Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi ‘Kadınlar için umutsuzum’

        HT CUMARTESİ/HEJE BOZYEL

        Karşı komşumuzun saçları her daim fönlü, turuncuya çalan parlak kırmızı ruju hep dudağında kızı İclal Abla’yı hatırladım içeri girince. Teyzemi ve başka komşu kızlarını... Hayatlarını dört duvarın içinde aşk romanları izleyerek geçiren, pencerelerin ardında güzelliklerini hep o gelmeyecek kişiye saklayan ama her şeyi kusursuz görünen kadınlar onlar. En güzel, en maharetli, en hayırlı, en şık... Ve en “talihsiz”... Ferforjeli pencerenin ardından mahalleyi tarayan teyzelerin “Vah vah” dediği kızlar. Fakat aniden Yiğit Karaahmet’in tiz sesi ile irkiliyor, eskimiş fotoğraflardan ve Tarık Akan’ın gözlerinin etkisinden çıkıyorum. Çünkü içeride “Ahh Belinda” filminden bir kesit gösteriliyor. Filmin orijinali ile senkronize halde, 9.5 dakikalık yeni uyarlaması duvara yansıtılmış. Duvar dediğim, her yeri dantel ve parıltı dolu bir oturma odası... Nurgül Yeşilçay “Geride durarak nasıl yıldız olunur” dersi veriyor, Yiğit Karaahmet ise gözümüze sokmaktan hoşlandığı tüm Yiğit Karaahmet’liğini sergiliyor. “Sıkışmış hayatlar, yaşanmamış düşler” müzesi sanki burası. Bahsettiğim, Kezban Arca Batıbeki’nin Karaköy’de, İstanbul’74’teki “Manzarasız Bir Oda” sergisi. Kezban Arca Batıbeki, her işinde bir şekilde kadına verilen değeri sorguluyor, sorgulatıyor. Kadına toplumun dayattığı ve kadınların kendi kendilerine dayattıkları değerleri... Bu kez, işin içine sinema da girmiş. Gerçi Batıbeki’yi sinemadan ayrı düşünmemiz de imkânsız. Çünkü o, filmlerinin önünde saygı duruşuna geçilebilecek rahmetli Atıf Yılmaz’ın kızı. Serginin başrol oyuncusu olan “Ahh Belinda” filmi ise, Batıbeki’nin babası ile çalıştığı filmlerden...

        ■ Sergide inanılmaz sayıdadetay var. Bu kartpostalları ve bibloları ne kadar sürede biriktirdiniz? Biriktirmekten hoşlanan biriyim. Evde uzun yıllardır topladığımız birçok farklı koleksiyon var. Fotoğraf, kartpostal ve bazı objeleri sahaflardan, eskicilerden, bitpazarlarından topladım.

        de kişisel sergi açmamıştım. Bu yılı yaşadığım şehre ayırmak istedim. Önce ahşap panolarla başladım, bir yaz marangoz atölyesinde geçti. O arada, evde, ALANİstanbul’da açtığım serginin fotoğraflarına çalışıyordum. Bir yandan da Ahh Belinda’nın çalışmaları sürüyordu... Yani hepsi aslında birbirinden doğdu bir şekilde... Sonuçta yaklaşık 1.5 yıldan fazla sürdü bu çalışmalar.

        ■ Bir önceki serginizi, bu sergiyle eşzamanlı ürettiğinizi bilmiyordum, oradaki tüm fotoğraflar siyah-beyazdı diye hatırlıyorum. Evet. Sürekli aynı işler üzerine çalışmaktan hoşlanmıyorum, aralarda kaçabileceğim alanlar yaratıyorum kendime. Siyah-beyaz ve ufak boyutlu fotoğraf sergim öncesinde, dev boyutlu, parlak renkli fotoğraflarımla tanınıyordum biliyorsunuz. İnsanları şaşırtmaktan hoşlanıyorum.

        ■ Galeri de sadece size özel inşa edilmiş gibi... Her şeyiyle çok içime sinen bir sergi olduğunu söyleyebilirim. Bana çok yardımcı olan İsabella İçöz ile atölyemde mekân üzerine konuşurken İstanbul’74’ün ne kadar konuyla uyumlu olduğunu düşündük ve Demet Müftüoğlu Eşeli’ye teklifi götürdük. O da projeyi çok sevdi... İstanbul’74’ün içinde bulunduğu bina, daire, lokasyon sanki bu sergi için yaratılmış ya da ben orayı düşünerek bu sergiyi hazırlamışım gibi... “Ahh Belinda!”nın afişi, Derya Yücel ve İsabella İçöz’ün katalog yazıları; her şey projeyi bütünledi.

        ■ Bu hayatın çok dışında bir hayat yaşadığınız halde kadınları nasıl böyle iyi gözlemleyebiliyorsunuz ? Aslında ben bu hayatın tam da içinde yaşıyorum. Kendini fedakârlık yaptığına inandırarak dedeme bakmaya adayan ve çok istemesine rağmen evlenemeden ve yaşlanamadan ölen bir teyzem vardı. Öldüğünde, dolabında inanılmaz bir çeyiz bulmuştuk. Bence hayattan korkuyor, güvenli bir evde, zorlanmadan yaşamak işine geliyordu, dedem de bahanesiydi. Büyük olasılıkla kendisine kimseyi layık da görmemişti. Sergiye gelen pek çok kişi, ailesindeki bu tip bir hala ya da teyzenin varlığından söz etti.

        ■ Ülkede durumlar malum... Kadınlar adına gelecekten umudunuz var mı? Ne yazık ki hiç yok. Kadınlar birbirine destek, dost, yandaş olmadıkça bu kısırdöngüden çıkmak mümkün değil bence. Yıllardır erkeklerin kadına uyguladığı şiddetten söz ediyoruz. Peki bu erkekleri kim yetiştiriyor; anneleri... “Benim başıma geldi, bari o yaşamasın” diyeceklerine, gelinleri için “Ben çektim o da çeksin” diyor anneler... Çevresinden farklı düşünen, yaşayan, giyinen kadınları ilk eleştiren, kınayan, dedikodusunu yapan, karalayan da yine kadınlar değil mi? Bu eğitimle de çözülecek bir şey değil. Önce birbirimizle dost olmayı öğrenmemiz gerekiyor.

        ‘Nurgül’de güzel kadın sendromu yok’

        ■ Nurgül Yeşilçay’la çalışmak nasıldı? Kabul ettiğinde çok sevindim, çalışırken de ayrıca çok saygı duydum. Nurgül’de “güzel kadın sendromu” hiç yok. Rolü neyi gerektiriyorsa öyle görünebiliyor. Yiğit ve Hakan’ın ise ilk oyunculuk deneyimleriydi.

        ■ Yiğit Karaahmet’in cinsel kimliğini dürüstçe ifade etmesi bu rol için onu düşünmenizde ne kadar etkili oldu? “Ahh Belinda” projesi, Yiğit’le başka bir senaryo üzerinde çalıştığımız günlerde laflarken çıktı. Kadınların özgürce yaşamalarına, var olma çabalarına karşı uygulanan baskının, kimliksizleştirilmelerinin, eşcinsel erkeklerin yaşadıklarından farkı olmadığını düşünüyorum.

        ■ Peki sergide, filmin tüm bu anlatmak istediklerinizin önüne geçmesinden korkmadınız mı? Önce panoların ön planda olacağı bir tanıtım yapma niyetiyle yola çıktık ama zaman içinde bunun filme haksızlık olacağını düşündüm. “Ahh Belinda!” oyunculu ilk filmim. Bir ilk ile yola çıkmak daha doğru geldi.

        ■ Bundan sonra neler var? “Ahh Belinda!” yapmayı planladığım bir üçlemenin ilk ayağıydı aslında. Diğer ikisi üzerinde çalışacağım.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ