Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik Yaşam Pişman olmayan bir katili gösterdik

        YASEMİN Güneri'yi bir kez daha kutluyorum.

        Son haftalarda iki müthiş haberle gündemi sarstı.

        Önce Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'ın, askerliğini cezaevinde olduğu sırada bedelli olarak yaptığını belgeledi.

        Böylelikle Türkiye'de yıllardır süren bir yılan hikâyesi sona erdi.

        Bildim bileli Aziz Yıldırım'm askerliğini yapmadığı, sahte bir çürük raporuyla askerlikten muaf tutulduğu söylenir ama bu durum asla belgelenemezdi.

        Yıldırım'ın askerlik yapıp yapmadığı bir muammaydı.

        Yasemin Güneri'nin haberinden sonra her şey ortaya çıktı. Aziz Yıldırım 2012 yılına kadar askerliğini yapmamıştı ve 2012 Mart'ında bedelli askerlik yasasından yararlanmıştı.

        Yasemin'in haberinden sonra bu konuda yıllardır suskun kalan Genelkurmay da bir açıklama yaparak Aziz Yıldırım'ın geçmişte çürük raporu olduğunu doğrulamak zorunda kaldı. Yasemin Güneri dün de yine müthiş bir gazetecilik başarısına imza attı.

        Münevver Karabulut adlı genç kız 2009 yılında Cem Garipoğlu tarafından hunharca öldürülmüştü.

        Bu cinayetin dosyası unutulmak üzereyken, Habertürk meseleyi ele aldı.

        Aylarca kesintisiz yayın yaparak olayı sürekli gündemde tuttu ve en sonunda Cem Garipoğlu'nun yakalanmasını ve yargı karşısına çıkmasını sağladı.

        Bu cinayette güçlü bir ailenin karşısında güçsüz bir biçimde kalan Karabulut Ailesi'nin yanında olduk.

        Ancak cinayetten bu yana hiç kimse Cem Garipoğlu ile konuşamadı.

        Katil hep sessiz kaldı.

        Yasemin Güneri neredeyse imkânsızı başararak Garipoğlu Ailesi'nin "oğullarının yakalanmasının ve olabilecek en ağır cezayı almasının müsebbibi" olarak gördükleri gazeteye konuşmasını sağladı.

        Ve bu röportajda gördük ki, Cem Garipoğlu "vicdansız bir adam".

        Öldürdüğü kız umurunda bile değil.

        "Pişman mısın?" sorusuna ne "Evet pişmanım. Olay kâbuslarıma giriyor" dedi, ne de en ufak bir üzüntü gösterdi.

        Münevver Karabulut'u başını keserek öldüren Cem Garipoğlu, sanki hiçbir şey olmamış gibi "arsızca ve utanmazca" 34 yaşında serbest kalacağı günü planladığım, o güne hazırlandığını anlattı.

        Hiçbir duyguya sahip olmadığını gösterircesine "Bu kadar ceza almamam lazımdı" deyip kamuoyu baskısı yüzünden gereğinden fazla hapse mahkûm edildiğini iddia etti.

        Bu röportajı görünce Cem Garipoğlu'nun yakalanması için gösterdiğimiz çabanın ne kadar doğru, bu katile verilen cezanın ise ne kadar yetersiz olduğunu bir kez daha gördüm.

        Yasemin bu röportajı yapmasaydı, biz Cem Garipoğlu'nun işlediği suçtan dolayı üzüntü duyan, pişman bir genç olduğunu zannedecektik.

        İnsanlıktan bu kadar uzak olduğunu anlayamayacaktık. Sağolasın Yasemin. Bize Cem Garipoğlu'nun nasıl bir "katil" olduğunu gösterdiğin için.

        Öcalan varken BDP'ye ne gerek var?

        BDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili tartışmalara cevap olarak Başbakan Erdoğan'ın 1994 ile 2012 arasında fark olduğunu söylemesi, aslında çok doğru bir tespiti içeriyor.

        Dün de dediğim gibi o gün ile bugün arasında büyük farklar var.

        O gün için siyasal Kürt hareketinin "kendi açılarından" anlaşılabilir bir tarafı olsa bile, bugün artık siyasal Kürt hareketinin terör boyutunun anlaşılabilir hiçbir yanı yok.

        O gün "Kürtçülerin" bir kimliklerini koruma kaygısı ve kendilerini ifade sorunu vardı.

        Bugün ise böyle bir sorun yok.

        O gün haklar bazında kimi eksiklikleri vardı, bugün yok.

        Bugün çözülme yolunda olmayan bir eksiklikleri yok.

        Kürt gençlerini dağlarda ölüme gönderenlerin o gün anlatabilecekleri bir hikâyeleri, öne sürebilecekleri bir gerekçeleri vardı.

        Bugün hiçbir gerekçeleri yok.

        Bugün çok açık bir şekilde o gençler, ulus kimliğiyle ilgili sorunları gündeme getirmek için değil, PKK'lı savaş beylerinin gelecek kaygıları için ölüme gönderiliyorlar.

        BDP bunu görüp eleştirmediği için, dokunulmazlıkları kaldırılsa da, kaldırılmasa da tarih önünde "suçlu" bir siyasi partidir.

        Aslına bakarsanız "açlık grevleri" BDP için bir dönüm noktası olabilirdi.

        Bu anlamsız grevlerin bitirilmesi için devreye girseler ve Kürt halkı arasında bir saygınlık sahibi olduklarını kanıtlayabilselerdi, siyasi bir anlam ifade ettiklerini kanıtlayacaklardı.

        Ancak BDP, açlık grevleri sırasında takındığı tutumla "içi boş ve kof" bir siyasi hareket olduğunu gösterdi.

        BDP "grevlere destek" çağrısı yaptıktan 3 gün sonra Abdullah Öcalan devreye girdi ve "Bitirin" dedi.

        Grevler Öcalan'ın çağrısıyla bitti.

        Erdoğan büyük ihtimalle bu partinin ve milletvekillerinin hiçbir gücü, hiçbir etkisi ve hepsinden vahimi hiçbir düşüncesinin olmadığını gördü.

        "Ben bu sorunu çözeceksem bunlarla değil, doğrudan Öcalan'la ve dağdakilerle çözerim. Bunlar kendi başlarına tuvalete bile gidemezler" dedi ve bu yola girdi.

        Bu yol çözüm için seçilmesi gereken yol mudur bilemem.

        Ama BDP'nin bir yol olmadığı kesin.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Çözümün parçası olmayanların sorunun parçası olduğunu anladığımız zaman.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ