Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik Yaşam Hatta Arapların isyan bahanesi bile olmuştur. Murat BARDAKÇI yazdı

        Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, önceki gün Meclis’in genel kurulunda konuşurken oruçlu olduğunu unutup önündeki bardaktan bir yudum su aldı ve milletvekillerinin uyarısı üzerine ağzında kalanı hemen bir tabağa boşalttı.

        Bu olay bana geçmişimizdeki iki hadiseyi hatırlattı: Padişahların Ramazan günlerinde askere seferî olduklarını hatırlatmak için önlerinde güpegündüz yemek yemelerini ve Enver Paşa’nın 1916’daki Arap isyanının gerekçelerinden biri haline getirilen askere getirdiği oruç yasağını...

        AFİYETLE İÇMİŞTİ

        Bizde Ramazan’da devlet büyüklerinin unutkanlıkla yahut siyasî mesaj vermek maksadıyla önlerindeki suyu içivermelerinin başka örnekleri de vardır. Meselâ, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 2007’nin 13 Eylül’ünde Siirt’te yaptığı bir konuşma öncesinde kürsüdeki suyu içmiş, oruçlu olduğunu hatırlayınca da “Bu suyu buraya neden koydunuz?” diye çıkışmıştı. Onuncu cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de yine bir Ramazan gününe tesadüf eden 2003’ün 29 Ekim’inde Anıtkabir’de şeref defterini imzalamasından önce önünde bulunan bir bardak suyu afiyetle içivermişti...

        Aynı yanlışlığa dün farkında olmadan Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın da düşmesi, hem de Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “darbe gerekçesi” olarak bilinen 35. maddesindeki değişikliği de içeren tasarının görüşülmesi sırasında yapması bana geçmişimizdeki iki hadiseyi hatırlattı: Busbecque’i, yani Alman İmparatoru Birinci Ferdinand’ın, Kanuni Süleyman’a elçi olarak İstanbul’a gönderdiği Ogier Ghisalin von Busbecque’in yazdıklarını ve Enver Paşa’nın daha iyi savaşabilmeleri için cephedeki askere oruç yasağı getirmesinin 1916’daki Arap isyanının bahanelerinden biri yapılmasını...

        TÜRKİYE’YE ÜÇ DEFA GELDİ

        16. asırda Türkiye’ye tam üç defa gelen Busbecque, İstanbul’dan Amasya’ya kadar gitmiş ve gördüklerini kitap olarak yayınlamıştı. O devir Türkiye’si konusunda hâlâ en önemli kaynaklardan olan eserinde Türk devlet yapısının yanısıra halkın günlük hayatı hakkında önemli bilgiler veriyor ve bu arada padişahların Ramazan günlerinde savaşa giden ordunun önünde bir güzel yemek yediklerini de yazıyordu.

        TEPELEME BİR SOFRA

        Alman diplomatın yazdıklarına göre, ordunun sefere çıkması Ramazan ayına denk gelirse, başkumandan olan padişah, askerin oruç tutarak güç kaybetmesini engellemek için her çareye başvurur, hattâ “seferî” olunduğunu göstermek maksadıyla güpegündüz yemek yerdi. Bu işi askerin önünde yapar, “otağ-ı humâyun”un yani çadırının önüne sahanlarla tepeleme dolu koskoca bir sofra kurdurur, binlerce askeri sofranın önüne getirtir, sonra oturur ve neredeyse 50 çeşit yemekten azar azar tadardı. Böylelikle “Savaşa gidiyoruz ve seferîyiz. Seferî olanlar oruç tutmazlar” diyor ve orucun askerin savaşma gücünü azaltmasının önüne geçmeye çalışıyordu. İmparatorluğun parlak devirlerindeki bu âdet asırlar sonra, çöküş döneminde de uygulamaya kondu. İttihad ve Terakki’nin iktidarda bulunduğu Birinci Dünya Savaşı yıllarında başkumandan vekili olan Enver Paşa, Ramazan’da gönderdiği emirlerde cephedeki askerin oruç tutma mecburiyeti olmadığını hatırlatmış ve kumandanlara “Oruçlu asker savaşamaz, dolayısıyla tutmalarına mâni olun, seferî olduklarını hatırlatın ve gerekirse yasaklayın” demişti.

        İSYANCININ KOZU OLDU

        Enver Paşa’nın bu emri, zamanla meşhur Arap İsyanı’nı başlatan Mekke Şerifi Hüseyin tarafından bir koz hâline getirildi ve Mekke’nin isyancı emiri, Paşa’nın uygulamasını inanılmaz şekilde tahrif etti. 1916’da Arap dünyasına hitaben yayınladığı iki ayrı isyan bildirisinde konuyu abartarak anlatıyor ve işi “Türkler dinden çıktılar, hatta orucu bile yasakladılar. Onlara karşı cihad etmek, her Müslüman’a farzdır” şekline getiriyordu. Şerif Hüseyin’in isyan bildilerinin bazı bölümlerini, bu sayfada okuyabilirsiniz.

        'TÜRKLER ORUCU YASAKLAYIP KÂBE'Yİ TOPA TUTTULAR' YALANI

        Şerif Hüseyin’in Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyan bayrağını açmasını İngiltere ve özellikle de İngiliz casusu Lawrens’in dağıttığı altınlar sağlamıştı... Arap çöllerinde savaşan onbinlerce Türk askeri Hüseyin’in “cihad”ı yüzünden arkadan hançerlenerek can verdiler. Hüseyin önce krallığını, derken hilâfetini ilân etti ama halifeliğini kendisine bağlı birkaç kabile dışında kimseler tanımadı. Sonra talihi tersine döndü, tahtını 1924’te Suudi Arabistan’ın şimdiki hâkimi olan Suudi hanedanının kurucusu İbn-i Suud’a terkedip Kıbrıs’a, oradan da Amman’a kaçmak zorunda kaldı. İşte, Şerif Hüseyin’in bizi dinsizlikle ve “orucu yasaklamakla” suçlayan bildirilerindeki bazı cümleler...

        26 HAZİRAN 1916’DAKİ İLK BİLDİRİDEN: “...İttihadçılar, ...Allah’ın kitabını da tahrif etmeye kalkıştılar. ...Yaptıklarını kâfi görmeyerek, İslam’ın beş şartından biri olan oruç tutmayı da ortadan kaldırmak istediler. Mekke’de, Medine’de ve Şam’da bulunan askerlere Ramazan ayında oruç tutmamaları emredildi. Müslümanların yanısıra yabancılar da buna şahittirler. Koskoca imparatorluk Enver, Cemal ve Talat Paşa üçlüsünün eline düştü. Biz, Müslümanlar arasında bir bölünme yaratmamak için bu duruma şimdiye kadar ses çıkartmadık ve tepki göstermedik. Ama İslam ulemasının önde gelen isimleri, Cezeyrî, Şahabî, Şefik el Müeyyed, Şükrü Bey, Abdülvahab, Tevfik Bey, Zohrevî, Arisî ve daha birçok kişi, yargısız şekilde idam edildiler. Nice aileler, liderlerin serhoş vaziyette verdikleri emirlerin uygulanması neticesinde perişan oldular. Mekkeliler’in hayatlarına ve şereflerine karşı yapılan saldırıları protesto için düzenledikleri gösteride, İttihadçı kumandanın emriyle halkın üzerine ve Kâbe’ye top ateşi açıldı. Kutsal Hacer-i Esved’in bir ve üç metre ilerisine iki mermi düştü. Kâbe’nin örtüsü, bu mermiler yüzünden alev aldı. Vaziyeti gören halk ateşi söndürmek için Kâbe’nin üzerine tırmanmaya çalıştığı sırada askerler topları yeniden ateşlediler ve masum halktan birçok kişi şehid oldu. Halk günler boyu Harem-i Şerif’e giremedi ve Harem-i Şerîf’te namaz kılınamadı. Hicaz halkı işte bu gibi sebeplerle ve İslam’ın geleceğini böyle kişilerin ellerine bırakmamak düşüncesiyle artık bağımsızlığını ilân etmeye karar vermiştir. Gücünü imanından ve kahramanlığından alan halkımız, yeni kahramanlıklarını tarihin sayfalarına altın ile nakşedecektir!”

        10 EYLÜL 1916’DAKİ İKİNCİ BİLDİRİDEN: “...İktidarda bulunan İttihad ve Terakki, savaş bahanesiyle halkın üzerindeki baskılarını daha da arttırdı ve koskoca imparatorluk bu diktatörlerin şeytanî emellerine âlet edildi. İttihadçı liderlerden Cemal Paşa, Şam’da canının istediği kişiyi asıyor yahut vurduruyor. Orada açtığı gece klübünde Şam’ın önde gelen ailelerinin kızlarını hizmetkâr gibi kullandırıyor. Skandallarla dolu bu içkili umumhanede toplu seks partileri düzenleniyor ve Paşa subaylarına kendisine refakat etmelerini emrediyor. Verilen demeçlerde dinî ve millî duygularımıza hakaretler ediliyor. Cemal Paşa’nın davranışları İslam dinine, Türk ve Arap âdetlerine saygısızlığın tam bir örneğidir. İşte bu yüzden, İslam dünyasındaki bütün kardeşlerimi bu yıkıcı, bozguncu, aptal ve alçak kişilere itaat etmemeye çağırıyorum. Allah’a itaat etmeyenlere itaat edilmez!”

        Şerif Hüseyin’in 26 Haziran 1916’da yayınladığı ilk isyan bildirisi

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ