Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam İlişkiler Işıl Cinmen'le Boş Ders, boş ders, aşk, evlilik, Kİtap şaziye, şemsi tüfekçi, Işıl Cinmen yazıları

        icinmen@haberturk.com

        HABERTURK.COM

        Gündemden yorulanlar, ciddiyetten sıkılanlar, sağda solda ne oluyor merak edenler için Boş Ders’in bu haftaki konusu: Şaziye Hanım ve Şemsi Bey

        Birbirlerinin özel alanlarına ayakkabılarını bile çıkarmadan paldır küldür dalındığı bir çağda, 38 yıllık sadakat ve saygıyla örülmüş bir aşkın hikayesi...

        Aşk deyince akla dağların delindiği efsaneler gelir çoğu zaman.

        Aslına bu kadar yorucu ve zahmetli değildir aşık olmak.

        Nikah memuru edebiyatı kadar sıkıcı ve tekdüze de değildir.

        Eros’un okları da yalan... Gerçek olsaydı kendine hayrı olurdu.

        Aşk, Şaziye Hanım’ın son nefesini vermeden az önce Şemsi Bey’e “Başımı omzuna koyabilir miyim” dediği cümlenin içindedir.

        Ve Şemsi Bey’in Şaziye’sini ölümsüzleştirdiği kitabın içindedir aşk.

        Arzu, tutku, merak buharlaşsa da sadakat dimdik kalmaya devam edebilir.

        Çünkü "sadakat, ruhun duyguların ötesinde taraf tutmasıdır."

        Ya sadık olunan öldükten sonra?

        Biri öldükten sonra dahi ona sadık ve aşık kalmayı başarabilir mi insan?

        Şemsi Tüfekçi’nin Şaziye’sine bakınca cevabın “Evet!” olduğunu görüyorsunuz.

        O, Şaziye Hanım’a gördüğü an aşık oldu.

        Hayatı boyunca kendini ona adadı.

        Komadayken de sevdi.

        Ölünce bile öptü.

        Bu aşkın uhusu neydi?

        “Aşk adayıştır, arayış değil!” der Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî. Aşkın bir tarifi yok, aşk başka bir şey. Şems-i Tebrizi de Mevlana da söylüyor. Aşk, aşık olunca sevdiğinden başkasını görmemektir. Günümüzde bu yok.

        Peki, bu uhunun hammaddeleri neydi?

        Sadakat, sadakat, sadakat. Birincisi sadakat, ikincisi saygı ve de biz farklı dünyaların insanlarıydık. Herkes çok hayret etti.

        Dünyalarınızdaki farklar neydi ki?

        Ben Karadenizli bir ailenin sıradan çocuğuyum. Durumları bize göre daha iyiydi. Babası koskoca gazinonun sahibiydi, Yeniköy'de yan yana üç yalı alacak parası varken, bunu kimse bilmezdi.

        İlk karşılaşmanız nasıldı ve ne hissetmiştiniz?

        Yer, Sarıyer. İlkbahardı. Şaziye yurtdışından yeni dönmüş, o zamana kadar onu hiç tanımıyorum. Ben 24 yaşındayım, askerden dönmüşüm, arkadaşlarımla sokaktayım. Yanımdaki arkadaşım kolumu çekiştiriyor, “bak ne güzel bir kadın!” Çok net hatırlıyorum ilk ağzımdan çıkan cümle: “Allah sahibine bağışlasın oldu.” O kadar ulaşılmazdı. İlk evliliğinde eşini kaybetmiş ve 16 yıl boyunca hiç kimseye yaklaşmamış.

        38 yıllık evlilik boyunca hiç pişman olmadınız mı? Değdi mi onca seneye?

        Değdi. 38 sene… Karımdan başka bir insan tanımadım ben, ilgilenmedim de. Onunla bir keresinde Amerika'ya gittiği için 9 gün, bir keresinde de İngiltere’ye iş anlaşması yapmaya gittiğinde 13 gün ayrı kaldık, hepsi bu.

        Sıkılmadınız mı hakikaten?

        Sıkılmak diye bir kavram yoktu kafamda. Ben onu bütünüyle sevdim. Benim için fazlaydı; çok güzel bir kadındı, muhteşem bir dişiydi. O zaten sizi alıp götürüyordu. Bana mükemmel bir evlilik söyleyin ki bir dönemi fırtınalı geçirmesin. Biz de biraz sallandık denizde.

        Sıkıntıdan mı?

        Hahaha hayır kıskançlıktan. Siz neden sıkıntıyı duygusunun olmayabileceğine inanmadınız?

        Ben çabuk sıkılabiliyorum da onun için. Bununla nasıl mücadele edilebileceğini merak ediyorum. Neyse, kıskançlık dediniz?

        Onu gözlerden bile kıskanırdım.

        “EN FAZLA İKİ METRE UZAĞA GİDERDİK”

        Kavgaların şiddeti ne olurdu?

        Kavga yok, münakaşa olurdu sadece. Ben yastığımı alıp oturma odasına giderdim. Sinirliyim, tepkiliyim ama 8-10 dakika sonra beklerdim ki, gelsin. Gelirdi. "Aptal, gel yatağa orada rahat uyuyamazsın" derdi. O zamanlar onu daha da fazla severdim. Özünüzde o sevgi yoksa alıp başınızı gidersiniz; biz en fazla iki metre uzağa giderdik.

        O da size aşık mıydı?

        Uzun ilişkilerde muhakkak bir taraf daha fedakardır.

        Fedakar taraf sizdiniz…

        Yaptığım her şeyi isteyerek yaptım, ama evet, ben daha fedakar oldum. Çocuğumuz olmadı,

        "İlla ki çocuk isterim" de demiyordum çünkü Şaziye'yle birbirimizi o kadar tamamladık ki ihtiyaç hissetmedik. Evlenince tamamen Şaziye'nin kozasına girdim ve o kozada kalmayı sevdim, bunu seçtim.

        “10 YAŞ BÜYÜK OLDUĞUNU SAKLAMIŞTI”

        Kaç yaş vardı aranızda?

        10 yaş büyüktü benden. 20 yaş da büyük olabilirdi. Ben onun nüfus kağıdını sevmedim ki, onu olduğu gibi sevdim. Ama ben bunu çok sonra öğrendim.

        Nasıl yani?

        Bana benden 4 yaş büyük olduğunu söylemişti. 10 yaş olduğunu 6 yıl sonra öğrendim. Gerçekten hiç sorgulamadım. Bilmeme gibi bir lüksüm yok, elbette biliyordum ama bunun o kadar önemi yoktu ki! Bu meseleyi açmadık bile...

        Size doğruyu söylemediğini anlamamış mıydınız?

        Fark etmeyi istemedim ki… Onun yanımdayken böyle şeyleri düşünecek bir durum olmazdı ki, ne önemi vardı, ben başka bir alemdeydim. Benim bu konuya ilgisizliğim onu güldürdü ve üzerinde durmadan geçtik bu konuyu. Kadın erkek ilişkisinde bu önemli bir rakam ama o öldüğünde bile pamuk gibiydi. Ben onun örtüsünü kaldırarak onu öptüm.

        “KİMSE AŞKIMI BİLMEDEN BİTSİN İSTEMEDİM”

        Bu kitabı neden yazdınız?

        Naçizane yazılan bu kitap onu yaşatacak. O komadayken buna karar verdim, ben edebiyatçı değilim, ama onun için bunu yapmak zorundaydım, onu yaşatmak zorundaydım. Kitabın geliri de onkoloji hastaları için kullanılacak.

        Peki, yazmaya iten bir kırılma noktası ya da yaşanmışlık olmadı mı?

        Şaziye’nin bir ajandası vardı. Günlük gibi… Elimi ancak onu kaybettikten sonra o defterin kapağına sürebildim. Çantasını ilk defa vefatından sonra açtım, 38 sene o fermuarı çekmedim. O da bana ait olan şeyleri ellemezdi ki… Günlüğünde gördüm ki, bir kitap yazmaya başlayacakmış "Ömür ve Yaşam” olacakmış ismi… Onun yazmak istediği kitabı ben yazdım. Onu kimse tanımadan, kimse aşkımı bilmeden bitsin istemedim. Ailesinden de kimse kalmadı, çocuğumuz da yok, düşünsenize ben de gidince Şaziye’yi kimse hatırlamayacak. Yok gibi, hiç olmamış gibi sanki… Buna kalbim elvermedi. O hep kalsın istedim.

        Bu kadar bağlı olunca ölümü nasıl kaldırıyor insan?

        Kör kuyularda merdivensiz kalıyorsun.

        Denizler ortasında yelkensiz… Hakkı Devrim'in eşi vefat edince ve "Erkekler kadınlardan daha önce ölmeli" demişti. Doğru mu?

        Doğru. Çünkü erkekler çok yalnız kalıyor. Bekir Coşkun yazmıştı ya… "Kadınlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde yetim-öksüz kalan çok olur. Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler... Balkon artık sessizdir. Koridor kimsesiz.” Şaziye gittikten sonra bir torba geçti elime, içinde o kadar güzel düğmeler var ki... Kim bilir hangi elbisenin? Ama o bilir, ona aittir. Ona ait çok şey sakladım. Saçları duruyor, birkaç giysisi duruyor.

        Masalsı aşkın kahramanı Şaziye Hanım nasıl bir kadındı?

        Dame de Sion’u bitirmiş, annesi Rum, o kültürü almış. Beyoğlu’nda büyümüş biri… O güne kadar gördüğüm en güzel kadındı. Bu kadar birikim ve kültürüne rağmen o kadar mütevazıydı ki… 5 lisan bilirdi, ama bir gün bile ben İngilizce’nin Fransızca’nın Almanca’nın Rumca’nın altında ezilmedim. Bugün evde kütüphanemize girdim, Şaziye genç yaşta o kadar güzel kitaplar okumuş ki... 38 sene başından kitap eksik olmadı, o bir ansiklopediydi, ama hiçbir zaman ukalalık yapmazdı. O mükemmel bir insan, eş ve evlattı.

        Bir kerelik bir şey mi aşk sizde? Daha genç olmuş olsaydınız, başka birisine aşık olabilir miydiniz?

        Ben ilerde de aşık olabilirim, olmayabilirim, bir şey diyemem. Aşkın ne zaman, nasıl geleceği belli olmaz ki. Bir insanın birine aşık olması için illa ki fevkalade şartlar olması gerekmiyor, ama ben tekrar olabilir miydim, sanmıyorum.

        Ne zaman vefat etmişti?

        Temmuz 2008’inde vefat etti.

        Böylesine bir aşkı madde olarak yitirdiğinizde duygular sizi ne kadar ayakta tutabiliyor?

        Gidişini 6 buçuk yıldır aynı yoğunlukta hissediyorum. Bugün sağ olsaydı 82 yaşında olacaktı ve bugün ben hala onun kocasıyım. Evet, hayat devam ediyor ama bir yerde etmiyor. Doktorum 5 yıl sonra yavaş yavaş geçer diyor, ama hatırlamamak mümkün değil. Duygudan nasibinizi almamışsanız haftasına evlenirsiniz zaten, ama bende durum böyle değil.

        “YATAK ODAMIZI YOĞUN BAKIM ODASI HALİNE GETİRDİM”

        Hastalık sürecinde onu hastanede bırakmamak için eve yoğun bakım ünitesi kurduğunuz doğru mu?

        Evet. Şaziye yoğun bakıma girmesi gerektiği bir dönemde "Hayır, ben onu eve götüreceğim" dedim. "Böyle bir hastayı eve götüremezsin" dediler. Ben karımın yanımda olmasını ve beni hissetmesini istiyordum. Evimizin yatak odası çok büyüktü ve orayı yoğun bakım odası haline getirmeye başlamıştım. Ekipmanlar kuruluyordu, yoğun bakım hemşireleri vardı. 26 gün evden çıkmadım, elim elindeydi. Son ana kadar beni hissetti.

        Şuuru açık mıydı, sizi hissedebiliyor muydu?

        Şuuru %10-15 açıktı. Elimi bir ara çektim, hemşireye bir şey söyleyecektim ve mırıltılar çıkardı. Tekrar elini tutup, sevmeye başladım, sustu. Bu empati yapılacak bir şey değil. Allah düşmanımın başına böyle bir şey vermesin. Hastasınız, yoğun bakımdasınız, kocanızın sesini duymak mı iyi yoksa beyaz duvarlı, yabancı hastanede olmak mı? Ben onu günde 5 defa bebekler gibi temizliyordum. Evde odada 125 tane enjektör vardı. Hemşiremiz "Ben 25 senelik hemşireyim, böyle ilaç stoğu görmedim" dedi.

        Ölürken yanında mıydınız, sizden bir isteği oldu mu?

        Evet, yanındaydım. “Başımı omzuna koyabilir miyim?” dedi kısacık bir sesle…

        Şemsi Tüfekçi'nin çizimiyle

        Bu haftanın Boş Ders'i bitti, ciddi konulara dönüyoruz!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ