebebiyle ruhsal ıstıraplar yaşayan karakter olur, sonra yeniden göstere göstere bir daha o suçu işler. Sonra geri adım atar, yine varoluşçu bir tip olur, bazen bir suç nasıl işlenir tüm detaylarıyla anlatır, tarif eder ama sonra “Bu suç asla işlenmemeli, ben buna karşıyım, ama suçluyu da anlamak lazım” der... Sık sık “itiraflar”ını ifşa eder, her haltı yapar eder sonra günah çıkartır, daha doğrusu “Yaptığı kimi şeylerden ötürü acı çeken Hıristiyan mümin” moduna girer, sonra yeniden klasik operasyonel mesaisine döner. Kendi gibi “itirafçı”lar yaratmakta da çok mahirdir Özkök, Türk medyasının en başarılı proje adamı olan Ahmet’i bizzat yaratmıştır, transforme etmiştir... Kısacası çok “tuhaf” adamdır bu Ertuğrul Özkök... Ama Özkök’ün “tuhaf”lığı yaratılmış bir tuhaflıktır...

        İşte bu “tuhaf” adam Türk bölücülüğünün yeni trendsetter ismi olma yönünde önemli bir adım attı. Ama tabii yine “Asla böyle bir şey düşünmüyor. Birlikte yaşamamız gerektiğini düşünüyor” Özkök... Sadece masumca soruyor: “Kürtlere daha fazla ne vereceğiz?”... Şarkılarını söyleyebiliyorlar, kendi anadillerinde konuşabiliyorlar, hapishanelerde anneleriyle Türkçe konuşmak zorunda da değiller artık. Biz Türkler bütün bunları “bahşettik” Kürtlere, pazarcılar hep Kürt, kapıcılar hep Kürt... Hangi Türk, kapıcısına Kürt olduğu için kötü davranmış, değil mi ama? Ama Kürtler daha fazlasını isteyecekse bilelim, ona göre davranalım... İzmirli hemşehrilerimin çoğunun hissettiği duygulara tercüman oluyor Özkök sadece. Ah bu masum adam Özkök’ü art niyetli biri gibi gösterenler yok mu!! Ah o Ahmet Kekeçler, Fehmi Korular, Salih Tunalar yok mu!! Takmışlar adama... Oysa o sadece bir matbaacının oğlu olan mütevazı bir ezberbozan... Babasının mesleği, büyüdüğü ortamlar sürekli değişiyor ama olsun, her zaman klasik Dostoyevski romanlarının çakma karakteri olmak kesmez Ertuğrul’u, arada Beckett&Kafka çakması bir tip de olabilmeli. Özgeçmişi, aile kökenleri, geçmiş inançları sürekli değişmeli... Okurlar “Yahu bu adam neydi, nereden gelmişti, baba mesleği neydi?” diyebilmeli, kafalar karışmalı...

        Türklerin “Kafamızı kızdırmayın bölünmek isteriz ha!” ruhunun yeni lideri bölücübaşı Özkök bir ara gerçekten “Ergenekon sanığı” olmaktan korkmuştu... Ne zaman konuşsak lafı bizim gazetede çıkan MİT şemasına getiriyordu. O şema saçmasapan bir şeydi. Hüseyin Gülerce ve Ertuğrul Özkök birlikte “ETÖ üyesi” olarak gözüküyordu. Ben de bunu yazdım ve Özkök’ün bu belgeye dayanarak “ETÖ üyesi” olarak gösterilemeyeceğini belirttim. Fakat bu bir MİT raporuydu. MİT bunu Başbakanlığa iletmişti, ciddiye alınması gerektiği belirtiliyordu. Sonra da bu şema Ergenekon soruşturması dava dosyası içine girmişti. Taraf da bunu haber yaptı, üstelik Özkök’ün ismini de vermedi. MİT’in Başbakanlığa ilettiği, üzerine düşünülmesi gerekir dediği böyle bir şema dünyanın her yerinde büyük haberdir...

        Türk bölücübaşı Özkök’ü başka bir yazıda tahlil etmeye devam edeceğim...

        BEJAN MATUR (Zaman)

        Kürtlerle yaşamak zorunda mıyız?

        İfrat ile tefrit arasında gidip geliyoruz. Birlikte yaşarken baskı yöntemleri dışında bir yol bilmeyenler, iş zora girince ayrılmayı tartışmaya başladılar. Rejimin kalesi olan gazeteden 'Türkiye Türklerindir' gazetesine, son günlerin konusu, Kürtlerle birlikte yaşamanın tartışılması, 'birlikte yaşamak zorunda mıyız?' sorusunun sorulması.

        Elbette değilsiniz! İnsanın herhangi bir şeyi zorla yapması savunulamaz... Bütün bu yaşananlar Cumhuriyet'in zor politikalarının eseri olduğuna göre, zor her alanda terk edilmeli.

        Türkiye'de yaşayan herkesin özgür bir irade ile birlikte yaşamaya evet demesi istenen mutlu son. Ama soru, 'birlikte yaşamak zorunda mıyız?' gibi okuyucuyu, dinleyiciyi tavır almaya sevk eden bir soru olarak mı sorulmalı? Tartışmanın alt metni önemli. Demokratlık kisvesi altında yürütülen bu şov, deşifre edilmeye muhtaç; 'Kürtlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız' sorusunu soranların mantık silsilesi yine dehşet verici!

        Aslında burada konuşmamız gereken, Türkiye'nin demokratikleşmesi, merkez-çevre ilişkisinin yeniden tanımlanması, devletin toplumla kurduğu efendi-köle mantığının değişmesini istemeyenlerin başvurdukları kavramlar. 28 Şubat'ta bu, irtica tehlikesiydi. Bu yılın popüler tartışması 'sivil vesayet' olarak şekillendi. Kürt sorununda, ölümler ilk sıraya oturunca, tartışma 'birlikte yaşamak zorunda mıyız' sorusuna evrildi. Bütün bu tartışmaları başlatan cenah hep aynı. Devlet-toplum ilişkisinde statükonun devamını savunanlar.

        Demokratlık iddiasıyla yapılan bu önermenin altında yatan, gizli ırkçılığı, sorumsuzluğu deşifre etmek bu nedenle önemli.

        'Kürtlerle ayrılığı yazmadan çok düşünen, çok zorlanarak yazanlara' keşfettiği bu gerçeği yazdıran nedir acaba? Yaşanan kayıplar ve toplumun huzursuzluğu mu? Kayıplar daha önce de vardı. Üstelik sayı 50 bin! Ve geçmişin kayıpları bugünkünden az değil.

        Bu, 'ayrılma' aydınlanmasını yaşatan ne ola?

        Bir günde mi demokrat olmaya karar verdiler? 'Medeni ölçüler içinde anlaşamayanlar ayrılabilir' kanaatine bir günde mi vardılar?

        Sözlerinin gerisindeki kibri, sevgisizliği fark edilmez sanıyorlar belki de!

        Hatta aşağılama, küçümsemeyi...

        Son demokrasi performanslarını 'bu köylülükle, gerilikle yaşamaya değmez' duygusu ne kadar belirliyor acaba?

        Emin olun, aynı argüman, aynı timsah gözyaşları diğer tarafta da var. Kayıpları siyasetlerinin devamına vesile kılanların, toplumun genelinin ne düşündüğü umurunda değil.

        İstatistiklere tapan bu efendilerin, 'Kürtlerin ne kadarı ayrılığı savunuyor' hakkında bir fikirleri de yok üstelik.

        Dünyadaki başarılı entegrasyon örnekleri arasında sayılan Kürt/Türk entegrasyonu hakkında, bırakın vicdan sahibi entelektüel tavrı, bir sosyolog olarak bile sorumlu davranmıyorlar.

        'Kadın alıp verme' tartışmasının, ahlaki ölçüleri aşan içeriği de gösterdi ki, birlikte yaşamak konusunda herkes en zahmetsiz olana sığınıyor. Kimi evliliğe, kimi ayrılmaya...

        Barışı kurmak zahmetlidir. Bildiğiniz bütün değerler, şiddetin taarruzu altında yok olmuşsa, yeni bir konuşma başlatmak, büyük samimiyet gerektirir; Her şeyden önce, timsah gözyaşlarını terk edip, gerçek acıyı yüreğinizde duymalısınız. Çünkü ancak acının dağladığı yüreklerden, tevekkül doğar. Barış o tevekkülden zuhur eder.

        O tevekkül sayesinde, bize öğretilen kardeşliğin, bir yok sayma olduğunu fark ederiz.

        Farklı olan, farklılığını yaşamak isteyen birinin, farklılığını baş tacı edinirsek ancak barışı üretebileceğimizi bize o acı söyler. Farklılıklarımızı pamuklar içinde sarılıp sarmalarsak, birlikte yaşamaya devam edebileceğimizi...

        Özgürlük dediğiniz, sorumluluğun bahçesinde yeşerir. Sorumlu hissetmediğin, geleceğini dert etmediğin birini, zorlandığın ilk virajda sırtından atmak demokratlıkla bağdaşmaz.

        Ayrılık tartışmasını bari samimi yürütebilseler! Bu kadar sahtelikle yaşamayı nasıl becerebildikleri de başka bir soru!

        SALİH TUNA (Yeni Şafak)

        Ertuğrul beyciğim `Birlikte yaşamak zorundamıyız` demiş...

        Kürtlerden ayrılsak mı yoksa imha etsek mi?

        Son günlerde Robert Bresson`un "L`Argent" filmi sıklıkla düşüyor aklıma. Gazetelerin üçüncü sayfalarını "süsleyen" bir cinayet haberine göz gezdirdiğimde...

        Ertuğrul Beyciğim "Birlikte yaşamak zorunda mıyız" dediğinde...

        M. Yakup Yılmaz`ın "ablacığımı" bile güldüren o acayip "kıyasına" muttali olduğumda...

        Nevzat Çiçek kardeşimin "27 Mayıs`ın Öteki Yüzü / Sivas Kampı" kitabını okuduğumda...

        Halbuki söz konusu filmin hiçbiriyle alakası yok.

        Film "sahte para" yüzünden hayatı kayan bir gencin(Yvon) sıra dışı öyküsünü anlatır.

        İsterseniz birazcık daha anlatayım:

        Bir esnaf, müşterilerinin kendisine "okuttuğu" sahte paraları "okutmaya" karar verir.

        Kendi halinde bir servis şoförü olan Yvon çıkar karşısına.

        Esnaftan aldığı paraların sahte olduğunu bir lokantada hesap öderken öğrenen Yvon şekvacı olur.

        Ne ki, esnafın çırağı "sahte şahitlik" yapınca, "sahte para" yüzünden gerçek bir hapis yatar.

        Neticede yuvası yıkılır; hayatı kayar!

        Öyle ki, hapishaneden çıktığında (cinayet işleyecek kıvamda) toplum düşmanı haline gelir.

        Mahvına sebep üç kuruşluk "sahte paradan" başka bir şey değildir.

        Nevzat`ın "Sivas Kampı" adlı çalışması da, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası, "İsyana hazırlanıyorsunuz..." şeklindeki "sahte ithamla" Kürt eşraftan 485 kişinin toplama kampı mesabesinde Sivas`ta gözaltına alınmasını anlatır.

        Kimileri Kürt olduğunu bu kampta öğrenir.

        Sadece Kürt olduklarını değil tabii. Türkiye Cumhuriyeti`nin "sahte vatandaşları" olduklarını da!

        Sivas Kampı`na Cindoruk "PKK`nın kaynağı!.." der; Celal Bayar "Siyasal Kürtçülüğün merkezi!"

        Gerçekten de, Sivas Kampı`na değin (49`lar hariç) Dersim`den beri "bölgede" asayiş berkemaldir.

        PKK`nın sosyolojik tabanını ister Diyarbakır Cezaevi`nden başlatın, ister "Sivas Kampı"ndan sonuç değişmez.

        Türklerle Kürtler arasına "sahte para" sokulmuştur bir kere.

        Aslında işin temeli "sahte para" mesabesindeki ulus devlettir: İki halkı bir arada ilanihaye tutması mümkün olamayacak kadar sahte!

        Yok sayma, inkar etme, asimile etme bunun doğal sonucudur.

        Yıllar yılı "Türkiye Türklerindir" mottosunun gölgesinde ense yaptıktan sonra "ayrılmayı" gündeme getirmek de "sahte para" gibidir aslında.

        Kenan Evren meftunu bu "dere kenarı bilgesi", daha dün denecek kadar kısa süre önce bomba yüklü uçak olup Kandil`i, Erbil`i yerle bir etmekten söz etmiyor muydu?

        "Dere kenarı bilgesi"nin Kürtlerle ayrılmayı tartışmaya açması da toplumu, milleti çürüten, dahası suça teşvik eden "sahte para" mesabesinde değil midir?

        Her şeyleri sahtedir bunların.

        Sivas Kampı tutsakları hakkında, "Bunlar her zaman elimize geçmez, kurşuna dizip yok edelim; zabıtları da farklı düzenleriz..." diyen zihniyetle...

        Cemal Gürsel`in hazırlattığı rapor neticesinde, "Kürtler ayaklanabilirler, ibreti alem olsun diye beş bin veya iki bin beş yüz kişiyi toplayıp imha edelim" düşüncesini dillendiren "Vur kurtul"cularla...

        "Dere kenarı bilgesi" gibi "Ver kurtul"cular arasında sonuç itibariyle fark yoktur.

        Bakmayın siz onların düşman gibi göründüklerine, düşmanlıkları bile "sahte para" hükmündedir!

        MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE (Zaman)

        Kürtleri "paketlemek" mümkün mü?

        Soruyu "Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?" şeklinde mide bulandırıcı bir kibirle sorduğunuz zaman kastettiğiniz şey belli. Fransız Devrimi öncesinde sabahtan akşama kadar gevezelik yapan işsiz güçsüz soyluların aklına gelen parlak fikirler gibi. "Hayatımızda olmasalar her şey ne kadar güzel olurdu" tarzında bir hayıflanma. Ama tepeden tırnağa ırkçı, aşağılayıcı ve sonradan görme aristokrat özentilerine özgü.

        "Birlikte yaşamak zorunda mıyız?" diye sorarken, sokakta gezen ve sabaha kadar havlayan sokak köpeklerinden bahsetmiyor. Hangi etnik kökenden gelirse gelsin, iç içe yaşayan bir toplumu ayrıştırıyor. Kastedilen ise düpedüz bir "azıtma", yani sahipsiz hayvanlara özgü bir uzaklaştırma planı. "Bizden uzak olsunlar, bizi rahatsız etmesinler de ne halleri varsa görsünler." lafı kimler için söylenirse aynen öyle.

        "Ver kurtul"un temcit pilavı bu. Ruşen Çakır haklı: "Vur kurtul"cular hiç olmazsa terörle sınırlı bir çözüm öneriyorlar. "Ver kurtulcular" daha ırkçı, daha önyargılı ve nefret dolu bir yerde duruyor. Sadece etnik kökenine bağlı olarak bir toplumu yargılıyor, mahkûm ediyor ve bulunduğunuz çemberin dışına atıyorsunuz.

        Bu sözün ne kadar ırkçı olduğunu, anlamsızlığı ile kanıtlamak mümkün. Irkçılık ele avuca gelen bir mantık içermez; sadece önyargıları, kini-nefreti kusar. "Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?" sorusuna, PKK'lılarla beraber "hayır değildir" cevabını verseniz kaç yazar? Ayrı yaşamak mümkün mü? Ankara'nın batısında yaşayan Kürtleri ne yapacaksınız? Tek tek tespit edip Güneydoğu'ya mı göndereceksiniz? Akıl ve izan içinde bir cevap bulabilir misiniz? Mümkün olmayan bir şey neden önerilir? Irkçı kibri tatmin etmek, başkalarını aşağılamak için değil mi?

        Aynı mantıkla başka sorular da sorabilirler: "Laiklerle mürteciler birlikte yaşamak zorunda mı?". "Onlara bir din devleti kurup versek, biz de laik laik yaşasak olmaz mı?" Bu mantığın duracağı yer yok. "Zengin semtlerinde, aşağı sınıftan gelenlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız?" "Benden farklı düşünen veya hayat biçimi benimseyenlerle birlikte yaşamak zorunda mıyım?" Bu son soru ile "Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?" sorusu arasında mahiyet itibarıyla ne fark var? Sonuncusunda sadece ırkçılığın buram buram yükselen rezil kokusu burnunuzun direğini sızlatmıyor mu?

        Şayet bir insanın, doğduğu anda annesinden babasından tevarüs ettiği özelliklerden dolayı (buna içine doğduğu kültür çevresi de dahildir) o insan hakkında bir hüküm tesis ediyorsanız, onu hak kaybına uğratıyorsanız, aşağı bir yere yerleştiriyorsanız bunun adı ırkçılıktır. "Senin etnik kökenin, benim seninle yaşamamı mümkün kılmıyor" demek firesiz, kılçıksız bir ırkçı saçmalıktır. Bunu söyleyen de ırkçıdır.

        Bu yüzden Bejan Matur'un yaptığı gibi, bu soruya "elbette mecbur değilsiniz" cevabını vermek ve "alt metinleri okumak" yerine doğrudan başka bir soru ile karşılık vermek lâzım: "Bu soruyu kim soruyor?" Türklerle Kürtlerin birlikte yaşamak zorunda olup olmadığını kim soruyor? Tırnak içinde vurgulayarak soralım: "Türkler mi?", yoksa "Kürtler mi?" Bu soruyu soran bir "Türk" mü? Yoksa "Kürt" mü? Sen kimsin kardeşim? Yanlış anlaşılmamak için daha açık soralım: "Türklüğü sen mi temsil ediyorsun?"

        Meselenin özü "Kürt devleti" paranoyasına dayanıyor. "Kürt devleti" ise Türk'üyle-Kürt'üyle bu milletin sırtından sopayı eksik etmemek için uydurulmuş bir safsatadan ibaret. Böyle bir ihtimal bir hayal veya kâbus olabilecek kadar bile ciddi değil. Çünkü Kürt devleti, öncelikle Kürtler için bir felâket.

        Nasıl bir felaket olduğunu göstermek için bir Kürt'e soralım: "Kürtlerle Yezidiler ve Zerdüştîler birlikte yaşamak zorunda mıdır?" diye soran ve her sözünde Kürt devleti adına kerametler aranan bir gazetecinin, yüksek perdeden ırkçı aforizmalar yumurtladığı bir ülkede yaşamak ister misiniz? Öyleyse bırakın bu zülme birlikte tahammül edelim.

        ÖZKÖK’E DESTEK VERENLER

        SERDAR AKİNAN (Akşam)

        Yol ayrımı

        PKK'nın yayın organı Fırat Haber Ajansı'nda dün yayınlanan bir analizde önümüzdeki sürece dair son derece açık bir fotoğraf tarif ediliyordu:

        'Bu çatışmalar devam ederse sivil halk çok ama çok büyük zararlar görecek. Son 30 yıllık süreçteki on binlerce kayıp daha da artabilir. Tartışmalarda sorunu sadece askeri-asayiş-'terör' meselesi olarak ele almak ve hükümet ağzı ile yorumlamak bu süreci daha fazla çıkmaza sürüklüyor. Çünkü bu savaşın bilançosu sadece yaşamını yitiren asker ve gerilla sayısı ile değil; giderek artan sivil kayıplardan da oluşacak? İnsanların ölümü artarken, sosyal ve kültürel alanda büyük bir yarılma meydana gelecek. Ekonomik çöküntü ve zarar tanzim edilemez bir hal alacak. Devlet ve askeri kurumlarda JİTEM ve SUSURLUK skandallarını aşacak bir çürüme, Ergenekon isimlendirmelerinde de önü alınamaz bir artış olacak. Siyaset Türkiye'de işlemez hale gelecek. Kürtler kendi geleceklerini kendileri belirleyecek. '

        Açıkçası ve maalesef ben de önümüzdeki ayların tam da yukarıda tarifi yapıldığı şekilde gelişmelere gebe olabileceği endişesindeyim.

        Bahçeşehir Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Cengiz Aktar, Fransız Liberation gazetesine bir mülakat vermiş. Cengiz Aktar'ın yukarıdaki sürecin finaline dair bir öngörüde bulunuyor:

        'Korkarım ki bu çatışmayı çözmek için Türkiye'nin kendisinin uluslararası bir arabuluculuğa ihtiyacı olacak.'

        Cumhuriyet'ten Orhan Bursalı'nın 'Türk tarafının elinde tek koz var: Kürtlerin çoğunun ayrılmayı isteyip istemediği. Çünkü doğal veya anormal, tüm ayrılıkların, herkese bir faturası olacaktır. Bu nedenle, bu kozun güçlendirilmesi gerekir.' tespitinden yola çıkan Ertuğrul Özkök dün köşesinden bir kesimin artık usul usul söylediğini yüksek sesle dillendirdi:

        'Birlikte yaşamak zorunda mıyız?'

        Gerçekten şu soruyu soralım...

        'Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?'

        Yukarıda çok farklı kesimlerin gidişata dair açık ve net tespitleri var...

        Ne AKP'nin artık tescil olan beceriksizliğiyle, ne muhalefetin vizyonsuz basiretsizliğiyle ne de on binlerce insanımızın canına mal olan askeri 'çözümlerle' bir yere varılamayacağı ortada...

        Yığınlar ise kendi kaderlerini yönetecek enstrümanları siyaset aygıtının yapısından ötürü 'devrettiğinden' görünen o ki Türkiye kanlı bir yol ayrımına gidiyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ